Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Temmuz '13

 
Kategori
Sinema
 

Selvi Boylum Al Yazmalım

Kime sorsanız,

 - En beğendiğin Türk filmi hangisi?  diye büyük çoğunluk  “Selvi Boylum Al Yazmalım” der.

Çok sevdik çünkü biz bu filmi. Neresinden baksanız bakın bir başyapıttır. Başroldeki kadın oyuncu (Türkan Şoray)  zaten  sinemamızın en güzel kadını, sultanı, erkek oyuncu ise en bıçkın ve en maço delikanlısı (Kadir İnanı) dır.  Filmin müziği o kadar güzeldir ki (Cahit Berkay), her dinlediğimizde içimizde eski bir dostu dinlemiş yada ne bileyim memleketi özlemiş gibi oluruz.   Yönetmeni ise sinemamızın “Ustasız Ustasıydı” (Atıf Yılmaz).

Neden sevdik biz bu filmi? Meşhur oyuncularıyla, müziğiyle ve konusuyla defalarca yayınlanan tekrarlarını izledik. Repliklerini ezberledik. Müziğini cep telefonlarımıza aranma sesi yaptık. Her şey bu kadar iyi ve güzel olunca neden sevmeyecektik ki? Üzerinde düşünmedik bile neden sevdik diye. Düşünemedik çünkü filmi bize zaten oyuncuların iç sesleri anlattı.

Sıradan bir kamyon şoförüydü İlyas, diğer şoförlerden bir farkı yoktu. Evet biraz daha yakışıklı ve cakası daha düzgündü. Farkındaydı elbet sahip olduklarının ki kendini kabul ettirme durumu vardı. Kamyonuna (ki aslında şirketin kamyonudur, kendisi sadece taş, kum ve yük taşımaktadır) arkadaş diyerek isim vermiş ve bir kişilik kazandırmıştı. Fakat, bu onu diğer şoförlerden farklı yapmazdı. Bir kadın, Dilek Hanım idi İlyas’ı şirkette farklı kılan. Sadece erkeklerin çalıştığı bir firmada rahatlıkla evlilik dışı bir ilişkiyi saklamadan yaşayabilen o devire göre belki de sıradışı bir kadındı. Sıradan görünümlü ve büyük şehir bile görmemiş bir dolu şoförün arasından elbette bu bıçkın, yakışıklı, büyük şehir görmüş delikanlıyı seçecekti. O, İstanbullu idi, Anadolu’nun o küçük kasabasında.

Asya, filmde evlenme yaşı biraz geçmiş bir ahu gözlü köylü kızı idi. Kitapta kaç yaşında veriliyor bilmiyorum ama filmi çevirdiğinde Türkan Şoray 32 yaşında imiş. Annesi çevrede olur olmaz insanlar görüp beğenmesin diye yüzüne karalar çaldırır. Fakat, nihayetinde dağ köyünden gelen görücüleri de kabul ettirir. Belli ki yabancıya gitmesinden çekinerek kara çaldırır yüzüne. O küçük köyde kendine bir pencere aralamak ister. Annesinin baskısı, ev işleri ve yaşamın zorlukları.

Filmin başından itibaren bekleriz esas kız ve esas oğlanın buluşacakları sahneyi. Görürler birbirlerini zaten ezelden beri hep yakıştırmışızdır bu esmer güzeli iki insanı. İç sesler bizi yönlendirir, anlarız birbirlerini beğendiklerini. İşte tam bize  göre devam eder film, severiz, aslında beğenen ama beğenmemiş gibi yapan naz eden kızları. Az önce şirkette varlığını kuvvetlendiren biraz da şımarmasını sağlayan Dilek hanımın kapı arkasında memelerini sıkıştıran öpen bıçkın esas oğlan. Destursuz kapısını açan ve tadını kaçıra yapan iş arkadaşını, içinde bulunduğu durumu yüzüne söylediği için (bu evlilik dışı ilişkiyi kimse ortalık yerde söylemez çünkü esas oğlan delidir) kovalayan esas oğlan. Ne de çabuk unuttu Dilek Hanım’ı.

Sancılı bir günün kısa karidir ikisi için de. Biri su taşımayı ev işine tercih edecek kadar kısır döngüde, öteki de az önce kapı ardında başka bir kadının memesini sıkarken yakalandığı için tadı kaçan üstüne kamyonu ile taşıma durumunda tatsızdılar. Yakışırdı bizim erkeğimize iki dakika önce kapı ardında sevişmek, sonra da köylü güzeline kur yapmak. Ne de olsa Dilek Hanım, gereğini yapamamış, kamyonu ile onu taş taşımaya göndermişti. Hem erkek adam, evlilik dışı ilişki yaşayan bir kadınla evlenecek değil di ya. Bu daha güzel, daha hırçın daha bakirdi.

Kaçmalı idi bu yerlerden. Daha ne kadar köyde kalacaktı. İstanbullu da beğenmişti onu. Oldu bitti. Cesur kız aslında. Güzeli, yakışıklıyı tutmak iyi idi. Herkes bunu yapardı. Aşktı bunun adı, duygular alabora olmakta haklı idi. Bu rüzgara karşı koymak zaten aptallıktı. Mantıken düşünmek yerine, duygularla hareket etmekti doğru olanı.

Cemşit usta idi aslında ortalığı karıştıran. Neden bu kadar insancıl, neden bu kadar yalnız, neden bu kadar korumacı idi. Her şeyi insan bu kadar doğru mu yapardı. Hayatın verdiği acı tatlar bu kadar mı olgunlukla karşılanırdı. Rövanşı alabilmek kadere çelme bu kadar iyi bir zamanlama ile mi yapılırdı.  Bir kadının gidecek yerinin olmayışını bu kadar mı iyi takip ederdi.  Dilek Hanım, kendini bırakan ve köylü kızına giden bıçkın delikanlıyı kadınsı bir intikam ile affedip koynuna almıştı ama, Asya kendini aldatan erkeği affetmedi. Olacaklara katlanıp, yollara düştü, kader ona da bir oyun oynamaya hazırlanırken, Cemşit ile karşılaştı. Duygular yoktu devrede, olmayacaktı da. Sevmemişti bu adamı.

İlyas, işe geri alınabilmek için eşini patrona yolladın lafına kızmıştı, tokatlamıştı. Asya şiddeti bile affedecekti ama ihaneti affetmedi. Baba evine de dönmedi. Kendi yolunu hiç ötesini düşünmeden yollara düştü. Kime, nereye, nasıl gidecekti. Bilinmiyordu. Bütün film boyunca kafalarından geçenleri duyduk, şartlandık ama Asya’nın, İlyas’ın Dilek Hanımla birlikte gittiğini öğrendikten sonra evi terk etmesi üzerine nereye gideceğini bir türlü öğrenemedik.

“Şu tepe karlı tepe yaylalar, Oo  yaylalar yaylalar yaylalar” Ne güzel türkü idi. Hele de mandolin ile çalınınca daha bir güzel, bütün aile söylenince de daha bir şirin olmuştu. Samet, onu babalığa seçmişti. Çünkü Samet 2 yaşına gelmiş, bilmiş bilmiş konuşabiliyordu.

Karşılaştılar nihayet, esas oğlan ve esas kız Cemşit’in evinde. İlyas, zamanında Cemşit’e yardım etmiş işinden eşinden etmişti. Şimdi ise sıra İlyas’da idi. Bekleniyordu, Asya gel gitler yaşıyor, çocuk bir rutin yaşamın içinde İlyas ile bir soluk alıyordu. Gönül hala İstanbul’lu dese de Asya, gerek çocuğu görüştürmeyerek, gerekse yüz vermeyerek mantıklı bir kişi gibi hareket etmenin sinyallerini vermeye başlamıştı.

Son sahne idi, bizi düşlerimizden arındıran. Aldatan ile sadık olan, terkeden ile sahip çıkan aynı değildi. Filmi kahramanlarına anlattıran bu filmin en güzel sözleri idi. Samet bir kez daha Cemşit’i babalığa seçmişti. Çünkü sevgi emek demekti.

 

  

 
Toplam blog
: 16
: 1110
Kayıt tarihi
: 30.09.10
 
 

Yalan Dünya ..