Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Temmuz '10

 
Kategori
Deneme
 

Seksen tilki bir sepette!

Seksen tilki bir sepette!
 

Seksen tilki bi sepette


Dile kolay tam seksen tilki bir sepette. Ne sepet ama. Yıllardır hep merak ettim durdum. Bu adam bu kadar tilkiyi nereden bulur? Ne yapar? Ne serbest bırakır tilkileri, ne de kürklerini satar. Seyyah gibi dolaşır durur, tilkileri ile birlikte, sağdan sola soldan sağa.

Geçen gün irice bir taşın üstüne çömelmiş, bir yandan güneşin tadını çıkarmaya çalışırken, diğer yandan da serde işsizlik var ya yoldan geçen itleri taşlıyorum. Ne göreyim? Sokağın başında sepetinde seksen tilki taşıyan adam. Bana doğru geliyor. İş yok güç yok ya. İşsizlikten de it taşlıyoruz. Benim gibilere pek selam vermez, baba parası yiyoruz diye. Yaradana sığınıp sırrını sorayım dedim.

Tam yanımdan geçecekken, bre be tilkici, hele bi gel bakem dedim. Şu tilki işi ne iş dedim. Paslanmış, ortadan bükülmüş çiviye bakar gibi bir bakış fırlattı, dudakları kıpırdar gibi oldu, yürümeye devam etti. Bre be adam bana ne öyle bakarsın. Ben bilmez miyim işe yaramadığımı, baba parası yediğimi. Neden bana öyle bakan be.

Tam karşımdaydı ve geçip gidecekti. Tünediğim yerden indim, üç adımda kendisine yetiştim. Bre be tilkici dedim. Hele bi gel de şu hikayeni anlata bi de biz bilelim dedim. Baktı olacak gibi değil, Kenya tutkalı gibi yapışacağız tilkiciye. Eyi dedi.

Bir taşa o bir taşa ben yan yana tünedik, tilki sepetini bırakmadan. Bak delikanlı iyi dinle dedi ve başladı anlatmaya.

Çocukluğumda çok okurdum. O kadar çok okurdum ki, köydeki kasabadaki kitaplar yetmez olmuştu. Artık haftada bir şehre gider oradan kitap alırdım. Ben diyeyim dört bin sen de kırk bin kitap. Oku oku hepsi bitti. En son dün akşamüzeri kahvenin önünden geçerken yerde sararmış gazete kupürünü okudum. Hee, bu kadar okumak faydalı mı, bana sorarsan hem faydalı hem zararlı. Her şeyi biliyorsun ama hiçbir şey bilmiyorsun. Ornitorenk nedir dediğinde aptal gibi kendisine baktım. Ben bunu reklamda da duyduydum da, ne olduğuna bakmadıydım. Reklamda gogıla bak dediydiler de. Gogılı nereden bulacam ki. Bor madeni ne işe yarar dedi. Ne bileyim diyemedim, sadece sırtardım. Lan oğlum şu para madenini bi bulsam ne yapayım boru ne yapayım boku. Sen bana paradan bahset. Baktı ki cevap yok. Saksı gibi duruyoruz karşısında, anlatmaya devam etti.

Hani ben çok kitap okudum ya. Başka bi dünyada yaşamaya başladım. Okudukça prens oldum, kral oldum, savaşçı oldum. Okudukça; marangoz oldum, terzi oldum, sporcu oldum, müzisyen oldum, patron oldum, öğretmen oldum, yetmedi bakan oldum, başbakan oldum, üstüne icatlar bile yaptım.

Sporu mekik çekerken karın kaslarım ağrıdı diye bıraktım, müziği de si notasına kıl kaptığım için bıraktım. Tam sınıfta öğrencilere ders anlatıyorum, dersin can alıcı noktasındayım. Trigonometri ile aile bütçesi arasındaki denklemi çözeceğim. Bi uyanıyorum, sırılsıklam ter. Bodrum kalesi hınca hınç seyirci dolu, sahneye çıkıyorum bir mısra okuyorum, pat elektrik kesiliyor. Bi bakıyorum yine rüya.

İşte böyle rüyalar hayalleri, hayalleri suyu kovalıyor. Proje adamı olduk gitti. O kadar okuduktan sonra bir türlü ne olacağıma karar veremedim. Öğretmen mi olsam, mühendis mi, mobilyacı olayım, bilgisayar programı mı yazayım. Yazar mı olayım, ticarete mi atılayım. Doktor mu olayım yoksa siyasete mi gireyim. Neyse kafanı fazla da ağrıtmadan cümlemi tamamlayayım.

Geçen Ankara’ya gittim. Üniversite hastanesine. Hani aile hekimliğine geçilecek ya yakında. Oraya geçmeden bir baktırayım kendime dedim. Elde ayakta, midede bağırsakta problem yok tabi. Kafa da var dedim. Beni hemen kafa polikliniğine gönderdiler. Kel bi adam. Dedim ki kel doktora, doktor bey benim kafada bazı sıkıntılar var, sepetimdeki tilkileri de gösterdim. Bunlar bir türlü benim peşimi bırakmıyorlar dedim. Bana baktı. Sizin köyde güzel hatun var mı dedi. Ben dört kere evlendim ama mutluluğu yakalayamadım dedi. Sen de seksen tilki var. Bana bir yol göstersene dedi. Kel öyle deyince dedim ki. Sana ödediğim paranın üç katını alırım. Kendi teşhisimi de koyarım dedim. Tamam dedi. Ben de kendi teşhisimi koydum. Dosyaya kocaman harflerle “odaklanma problemi” yazdım. Altını imzalattırdım, çıktım geri geldim. Aslına bakarsan o kadar çok kitap okuyunca doktora gitmeden de derdini biliyorsun, ancak unvan olmayınca kimse sana inanmıyor. İlla bir tasdik illa bir imza istiyorlar.

İşte tüm hikaye burada. Odaklanma problemi. Denklemin hem kendisi hem de çözümü. Her şeyin en iyisi olabilirsin, her şeyin üstesinden gelebilirsin, Bir yandan icat yaparken, bir yandan da güzel şiir okuyabilirsin. Ancak, odaklanamazsan bi bok olamazsın.

Aha bu sepet var ya. Kuyrukları birbirine değen tilkilerin bulunduğu sepet. O işte benim kafamın ta içi.

Hadi kolay gele sana, dedi ve sokağın öte uçunda kayboldu gitti. Ne dedi bu adam diye düşündüm. Kafa doktoru, odaklanma… Bilmediğim işler. Taşı elime aldım, Hatça ebelerim köpeğinin kafasına attım. Köpek taşı kafasına yiyince bağıra bağıra, kuyruk bacak arasında bastı gitti.

Ben böyleyim, mutluyum. Kahveye gideyim de bi el pişti attım mı, odaklanmış olurum.

 
Toplam blog
: 42
: 1444
Kayıt tarihi
: 12.10.09
 
 

Henüz Almanya'nın batı ve doğu diye ayrıldığı zamanlarda Almanya'nın Solingen adı verilen yerleşim b..