Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Ağustos '07

 
Kategori
İş Yaşamı - Kariyer
 

Şantiyede bir sabah

Şantiyede bir sabah
 

Bunca geçen yılın ardından yaptığı işe ve yıllara söz geçirememe derdiyle bir kazma daha vurdu toprağa. Etraf korku ve eziyet doluydu , isyan kokuyordu bir yanı bir yanı ise ekmek.

Yatağı üstteydi. Orada kural en son gelen işçiler her zaman ranzanın üst katında yatar gecede ışığı o söndürürdü. Askerden kalma bir alışkanlık diye düşünüp, gülüp geçmişti. Usta olana kadar 3 ay boyunca yapmıştı bu işi nasıl olsa. Her şey o kadar garipti ki, Odaya girerken gördüğü fındık faresinin ona masum bakışını ve ona her sabah herkesden habersiz ranzanın altına peynir parçası bırakan ranza komşusunu ve bitmek bilmeyen Hakkı Bulut şarkılarını dinlemek garipti doğrusu. Yatağıyla tavan arasında doğrulma mesafesi oldukça azdı. Asıl olan uyumak diye düşünürdü çoğu zaman. Lambanın etrafındaki yağmur sularının bıraktığı rutubet kokulu bir iz ve sinekleri bile isyan ettiren cehennem sıcağı, odaya hâkimdi. İlk zamanlar zor gelse de daha sonra bu sıcaklığa ve kokuya alışmış, böcekler ve sineklerde ortama ayak uydurmaya başlayıp yaşam mücadelesine katılmışlardı.
Küçük bir pencere boşluğundan sineklik için yapılan tülün izniyle soluk alıp veriyordu. Aslında sineklik görevini kötüye kullanıp, sineklerin çıkmasını engelliyordu. 4 kişilik bir koğuşta yatmanın mutluluğu da yok değildi aslında.Çünkü diğer koğuşlar 8 kişilikti ve ranzalar eskiydi. Ranzanın demirlerindeki çamurların geçen kışa ait olduğu katılığından belli oluyor , yataktaki rutubet ise malzeme deposunu korumakla görevli çatının onarılması gerektiğini gösteriyordu.

Koğuşlar yan yana bir hücreyi andırır biçimde dizilmişti. 6 metrekare odanın içerisinde insan uyuma isteğini bile yitirebiliyordu. Askerden tanıdığı konuşan aynalar burada da karşısına geçmiş ona kıyafetini düzeltmesini söylüyordu.Burada inat edip düzeltmeme ihtimali vardı aslında. O gün herkes den önce uyanmış , mutluluk saçan rüyalarını bir sonraki güne ertelemişti.Yatak ve yorgan öyle sıcaktı ki bir sonraki mevsime kadar çıkası gelmiyordu.Çok geçmeden yorganın onu terk etme vakti gelmiş bekçi Rıza ağzı çıktığı kadar bağırıyor ve bilinmeyen bir şarkı söyleyerek herkesin kabusu oluyordu. Her çilenin sonunda oluşacağını sandığı mutlulukları düşünerek indi ranzasından. Oysa gözbebekleri perdesini daha açmamış güneş ise yüksek bir apartman dağının arkasından kollarını gösteriyordu.

Terliğinin teki ulaşılması en zor köşede dinlenmede ve ona bakıp gülüyordu.İnatla terliğini ranzanın altından çıkarıp güne zaferle başlamış olacaktı.Ve aynen öyle yaptı. Terlikle konuşur gibi bir iki kelime etti ki diğerleri uyanmıştı. Daha sonra konuştuğu kelimenin anlamsızlığına gülecekti.

Hüseyin yıllardır babasının hastalığıyla uğraşmış ve çalıştığı fabrika kıyıma başlayınca 600 km uzaklıktaki küçük bir cezaevi görünümdeki bu yere kapağı atmıştı. Her sabah kalktığında babasının yatakta yatan ceset vücudu aklına geliyor ve onu bir hastaneye esir etmek için yıllardır uğraşıyordu. Ama yetmiyordu. Bir kere babasını yatırabilse hastaneye gerisini devletin getireceğini sanıyordu. Bazen de benden başkası yok mu diye düşünüyordu. Ama her düşünüşünde kalbine bir bıçak saplanıyor ve kendinden nefret ediyordu. Aslında bir ablası vardı. Ama oda alkolik kocası ve çocuğuyla uğraşmaktan eti benzi solmuş yardıma muhtaç bir durumdaydı. Zaten annesiyle arasıda bozuktu ablasının. Kızına söz geçirememenin derdiyle yanan annesi bütün olan kötü olayları damadının içtiği içkiye bağlıyor, yaptığı dantellerden gelen gelirle küçük evlerinde umut pişirip yiyorlardı. Hal böyleyken evin küçüğü boş duramazdı, çalışmalıydı ve oda 600 km uzakta buldu kendini.

Yüzünü yıkamaya gittiğinde sıra çoktan oluşmuş ve suyun soğukluğuyla oluşacak olan titremenin aynısını hissetmeye başlamıştı. Bekçi rıza ise anlamsız şarkılarına bir yenisini ekleyip herkesin beğenisine sunmaya başlamış ve gereksiz gülücüklerle sırada bekleyen insanlardan küfür yiyordu habersiz. Sıra görünümündeki birikintide insanlar günün ilk somurtuşlarını sergiliyor, bazılarında ki yüz ifadesi ise patlamaya hazır durumdaki bombayı andırıyordu. Gözünü çıkarırcasına kaşıyanlar, esnemenin insanın canını çektiren halleri, yastığın sayesinde şekil almış şekilsiz saçlar, kıçını başını kaşıyanlar ve içeride yüzünü yıkayana homurdanan sesler ve her sabah aynı şekilde lavabonun önünde toplanan umut işçileri.

Olanca kargaşalı bir iş sabahı, yüzünü ilk yıkayanlar soluğu yemekhanede alıp daha sonra oluşacak olan çay kaşığı ve bardak telaşından kurtulmayı düşünüyorlardı. Yemekhane koğuşların güneyinde kalıyor kapısı falan da yoktu zaten. Kepenklerin sesiyle yeni bir günün başlamış olduğunu kolaylıkla anlayabiliyordu insanlar. Tavanı oldukça yüksek, ucuz briketlerden yapılmış bir binaydı burası. İnsanın yemek için iştahını kaçıracak bir ortamdan başka bir şeye benzemiyordu aslında. Artık insanlar burada yemek yeme zevkinden uzak bir şekilde sadece yapması gerektikleri bir iş olarak görüyorlardı öğünleri. Oysa hepsi sıcak bir ev ortamında kahvaltı yapmayı yıllar önce terk ettikleri için hiçbiri yadırgamazdı bu durumu. Daha çok ay sonlarına doğru yüzleri güler, o da ilk 3 gün içinde paranın erimesi ile geriye kalan 27 günün acısı ile hayat devam ederdi.

Yemekhanede insanlar çoğaldıkça gürültü de artıyor çekilmez bir hal alıyordu kahvaltı ve sonunda formenler müdahale etmek zorunda kalıyorlardı. Tüm işçiler biliyordu ki işin devamının formenin kararlarından geçtiğini. O yüzden işçiler formenler geldikleri zaman saygıda kusur etmemeye çalışırlardı. Formenliğin bir okulu yoktu sonuçta herkes formen olabilirdi. Ama bu o kadar kolay değildi. Öncelikle zeki olmak gerekiyordu. İşi kendi işin gibi görmek ve sonsuz bir çaba sergilemek gerekiyordu. Bazı çalışan gençlerin bu işteki amaçlarının başında formen olmakta vardı. Bazı çocukları babaları teslim etmişti canlarını. Yaşları tutmadığı için sigortaları da yoktu oysa.

Ali 20 yıl olmuştu memleketini terk edeli. Şimdi ailesi İstanbul’un çöp kentinde yaşamaya çalışırken kendisi ailesi için burada kokuşmuş insanların çilesini çekiyordu. Kendinden küçük 2 erkek kardeşi daha vardı aslında ama onlar üniversitenin kapısına ulaşıp girmiş ve şimdi çıkmayı düşünüyorlardı.Onlar için gelecek hazırlama görevi evin tek büyük erkeği olarak alinin omuzlarına yüklenmişti.Babasını bir trafik kazasında kamyonetin kasasından çıkarmışlardı.Bir inşaat da çalışmak için istiflenmiş 7 işçiyle beraber İstanbul a bağlı bir ilçeye gidiyorlardı.Ali bu olay olduğu sırada 17 yaşında geleceğe umutlarını yeşertme çağlarında idi.Bu olay onu okul hayatından koparmış ve kendini annesi ve kardeşlerine teslim etmişti.

Rıza aslında şantiyenin tek neşe kaynağıydı. Ama sabahları kimse bunun farkına varmak istemiyordu. Zaman ilerledikçe rızanın uğraşıp, el şakası yapabileceği, güldürebileceği kıvama geliyordu insanlar. Ne kadar da insanların kahkaha aynası olsa da ona güvenilmemesi gerektiğini andıran dedikodular ortalıkta dolaşıyordu. İnsanlar yaklaşırken konuşurken tereddütlü davranıyor ve rızanın anlam vermediği tavırlar sergiliyorlardı. Rıza uzun yıllardır şirkette aynı görevde bulunmuş ve bir ailesinin olmamasından faydalanan kapital onu 365 gün esir etmişti şantiyeye. Aslında mahalle bakkalını tanıdığı derecede yakın akrabaları vardı .Ama alışveriş olmadan yapılacak ziyaret den oluşacak bir ortamdan korktuğu için cesaret edip gidemiyordu. Ayrılıp gitmeyi çok sefer düşünmüştü ama dönülecek yerin bu kürkçü dükkanı olacağının farkındaydı. Yılların rızaya komiklikten başka bunalımlarında getirdiğinin farkında değildi. İnsanlarla beraberken yaptığı şakacı tavırlar onun sadece gülmeye zorlanan tarafını sergiliyor yalnız kaldığı soğuk , ayaz gecelerde ise makinaların arkasında düşünceden eriyip bitmekteydi.

Güneş gözlerini açmış bulutlar izin verdiği oranda ortalığı ısıtıyordu. Kuş sesleri yemekhanede çoktan çınlamaya başlamış gecenin ayazında sersemleyen köpekler gizlendikleri yerden gerile gerile çıkıyorlardı. Megafondan kulakları yırtacak derecede yapılan anonslar tüm canlı alemini rahatsız ediyordu. Anonslarda bazen bilinçli veya bilinçsiz yapılan radyo karışımları bazıları için pasları çözüyor bazılarına ise işkence halini alıyordu. Haliden memnun olanlar geçici keyif sigaralarını yakmış müziğe kendini çoktan kaptırmışlardı. Diğerleri için ise bitmek bilmeyen ızdırap sigarası içmek kalıyordu. Yemekhane artık bazı şeyleri aşmış ve artık kendini kahvehane gibi hissetmeye başlamıştı. Yemekhaneci, formenlere çay servisi yapıyor ve milletin gitmesi için dualar ediyordu. Haklıydı, geride kalan 175 tabldot ve sayısız çay bardağı kabusu oluyordu. Zaman ilerledikçe muhabbet çoğalıyor önü alınmaz hale geliyordu ki bir tek anons tüm kelimeleri bıçak gibi kesiyordu. Ve aynen öylede oldu. Herkes yanına zimmetli araç ve gereçlerini alarak servise doluşup bilmedikleri bir başka yola gidiyorlardı.

Evet onlar yol emekçileriydi. İnsanların üzerinden geçerken hiç düşünmedikleri bir aracın işçileriydiler. Her birinin geliş hikayesi farklıydı.Ekmek için toplanmış oldukları bu yerden hepsi bir havai fişek gibi dağılacaklardı sonunda bunun farkındaydılar. Ama bunun bir sonu olmalıydı. Evlerinde bekleyen eşleri, çocukları, anaları, hiçbiri istemezdi böyle olmasını. Şartlar getirmişti onları bu sürgüne. Alacakları üç kuruşu evlerine gönderip kendilerine sigara parasından başkasını bırakmayan bu insanlar, toplumun en önemli vasıtasında çalışıyorlar ter döküyorlardı. Kimisi doğan çocuğunun fotoğrafıyla avunurken, kimisi aşklarını bu gurbetlikte yitirmişlerdi. Kalplerinden pompalanan kan sadece kaslara gidiyor ve daha fazla çalışma gayretiyle ömürlerini bitiriyorlardı.Bir çok temiz aşk burada yola gömülmüş ve kendileri de üzerine toprak serpmişlerdi. Bir yuva kurmaları için önceden hazırlanan gelinler arasında seçim yapmak zorunda kalıyor ve onu da anasına teslim edip yuva kurmuş duruma geliyorlardı. Gençliğindeki sevda duygularını çoktan terk edip üzerinden silindirle geçmişlerdi bile. Aşkları gibi başka düşüncelerden de sıyrılmış olan bedenleri bir makine halini almış ve bir önceki gün ile bir sonraki günün farkına varamıyordu.

 
Toplam blog
: 3
: 688
Kayıt tarihi
: 02.08.07
 
 

1997 senesinde tanıştığım şantiye ortamlarından fırsat buldukça, yazılarımla kendimi deşarj etme ..