Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Hakan Karaduman (Akdenizli)

http://blog.milliyet.com.tr/akdenizli

29 Eylül '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Selamın aleyküm

Selamın aleyküm
 

Cennet...


Masumiyet Müzesi (Orhan Pamuk) “elinize yapışan” bir roman; yapış yapış, yeni bir şeyler yok, kendine dolanan, bol tekrarlar yaparak okuyucuya tüm aptallığını yüzüne haykıran, yazarın gelecek kurtarmaya adadığı bir çalışma olmuş. Geçenlerde meraktan alıp okudum. Bitirdiğim zaman ilk oluşan, yüreğimde bir ezilme ve acıma hissiydi: şeyin acıması; büyük emekler verilerek ortaya konulmuş bir eserin “eser” dahi olamasının verdiği yazara karşı duyulan bir acıma.

Bir de şu var; yazar gibi bir insanla arkadaş olmak ister miydim? Çok zor…

Adam inanılmaz ayrıntıcı ve bunu yaparken “paranoid şizoid” sınırları çoğu kez geçiyor. Örneğin, Füsun’un ölüp ve kendisi komalardan çıktığı ilk dünya günlerinde kaza yaptıkları şevrole’yi almaya-görmeye gidince yaşanıyor. Arabayı gördüğünde her şey detaylanıyor, ağlamaklı oluyor, başı dönüyor. Çevredeki insanlar bir tepside-aristokrat ya- bir bardak su ikram ediyorlar oturtup ona. O şöyle söylüyor, “Su getirdikleri tepsinin üzerinde 'Kıbrıs hatırası' yazıyordu.” El insaf! 586 sayfa okuyucunun üzerine kustuğu Füsun’un ölümüyle ilk yüzleştiği anda tepside yazanları anlatıyor; ne biçim aşkmış bu? diyorsunuz. Yoksa yazar aşkı bilmiyor, okuduklarından kelimeler mi türetiyor? diyorsunuz.

Neyse efendim, eleştirmeye değen bir kitap diyemem. O yüzden lafı fazla uzatmayacağım. Ancak müze konusunda son derece etkilendim. Tabii bu bir insanın özelini kalkıp fetişist duygularla sergilemek değil. Örneğin Zalimdi Zaman adlı romanımın kapağına çektiğim resmin olduğu yer-dün oradaydım ve harikaydı; cennet orası- müzeleştirilerek ve insana dair bir çöp bile olmadan korunması çok ilgimi çekti. Ama gücüm yetmez.

***

Bayramlar bende pek derin etkiler bırakmaz. Çünkü mutlaka hastanede çalışmam gereken yorucu nöbetlerim olur. İnsanlar “dokuzlanan” tatillerinde gece gündüz sağlık hizmeti beklediklerinden ve bazen bunu isterlerken son derece kaba-anlayışsız davranabildiklerinden -750 hasta bir günde, iki yakını olsa, 2000’e yakın insanla muhatapsınız- benim için yorucu olabilmekte. İşimi doğru ve iyi yapmak, benim için sıradan bir doğruluktur bu arada.

İlgimi çeken birkaç şey oldu bayramla ilgili. Şeker mi, ramazan mı? tartışması çok ilgi çekiciydi.

Şöyle bir çözüm buldum: şeker bayramını çocuklar söylesin, diğerini diğerleri.

***

Aklıma hoş olmayan anılarım geldi.

Adamın biri “merhaba” veya “selam” diye verdiğim selamları almaz, hatta suratını asardı. Bir gün sordum neden selamlarımı almadığını. Yanıtı şöyle olmuştu: “Ben sadece Allah selamını alırım, yani selamınalayküm diyeceksin.”

Beyazıt kütüphanesine gittim. Uzun süre araştırdım; acaba “selamın aleyküm” tam olarak ne anlama geliyor diye. Bulduğum şu oldu: Araplar çölde sürekli hırsızların saldırılarına uğradıklarından birbirleriyle selamlaşırken, selamın aleyküm, yani barış üzerine olsun, benden sana zarar gelmez derlermiş. Bu sözü söylerken sağ ellerini avuç içini göstererek selam pozisyonuna getirirler ve zararsızlıklarını simgelerlermiş. İslamiyet’ten sonra da bu selamlaşma biçimi sürmüş. 3000 yıllık kökeni varmış.

Çevrenizde böyle selamlaşanlara sorunuz, nedir anlamı diye. Emin olun size farklı şeyler söyleyeceklerdir. İşte İslam’ın en büyük çıkmazı: ilk kelimesi “oku ve öğren” olan bir dini ne hale getirdiklerini, cahil insanların elinden nasıl anlam yitirdiğini göreceksiniz.

Açıkça yazıyorum: Kuran’ın yarısını anlayabilecek bir insan daha yer yüzeyine gelmemiştir. Müthiş bir derinlik ve anlam yoğunluğu vardır. Ama cahillerin elinde…

Gericilik eskitir.

Herkes cennete gitmek istiyor ama yunus ne diyor, “…bana seni gerek seni…”

***

Son günlerde ülkemizde ilginç şeyler oluyor. Aslında İsveç’in rahat bir kasabasına göre düşünürseniz ülkemizin her günü ilginç ama bu ilginçlikler üstü sanırım.

Bu Ergenekon dedikleri ne? Sayın Temelkuran’ın dediği gibi, “eğer derin buysa, vay halimize!”.

Peki kimler yakaladı ve sorguladı 500 bin insanı eylülde? 250 bin işkence deniyor; kimler yaptı onları?

Kimler dışkı yedirdi köylülere? Kimler yasaların üzerindeydi yıllarca? Dokunulmaz olanlar kurtlanan vadilerde elleri kolları serbestken, kimlerdi onlar? Kimler bizim adımıza bizleri için işler çevirdiler? Kimler kimleri korudu? Birinin adı yolsuz-hırsıza çıkınca neden paraları cukka ettikten sonra topyekun adından söz ettirmeyenler ve onları bize unutturanlar kimler? Medya, sedalı medya neden delicesine başından bu yana hükümetlerin ve güçlülerin yanında oldu ve oluyor? Gücü eline geçirenlerden mi yoksa devletin yasalarından mı korkmaları gerektiğini kimler söylüyor onlara?

Bu ateşli topraklarda yaşayan herhangi biri olarak bu soruları sanırım sorma hakkım var.

***

71’de halk ve aydın arasındaki köprüyü yıkmak için aydınları içeri almışlar ve susturmak istemişlerdi. 80’de baktılar aydın ve halk arasında zaten ciddi bir köprü yokmuş, direk halkı içeri attılar. Çoğu gariban denecek yoksul halkı. Arkasız, kendinden solcu insanlardı çoğu.

“Darbelere hayır!” diyenlerin yeni nesil darbeleri mi şimdiki yükseltilmiş sürümü bu oyunun?

***

Avrupa birliği ilk günlerde, yaşadığım yerde, bir dolmuş kooperatifinin tüm şoförlerine kravat taktırıp, “Biz Avrupa birliğine önce girdik!” sloganlarındaydı. Şimdilerde kravatlar gitmiş, yakalar fora... Diyorlar ki, gerçek yüzlerini gördük. Ve de diyorlar ki, onların bize yasaklardan başka getirdikleri bir şey de yok. Demek ki onlar böyle bir düzene girmişler: gruplaşma ve kendilerinden uzaklaşma psikolojisi; yani, bir çeşit 1984 sendromunu yaşıyorlar: büyük birader yasaları.

***

GERİCİLİK ESKİTİR.

***

İyi bayramlar dilerim.

not: karadenizi ve karadenizlileri hep çok sevmişimdir.

http://www.trabzonunsesi.com/news_print.php?id=21961

ve,

http://www.radikal.com.tr/default.aspx?aType=HaberDetay&ArticleID=895954

 
Toplam blog
: 470
: 551
Kayıt tarihi
: 28.08.06
 
 

Ateşten denizleri mumdan gemilerle geçmeye" benzer hayatımız. Mutlaka mavi gökyüzü görünecektir. Gid..