Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Haziran '08

 
Kategori
Güncel
 

Sevan Nişanyan'ın mutlak iktidarı kavanoz içinde mi?

Sevan Nişanyan'ın mutlak iktidarı kavanoz içinde mi?
 

Tarih zor bir bilim dalıdır. Yaşarken tarihi yazanlara doğuda vakainüvist adı verilir. Bugün bu işi gazeteler, köşe yazarları ya da güncel notlarını kitaplaştıranlar yapıyor. Tarihin geriye doğru yorumlanması ise bilimi ilgilendiriyor.

Tarih de genel olarak iki bölüme ayrılabilir.

1. Resmi Tarih; o ülkenin egemen tarih anlayışını yansıtır. Okullarda okutulur. Herkes de bu nedenle bilir.

2. Gayriresmi Tarih; biraz karanlık taraftır, egemen tarih anlayışı altında ezilmiş ya da görmezden gelinmiş veya genel bir sınıflandırmada detay olarak kalmıştır. Çoğunlukla herkes tarafından bilinmez. Gayriresmi tarih revizyonist tarihçilerin kaynak yeridir.

Revizyonist tarihçi nasıl olunur?

Tarih her zaman olayları peş peşe kronolojik sırasına göre verme işi değildir. Yorum da gerektirir. Türkiye'de son yirmi - otuz yıl içinde bir revizyonist tarih yönelimi gelişmiştir. O karanlık sayfaların arasında farklı olanı, görünmeyeni ortaya çıkarmakla kalmaz, onun dönem koşulları içinde ne anlam taşıdığını da yorumlarlar.

Örneğin Dr. Rıza Nur günlükleri resmi tarihin dışında okunabilen gayriresmi tarih notlarıdır. Bu notlardan yola çıkarak kemalizm çok ciddi olarak sorgulanabilir.

Bu kadar giriş yeter.

Haftabaşı Taraf Gazetesi'nde Neşe Düzel'in bir röportajını okudum. Konuk Sevan Nişanyan'dı. Neşe Düzel'in sorduğu ilk soru Nişanyan hakkında bize hemen bilgi veriyor.

"Yeni bir kitabınız çıktı. Yakın tarihle ilgili bildiklerimizin neredeyse tümünü sarsan iddialarınız var. Siz Osmanlı’nın son yüzyılının bir gerileme ve çöküş dönemi olduğunu kabul etmiyorsunuz. Sizce Osmanlı’nın son yüzyılını nasıl tarif etmek gerekir?"

Demek ki bir tarihçi ile karşı karşıyayız; üstelik tarihin bizim hiç bilmediğimiz karanlığını bulup ortaya çıkarmakla kalmayıp onu da yorumlayan bir kişi olduğunu hemen ayırt edebiliyoruz.

Nişanyan'ın iddiaları ilginç elbette.

Örneğin, şu türban gündemine ilişkin tesettür konusuna farklı bir pencereden bakmış.

"1918’den itibaren Batı ülkelerinde kadınların toplumdaki rolüyle ilgili bir patlama oldu. Bizde bu değişim önce İstanbul’da yaşandı. 1918-21 yıllarında kadınlar birden bire tesettürü bıraktı. Ankara ise buna inanılmaz bir taassupla karşı çıktı. Ankara 1920, 1921 ve 1922 yıllarında tesettürü savundu. Ve 1922’de Ankara rejimi tüm ülkeye hâkim olduğunda, kadın haklarına ve giyimine ilişkin oldubittilerle karşılaştı. Atatürk, bu yeni döneme büyük bir esneklikle ve hızla intibak etmeyi başardı."

Yani Dersaadette kadınlar çoktan çarşafı atıp yerine modern giysileri giymişlerdi. Oysa M.Kemal'in kontrolündeki Ankara fazlasıyla tutucu davranıyordu.

Bu satırları okurken tam da mütakere yıllarını anlatan Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Sodom ve Gomore isimli romanı geliverdi, aklıma. İstanbul'da yaşayan bir grup işbirlikçinin ülkenin içinde bulunduğu kaosa rağmen nasıl da işgal orduları askerleriyle birlikte çılgınca eğlendiklerini anlatıyordu. Sadece o mu? Attila İlhan'ın en çarpıcı eserleri arasında yeralan Dersaadette Sabah Ezanları isimli romanında da bunu okumuyor muyduk? Evet o tarihte İstanbul'da tesettürle birlikte bir çok şeyi atmıştı bir grubun öyküsünden mi esinleniyor tarihçimiz?

Nişanyan'ın çok çarpıcı ve bence siyaset bilimi ile uğraşan bir kişiden beklenmeyecek derecede işin doğasına uymayan bir Mustafa Kemal yorumu var.

"Olağanüstü cesur, yaratıcı, zeki bir şahsiyet. Fakat ne yazık ki bu deha ve güçlü kişilik ardında çok olumlu bir performans bırakmadı. Atatürk mutlak iktidarı terk edebilirdi, etmedi. Orta ve üst kadroların büyük bölümünü şahsi ağırlığı altında ezdi, yok etti. Ülke, siyasi kadro azlığıyla karşılaştı. Ayrıca şahıs putlaştırılmasına dayanan kült, Türkiye’ye bugün bile altından kalkamadığı bir manevi, kültürel ve siyasal yıkım getirdi. Mustafa Kemal, 1926’dan itibaren memleketin her meydanına kendi heykelini diktirme işiyle şahsen ilgilendi. Şehir meydanlarına kendi heykelini diktiren ilk cumhuriyet lideri olmak gibi ilginç bir özelliğe sahip oldu dünya tarihinde."

Siyaset biliminde mutlak iktidarı terk etmek diye bir kavram var mı? Tarihin hangi döneminde iktidar olmuş bir sınıf, kişi, zümre, hanedan ya da parti iktidarı terk etmiştir? Bu elbette Nişanyan'ın bilimselliğini zayıflatıp, taraflı revizyonist tarihçiliğini parlatan bir yorumdur.

Bir de şu var. Revizyonist tarihçiler bugün Mustafa Kemal'le çok uğraşmaktadırlar. Örneğin Murat Belge, Latife Hanım gibi ona Kemal der. Türkiye'de kemalizm dedince akla 1938 sonrası gelmelidir aslında ve o da İnönü dönemi olmalıdır. Yukarıdaki tüm eleştiriler İnönü'ye yönelik olmalıdır. İnönü kendi resmini taşıyan para bastırarak iktidarına farklı bir boyut katmıştır. Atatürk imgesinden revizyonsit tarihçiler dışında aslında rahatsızlık duyan bir halk tabanı da yok. Ne diyor, yıkım getirdi. Tarihin hiçbir zaman diliminde görülmemiş bir sevgi vardır Atatürk'e karşı, Türkiye'de. Bu onun mutlak iktidar sürmediği anlamına gelmiyor. Cumhuriyetin ilk lideri olarak da bir çok ilke imza attığına da kuşku yok tabii...

Bu mutlak iktidarı Nişanyan'ın mutlak iktidarını sorgularken tekrar döneceğiz.

"Arapça eğitimini ve eski yazıyı kaldırarak, Kuran’ın referanslarını toplumdan silmeye çalıştı. Böylece toplum devletin onayladığı tercümelerle yetinecekti."

Buradan ne sonuç çıkarmamız gerek? Bizim eski Osmanlı toplumumuz, Arapçayı şakır şakır konuşmakla kalmıyor, Kur'an'ın dilini de mealini de çok iyi biliyordu. Böyle olmadığını çok iyi biliyoruz.

"1923’te kurulan rejim demokrasi değildir. Bakın... 1876’da Birinci Meşrutiyet’le Meclis açıldı. Serbest tartışmalar ve mebus seçimleri yapıldı. 1908’den itibaren de siyasi partiler kuruldu, 1908,1912 ve 1913’te seçimler yapıldı. Cumhuriyet ise demokrasiyi kesintiye uğrattı."

Demokrasi bir cumhuriyet kültürüdür ve konsensusla zaman içinde inşa edilir. Bugün revizyonist tarihçiliğin algılamakta ya da özellikle yanlış göstermeye çalıştıkları yorum farkı budur. Söz konusu dönem için İttihat ve Terakki'nin diktatörlüğü ya da siyasi suikastler adı da veriliyor. Cumhuriyet'in İngiltere'deki gibi sağlam bir altyapı üzerine ilan edilmediğini revizyonist tarihçilerimiz yine göz ardı etmeye ısrarla devam ediyorlar.

Röportajda Enver Paşa - M.Kemal karşılaştırması var. Elbette Enver Paşa'ya daha pozitif yaklaşılıyor.

Konuşulacak çok şey var. Ama yer yok. Son olarak Sevr konusunda sözleri.

N.D. Kurtuluş savaşı olmasaydı bağımsızlığımızı kaybetmez miydik sizce?

Bir süre için kaybederdik ama 1918’de Amerika, İngiltere ve Fransa Türkiye’de sağlam bir devletin oluşmasını talep ediyorlar. Türkiye o tarihte yıkılmış ve ekonomik olarak tükenmiş olduğu için, bazı reformlar gerçekleşinceye dek bir vesayet altında tutulmasını da savunuyorlar. Bakın... 1945’ten sonra uygulanan modelin ta kendisidir bu. 1946’da Marshall Planı ve NATO’yla Türkiye Amerikan mandasına girdi. 1918’de konuşulan da farklı değil. Bir reform hükümeti kurulacak ve ülke belki 20 yıl Amerikan mandası altında bulundurulacak ve sağlam modern bir devletin oluşması sağlanacak. ‘Türkiye’nin maliye iradesine, ordusunu sağlamlaştırmaya, kara ve deniz yoluna ihtiyacı var’ diyorlar. 1918 ve 1919’da bu gündemdedir. Sevr gündemde değildir. Sevr de Türkiye’yi bölmez ya...

Nasıl bölmez?

Sevr’in maddelerinin büyük kısmı, Türkiye’nin üçlü bir uluslararası idare altına sokulmasıyla ilgilidir. Sevr, hükümranlığı Türklerden alır. Bir şeye dikkat etmek lazım. Kurtuluş Savaşı, Sevr’e bir tepki değildir. Sevr, Kurtuluş Savaşı’na bir tepkidir. Ankara’da Millet Meclisi açıldıktan bir ay sonra Sevr Anlaşması gündeme geldi.

Sevr'den bir kaç hatırlatma...

    Sınırlar (madde 27-36): Edirne ve Kırklareli dahil olmak üzere Trakya'nın büyük bölümü Yunanistan'a, Ceyhan-Antep-Urfa-Mardin-Cizre kent merkezleri Suriye'ye bırakılacak, İstanbul Osmanlı Devleti'nin başkenti olarak kalacak; Boğazlar (madde 37-61): İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi silahtan arındırılacak, savaş ve barış zamanında bütün devletlerin gemilerine açık olacak; Boğazlarda deniz trafiği on ülkeden oluşan uluslararası bir komisyon tarafından yönetilecek; komisyon gerekli gördüğü zaman Müttefik Devletlerin donanmalarını yardıma çağırabilecek; Kürt Bölgesi (madde 62-64): İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan bir komisyon Fırat'ın doğusundaki Kürt vilayetlerinde bir yerel yönetim düzeni kuracak; bir yıl sonra Kürtler dilerse Milletler Cemiyeti'ne bağımsızlık için başvurabilecek; İzmir (madde 65-83): Yaklaşık olarak bugünkü İzmir ili ile sınırlı alanda Osmanlı devleti egemenlik haklarının kullanımını beş yıl süre ile Yunanistan'a bırakacak; bu sürenin sonunda bölgenin Osmanlı veya Yunanistan'a katılması için plebisit yapılacak; Ermenistan (madde 88-93): Osmanlı Ermenistan Cumhuriyetini tanıyacak; Türk-Ermeni sınırını hakem sıfatıyla ABD Başkanı belirleyecek (Başkan Wilson 22 Kasım 1920'de verdiği kararla Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis illerini Ermenistan'a verdi.) Arap ülkeleri ve Adalar (madde 94-122): Osmanlı savaşta veya daha önce kaybettiği Arap ülkeleri, Kıbrıs ve Ege Adaları üzerinde hiçbir hak iddia etmeyecek; (Kaynak Vikipedia)
Yorum farkı diyelim. biz de anlamakta zorlanıyoruz ya; Nişanyan bize Sevr'in bizim bildiğimiz gibi bir anlaşma olmadığını gösteriyor.

Kısacası bu millet, o dönem vatanlarını savunmak için herşeyini feda etmiş Anadolu insanı boşu boşuna vesvese eden bilinçsiz bir topluluktur. Ankara'daki hükümet de öyle. Onlar da işi İstanbul'a ve işgal ordularına bıraksa biz şu an çok daha uygar ve gelişmiş olacaktık. Emperyalizm özünde kötü bir şey değildir. Gelişmemiş toplumları uygarlık seviyesine eriştirmek için karşılıksız bir çaba içindedirler.

Evet... Nişanyan bu kadar laf ettikten sonra karısının üzerine kendi pisliğini dökerek bu hafta benim için hep gündemde kaldı. Bu yazıyı üç gündür kafamda taşıyordum. Nişanyan'ın nasıl bir psikoloji ile hareket ettiğini bilmiyoruz. Karısı kezzap dökmesinden korktuğu için jandarmaya sığınmış.

Oysa Atatürk'e ne diyordu?

Mutlak iktidarını terk etmeyi bilmedi. Şimdi Nişanyan'a soruyoruz.

"Siz erkekliğinizden aldığınız güçle ele geçirdiğiniz ve kavanozun içine hapsettiğiniz mutlak iktidarınızı neden terk edemiyorsunuz, Sayın Nişanyan?"

Uzay Gökerman


Konuyla ilgili haber kaynakları

Milliyet Gazetesi 27.06.2008 günlü sayısı
Taraf Gazetesi 23.06.2008 günlü sayısı



 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..