Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ekim '16

 
Kategori
Kitap
 

Ses ve koku, büyülü şeylerdir

Ses ve koku, büyülü şeylerdir
 

Ses büyülü bir şeydir, koku da hâkeza aynıdır. İkisinin de insan ruhunun üzerinde tartışılmayacak bir etkisi vardır. İkisi de sanki ilahi bir kaynaktan gelmedir.
 
Sesin büyüsü üzerine 3 yıl önce yazmıştım, şimdi kokuyu konu edineceğim.
 
Güzel koku insan ruhunu öyle bir mest eder, öyle bir alevlendirir ki; bunda kesin bir tanrısal bir kudret var dedirtir.
 
Güzel kokuyu insanlar; ibadgâhları, evleri, elbiseleri ve bedenleri için kullanırlar.
 
Güzel koku sayesinde ibadetgâhlarında ruhani bir hava, evlerinde ferahlık, elbiselerinde insanları rahatsız etmeme güveni, bedenlerinde de ruhsal bir neşe sağlarlar.
 
Güzel kokuya tarihin her döneminde, her zamanında ve her yerinde önem verilmiştir. Adeta insanın yaşayış nedeni olmuştur.
 
Bugünkü Paris'in neden parfümün merkezi olduğunu sanıyorsunuz? Hristiyanlıkta gusül abdesti adeti olmadığı için yıkanıp temizlenme kültürü pek gelişmemişti. Çok az yıkanmak, insanın pis kokmasına neden olur. Bu pis koku ancak parfüm denilen güzel bir kokuyla bastırılıyordu.
 
Hindistan gibi ülkelerde güzel kokuya ezelden beri önem verilir. Çünkü çok sıcak bir ülkelerdir Hindistan ve dolayları. Sıcaklık insanı aşırı terletir; bu ter de pis kokular salgılattırır. Üstelik Hindistan çok kalabalık bir ülkedir. İnsan içine çıkabilmek için güven verecek güzel kokular icadına itmiştir onları bu durum. Dinlere aşırı önem verdikleri için bütün ibadetgâhlarını güzel koku yayan tütsülerle doldururlar.
 
İslam kültüründe de güzel kokuya büyük bir önem vardır. Ama bu önem daha çok ibadetgâhlar, kutsal şeyler ve ibadette bulunanlar içindir. Mesela eski camilerde kokunun verdiği ilahi bir atmosfer vardır. Mesela Kâbe'nin hemen dibindeki Hacerül Esved taşının burcu burcu koktuğunu söylerler; bunun taşın kendisinden geldiğini sanırlar. Mesela peygamberin sakalı şerifinin burcu burcu koktuğunu söylerler, kokunun kıl parçasından geldiğine inanırlar. Halbuki hem taş, hem kıl parçası güzel kokularla sıvanmaktadır. Mesela Hacdan dönen Müslümanları hoş geldine gelenlere 'Hacı kokusu' sürülür. Camiye giden ihtiyarlar ceplerinde taşıdıkları hacı kokularını ellerine, yüzlerine sürüp giderler.
 
Rahmetli dedem hacı kokusunu çok severdi. Yanına her gittiğimde elimi uzatmamı ister, uzattığımda o güzel kokusundan sürerdi. Bittiğinde ise hemen ilçeden yeni bir koku alırdı.
 
Sofu Müslümanlar arasında, kadının parfüm kullanmasının haram olduğuna dair güçlü bir inanış vardır. Sebep, erkeği cinsel yönden tahrik edebilir.
 
Çocukluğumdan beri ben de çok severim güzel kokuyu, Fransızca kökenli modern adıyla parfümü. İlk parfümümü 11 yaşındayken Konya merkezde ilaç aldığımız bir eczaneden aldırmıştım babama. Markası Snop'tu. Birkaç yıl sonra snop'un İngilizcede züppe demek olduğunu öğrenecektim. Ama çok güzel bir kokusu vardı. Kokusu hâlâ ruhumun damak tadında bekliyor. Piyasada var ama yaygın değil. Karşılaşsam tekrar alırım.
 
Sonra Fa, Rexona, 8x4, Jagler, STR8, Equol, Axe... Aslında cam şişelerde olandı parfümlerin geneli. Cam şişelerdekiler pahalı olduğu için param onlara yetmezdi. Cam şişenin dörtte bir fiyatında olan kutulardaki dedorantlardan alırdım kendime. Hatta ona parfüm derdim, uzun süre de dedim. Bazen de cam şişelerde satılan çakma parfümlerden alırdım ucuz diye. 
 
Ergenliğe girince roll-on'a da ihtiyaç duymaya başladım. Halk dilinde koltuk altı... Parfüm kadar vazgeçilmezim oldu. Hatta parfümü de solladı. Kuzenler bana derlerdi: 'Abi köydesin, köyde genelde evdesin, pek insan içine çıkmıyorsun, neden Allah'ın her günü parfüm ve koltuk altı kullanıyorsun?' diye. 'Bak oğlum insan ilk önce kendi kokusunu fark etmeli. Ter kokusundan rahatsız oluyorsa gidermeli, başkasını ter kokusuyla rahatsız etmemelidir. Yani mesele, insanın ilk önce kendine saygısı olmalı. Ayrıca güzel koku ruhuma neşe ve ferahlık veriyor' demiştim.
 
Güleceğiniz bir anımı anlatayım: 4 yıl önceydi sanırım. Annemle babam ilçeye gidiyorlardı, ilçede de markete gideceklerdi, bana bir koltuk altı alın dedim. Almışlar. Bir ay falan kullanım bitti. Annem ilçeye giderken tekrar ısmarladım. Aynısından almış. Rastgele şişeyi elime aldım, arka yazılarına bakmak için, bir de göreyim, önünde kocaman 'for women' yani 'kadın için' yazıyor. Kahkahayla anneme 'Anne, ben öyle bir aydır kadın koltuk altısı kullanıyormuşum' dedim. Evet, kokusundaki inceliği farketmiştim, ama herhalde Rexona'nın bir başka koltuk altı çeşidi demiştim.Yani dikkatsizliğimin kurbanıydım.
 
*
 
Durun, durun! Okumaktan vazgeçmeyin! Biliyorum uzun bir giriş oldu. Ama sıkılacağınızı sanmıyorum.
 
Bu bir kitap yazısı. Daha size bir kitap önereceğim. Ama ne fevkalade bir kitap... Ama ne muhteşem bir kitap...
 
Bu hafta, değerli bir arkadaşımın vurguyla 'mutlaka okumalısın' diyerek önerdiği bir kitabı okudum: Tom Robbins'ten 'Parfümün Dansı' adlı kitabı.
 
Yani, kokuyla neden başınızı ağrıttığımı umarım anlamıştırsınız. Anlamayanlar için diyelim gene de, kitabın ismi ve içeriğiyle paralellik arz ediyor. Bakın, kitapta da bunlar var demiyorum. Bunlar sadece benim fikirlerim ve benim anılarım.
 
Kitap, 1985 yılında ABD'de yayımlanmış. Aynı yıl, Kelebek Yayınlarından Türkçede çıkmış. 1995 yılında da Ayrıntı Yayınlarından çıkmaya başlamış. Banim okuduğum baskı Ayrıntı Yayınlarından 2016 yılında yapılmış 33. baskı. Belkıs Çorakçı Dişbudak nefis bir şekilde Türkçeye çevirmiş. Türü, roman. Sayfa sayısı, 432.
 
*
 
Kitap öylesine güzel, öylesine başarılı, öylesine zengin ki, inanın konuyu nasıl anlatacağımı ben de bilemiyorum...
 
Roman iki farklı zamanda anlatılmaktadır: Bin yıl öncesi ve 1980'li yılar...
Yerler, bin yıl öncesi Avrupa'sı ve doğusu. 1980'lerin Seattle, New Orleans ve Paris şehirleri...
 
Ben bin yıl öncesinden bahsedeyim, modern zamandaki konu ve kahramanlar kitapta okursunuz. Zaten romanın ana kurgusu bin yıl öncesinde bahsettiği kahraman üzerindedir.
 
Bin yıl öncesinin Avrupa'sında küçük bir ülkenin kralıdır, Alabor. Rahatlık içinde geçen eğlenceli bir hayatı vardır. Hayatı çok sevmektedir. Ölümü asla istememektedir. Sonra ne olduysa bir gün tahttan indirilir ve idam cezasına çarptırılır. Bir sayede kurtulur ölümden. Sonra Roma taraflarında bir köyde serf olarak geçirir. hayatını. Terslikler gene peşini bırakmaz. Dışlanmış bir şamana derdini anlatır, o da kurtuluşun doğuda olduğunu söyler ve doğuya gitmesini önerir. Alabor'un yolculuğu sırasında karşısına biri  çıkar ve ona yoldaşlık eder. O, Hristiyanlığın yaygınlaşmasıyla gücünü iyice kaybeden keç ayaklı tanrı Pan'dır. Alabor doğuya gider, gider, gider... Budist felsefeyle tanışır, sonra ölümden kaçan bir Hindu kızıyla tanışır. Adı Kudra'dır bu kızın. Kudra güzel kokulara çok düşkündür. Kaderdaşı Kudra'yla hayatı daha bir anlam kazanır Alabor'un.
 
*
 
Kitap öylesine zengin ki, 'Yok, yok bu  kitapta diyeceksiniz.
 
Dil ise, sıcacık, son derece edebi, samimi, ironik, mizahi...
 
*
 
Bana kalsa, sırf bu kitap için yazara Nobel Edebiyat Ödülü veririm. Adeta, edebiyat budur, roman budur işte dedirtiyor.
 
*
 
Martı, Pegasus, Koridor, Artemis, Epsilon gibi yayınevleri, bestseller olan yabancı kitapları, janjanlı bir kapakla basıp satar. Ben genelde çoğunu beğenmem. Kuru bir havası olan öylesine kitaplar olarak görürüm.
 
Size bir şey diyeyim mi?
Saydığım yayınevlerin çıkmış 500 kitabı bir kefeye, bir kefeye de bu kitabı koysalar, -fiziken olmaz ama ruhen- kesin bu kitap ağır gelir.
 
-Mustafa Yıldırım - 06.10.2016
 
Toplam blog
: 480
: 715
Kayıt tarihi
: 03.11.12
 
 

Konyalıyım. Edebiyat okudum. Amatör yazar ve şairim. ..