Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Saide Belgin Erdağı

http://blog.milliyet.com.tr/monti

22 Mart '20

 
Kategori
Öykü
 

SERÇE AĞLAR...

 

 

Yaşamın tüm yalanları gözlerinde saklı. Dahası yaşam, ellerinin karanlığında kaybolan dalgaları denizin. Yok olmak değişmez bir yazgıysa eğer ya sonsuza dek var olmak? Yüz çizgilerinde her zamanki kısır yalnızlık. Ellerini tutamam. Uzaklaş olabildiğince. Korkuyorum incinmenden. Hoyratlığım beni ne çok yaraladı beni bir bilsen. Yine de anlatacaklarım var sana.

Bir serçe ağlar… Sessizce düşen gözyaşları, minik inci tanelerine dönüşür. Çocukluğumda dokunmuştum ilk kez serçenin gözyaşlarına. Misket oynayan çocukları küfürlerle anlam kazanan bağrış çağırışlarındaki günlerden birinde tanıdım Ayşe ablayı. Çıka gelmişti, yalnızlığım gözlerinde…Ne çok özlemiştim sözcükleri… Geldi ve bana, serçelerin gözlerinden süzülen sonsuz gözyaşlarında gezinmenin sırrını anlattı bana. İnsanlar aksam telaşından güçlükle sıyrılıp, evlerine dönmüş, sokaklar sakinleşmişti olabildiğince. Sessizliğin kendini bulduğu o gece vakti, serçe, kederli gamlı gözlerinden iki damla, derken bir iki damla daha gözyaşı bırakmıştı kiraz saplarına. Neden ağladığını serçe biliyor muydu? Ya bir başkası bilebilir miydi? Bilinmeyenlerin cezbesi veda etti akşamın ılık gözlerine. Serçenin kuşkulu nefesi küçücük incilerin üzerinde mavi bir gökyüzü… Derken her seferinde olduğu gibi kara bulutların alaborası…Kanatlandı serçe tutunamadığı sınırsız maviliğe. Ayşe abla beni mutlu etmenin çocuk sevinci ile bense şaşkınlık ve merakla hüznün dönüşümüne dalardık, yeni bir masal kitabını aralar gibi…Gri kanatlarına sokulan serçe, dalların gölgesinde güneşi dinlerken, göz ucuyla da bizi izlerdi. Kederinden kanatları yorgun, yol alırdı, yitirdiği zamanlara doğru. Yeniden yitirmemek için gecelerini, düşler kurardı rengarenk. Ya bu düşler, pirinç tanesinden rahatsız olup uyuyamayan prenses düşleriyse şizofren gecelerde? Yaşamın tüm yalanları gözlerinde saklı! Ya hiç düşleri olmayan çocuklar isek? Göz ucuyla bizi izlerken gülümserdi kendi dilince. Kendi anlamının farkında serçe… sıska bir yasam gözlerinde… boşluk, anlamsızlık, korkak denizlerde kaybolup giden duygularla tüner rüzgarla söylesen söğüte. Gecenin kokusu deniz…

”Acı, gözyaşlarına dönüştüğünde sevinçler kapıdadır”derdi Ayşe abla incilere dokunurken ben. Islak gözlerinden düşen yaslar, inci tanelerine dönüşürken, o an da biz uykularımızda çıktığımız yolculuklarda yalpalıyoruz. Düşlerin ve kabusların kısır döngüsünü sürüyor… Oysa serçe, kirişe konmuş, yalan bir ayrılığı bembeyaz incilere dönüştürüyor. Belki tersine, var olmaktan duyduğu sevinç, dalgın, yorgun inci tanelerine dönüşmek üzere, şafağın ilk saatlerinde düşüyor kiraz saplarına.

Ayşe ablanın verdiği sır mı? Serçe ağlar…Gecedir…ve… Mutlaka kurumuş kiraz sapının kollarına konmuş bembeyaz parıldayan minik inciler, sabah güneşine gülümserler.

Salt çocukluğumuzda mi karşılaşırız mucizelerle. O günlerde yeni tattığımız her şey sanki birer mucizedir. Düşlerimiz en çok çocukluğumuzda mi nefes alır? Eğer böyleyse, nerelerde kaybettiğimizi bilemediğimiz bilyeler gibidir düşler. Ummadığımız bir an da yuvarlanıverirler yüreğimize. O günlerde verdiğimiz kararlar en dönülmez olanları mıdır? Mavili, yeşilli, sari, beyaz rengarenk misketlerin arasında.

Ayşe abla gökyüzüne dalıp gitmişti bir seferinde, uçan bir serçeyi parmağıyla gösterirken:“her şeye geciktim en çokta büyümeye… Yasam bir tünelse, yapılabilecekler için tünelin sonunu beklemekten yorulur en çokta insan” Tüneli fark etmeden, kanatlarında inciler, süzülerek geçen serçenin gözlerini yakaladık birlikte.

Artık sanki, serçeler ağlamıyor. Hanidir kiraz saplarında bıraktıkları incileri göremiyorum. Yıllar geçti, Ayşe ablanın çocukları olmuş, onlara da kiraz saplarına damlayan ak yaşların sırrını öğretmiş midir?. Akşamları balkonun demirlerine onlarca kiraz sapı yerleştiriyorum özenle, üstü kirişli ahşap kapılara pek rastlanmıyor artık kentlerin kokuşmuşluğunda. . Sabah uyandığımda balkona koşuyorum. Her ilk bahar ve yaz. Sabahları gördüğüm fiyaskoyu, artık serçelerin ağlamadığına yoruyorum sevinçle. Ya sevinçten ağlayan serçeler? Onlarda mi suskun…

Geceleri, ağlayan serçelerin rüzgarın uğultusuyla inciye dönüşen gözyaşlarını düşünerek uykuya dalmak… Onları hüzne karışan bir merakla seyretmek… Serçeler neden ağlar? Gözyaşları neden kanatır içimizi? Ya yalancı kahkahalar? Yaşamın en korkunç yalanları gözlerinde gizli. Serçelerin gözyaşlarını düşündüğümde yaralayan yalan kahkahalar çağrışır blleğimde. Kırgın gözlerim, mavi serçeleri arar.

Güneş battı. Karanlık çöktü. Nemli kurak yaz günleri. Kayboluyorum. Uzaklara gitmeden güpegündüz kendi gözlerimde kayboluyorum. Serçelere ait ne varsa onlar da kayboluyor. Kaybolan kitaplarımın tümü bomboş tahta raflarda kendi kendileriyle konuşuyorlar. Aklımda adresin de yok yazamıyorum gelemiyorum da Ayşe abla. Seni ararken kaybolmak, günlük güneşlik bir günün ortasında bir gece fırtınasında kaybolan söğütler…Yaşam ölüme sevdalı, ölümse yaşamın kıyısında.

Kasım 07, Ankara

 
Toplam blog
: 18
: 232
Kayıt tarihi
: 17.04.16
 
 

 “Söz uçar yazı kalır.” Bilgi, duygu ve düşünceler paylaşıldığında çoğalır, anlam kazanır. Zaman ..