Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ekim '14

 
Kategori
Edebiyat
 

Sevmeyi ve beklemeyi bir görev bilen Şaiir: Can Yücel !

Sevmeyi ve beklemeyi bir görev bilen Şaiir: Can Yücel !
 

Küçükken annem, yerde ekmek görünce: yükseğe koy kuşlar yer derdi.Sevdiklerimizi hep yüksekte tuttuk, acaba kuşlar mı yedi ?


HERŞEY SENDE GİZLİ

Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif.
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin…
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;

Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,

Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..

İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir

Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...

Yergici anlatımı ve kendine özgü dil örgüsüyle çağdaş Türk şiirinde özgün bir yer edinen, eski milletvekili ve bakanlardan Hasan Ali Yücel’in oğlu, Can Yücel’in hayatını anlatıp, şiirlerini okuyacağız!

Can Yücel: 1926’da İstanbul’da doğdu, ortaöğrenimini Ankara erkek lisesinde, yükseköğrenimini Ankara Üniversitesi Dil –Tarih ve Coğrafya fakültesiyle, İngiltere de Cambridge Üniversitesinde tamamlayan Yücel; Askerliğini Kore’de yaptı. Uzun süre Paris ve İngiltere de kalan Yücel, BBC radyosu Türkçe yayınları bölümünde spiker olarak da çalıştı; Ancak hayatında hep ilk sırada Şiir yer aldı, iş dünyasında az çok az zaman geçiren Yücel, kendisine meslek olarak hep şairliğini seçtiğini söyledi!

1962 yılında İngiltere de; 1709’da, Latin harfleri ile taş baskısı olarak basılmış bir ‘’Türkçe Dil Bilgisi’’ kitabını bulması geniş yankı uyandırdı. Ertesi yıl yurda dönünce, bir süre Bodrum’da turist rehberliği yaptı sonra İstanbul’a yerleşti, çeviriyi uğraş edindi ve bir çevirisi nedeniyle 12 Mart döneminde hüküm giydi, ceza evinde yattı! 1974’te çıkan aftan yararlanarak serbest kaldı…

Edebiyat yaşamına, üniversitede öğrenciyken yayımladığı şiirleri ile girdi! Şiir, yazı ve çevirileri 1945’ten itibaren; Yenilikler, Seçilmiş Hikâyeler, Dost, Şiir Sanatı, Yön, Papirüs, Yeni Dergi, Yeni Düşün Vatan ve Demokrat vs. dergi ve gazetelerde yayınlandı…  Şiirlerinde argo ve müstehcen sözlere çok sık yer veren şair, bu nedenle zaman zaman dikkatleri üzerine çekmiştir.

 

CAN'IN MEZARTAŞI'NA

İstenmeyen o rüyanın parçasıydım

Hani güneş hani aydım

Aymazoğlu bir sarhoştum

Kimi dolu kimi boştum

Tüm maratonlarda koştum

Koşumların atmış hergele

Tavla oynar zarı gele

Ne met ne de cezir

Anam ağlar gide gide

Basurumdan başlar bezir

Taşındaydı nazım bezir

Bir Sultan'dan beri yesir

Serilmiş altına hasır

Orhan gibi müzmin nasır

Yıktın mıydı yerle yatır

Kalktı mıydı İsa Musa

Bazan uzun bazan kısa

Şeytan ileydi dünür

Kamışında bir mühür

Dövmeyinen dövülmüşnen

Dağa çıkmış gümüşliylen

Çıktı mıydı lamülahe

Her yanı dağdan lale

İndi miydi bir lekeyle

İne çıka ine çıka

Şiiri pençe sırtın yaka

Bu dünyaya baka baka

Zeynep'le aşktan Ayşe

Can olduğundan nâşe

Kar yağdığından meşe

Bakmayın bu gebeşe

Çıktıysa da arşa

Dikiynen kaşağnan

Kabirine mezarına

N'olur arazözle işe

 

Sonra çocuklarınki

Gençlerinki

Tekel İşçilerininki

Sonra, ellerin elleri...

Ne kadar çok elimiz oldu, baksana,

Tutuşa tutuşa

Bir orman yangını gibi!

Daha sonralarda kavuşturmaya uğramasına neden olan ve 1974’te çıkan ‘’Bir Siyasinin Şiirleri’’ isimli kitabı, o döneme kadar ki şiir macerasının dengeli bir birleşimi olarak görüldü. Bu şiirlerinde hapishaneden dışa ve orda yaşayanlara dönük izlenim, gözlem duygu ve düşüncelerinin toplamını, kendi politik kimliğini sorgulamasıyla birlikte verdi. Tarihsel olaylarla, günlük olayları iç iç’e işleyen Yücel, günceli taşlama yüklü bir ifadeyle politik eleştiri düzeyinde ele aldı. Toplumsal olanı yansıtmada gülmece şiirlerinin en önde gelen öğesi oldu.

Politik Taşlamasına İki Örnekle:

A) İlkin ELİFBA'ydı, Sonra ALFABE oldu, Derken ABeCe, Şimdi de A.B.D. oldu,

B) Ha gözlerinle müezzini aramışsın boş şerefede Ha Ankara'daki madara yöneticileri! Onlar da bulmuşlar birer Amerikan mikrofonu Oturdukları yerden okuyorlar ezanlarını.

Şiirlerinde toplumcu bir bakış açısından yola çıkarak, daha iyi bir dünya’nın kurulması amacını savunan Yücel’in, sözcük oyunlarıyla ulaştığı dil ustalığı, şiirini yeni anlam boyutlarıyla donatarak etkili kıldı. Halk kaynaklarına, halk ağzına daha çokta halk türkülerinin deyişlerine de yaslanan Yücel’in kullandığı günlük söylem, yöresel deyişler, deyimler ve argo sözcükler, Yücel’in şiirini etkili kılan diğer öğelerdir.  Diyaloglar, atasözleri benzetmelerle kendisine has bir üslup oluşturdu…

Yazmadan başlayarak tüm şiirleri incelendiğinde; Yücel’in şiirinin İroniden başka yönlerinin olduğu da fark edilecektir. Örneğin: Yoğun bir duygusallık ve sevgi arayışı, ustalıkla doruğuna ulaşmış bir dil işçiliği. Entelektüel düzeye varmış bir biçim arayışı, yanlışa haksıza karşı yerleşik nizamdan öç alırcasına öfkeli ve bir o kadar da acılı direniş, bir başkaldırı…

Ölüm var zira. Ölüme inat tutunmak lazım,

İnadına kök salmak lazım; Bari ufak kaçışlar yapabilsek.

Var tabii yapanlar. Ama az. Sadece kaymak tabakası,

Hepimiz kaçabilsek... Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.

Gün içinde mesela... Küçücük gitmeler yapabilsek. Ne mümkün.

Sabah 09.00, akşam 18.00. Sonra başka mecburiyetler.

Sıkışıp kaldık. Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli bu kadar ağır olmamalı.

Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz. Bir ömür karşılığı bir ömür yani, Ne saçma. Bahar mıdır bizi bu hale getiren? Galiba.

Ben her bahar âşık olmam ama her bahar gitmek isterim. Gittiğim olmadı hiç. Ama olsun...   İstemek de güzel...   (Gerçek işte bu’ya:  Herkes gelirken o bahar da, sen gideceksin; Herkes giderken o sonbaharda, Sen geleceksin)  Sizi bilemem ama, Can Yücel işte beni tam  burada yakaladı..!

En ağdalı ifadelerden, an acılı ağıtlara… En sert sokak ağızlarından, en yoğun sevda ve sevgi şiirlerine… Zekâ pırıltılarından en sade söyleyişlere kadar, her şeye yer verdiği şiiri: Bir vazifeye adanmışlık şiiridir, O’nun! Yücel ayrıca, Lorca, Shakspeare, Brecht gibi önemli yazarlardan yaptığı çevirilerde; Yapıtları neredeyse yeniden yazarak, kendine özgü değişik bir çeviri anlayışı getirmiştir, Edebiyat dünyamıza!

Başka türlü bir şey benim istediğim,
Ne ağaca benzer ne de buluta benzer;
Burası gibi değil gideceğim memleket,
Denizi ayrı deniz, havası ayrı hava;
Nerde gördüklerim, nerde o beklediğim kız
Rengi başka, tadı başka.

Can Yücel: Şairliğini; şiirin külhanca raconlarından yararlanarak, siyasal inançlarıyla yoğurdu. 12 Ağustos 1999 tarihinde İzmir’de öldü. Vasiyetine uyularak Datça’da toprağa verildi.  ATİLA İLHAN ve CAN YÜCEL: İkisi de düzene karşı yaşam savaşı veren, kılıçvari kalemleriyle mücadele eden birer Gladyatördü, İkisi de yüce yaratıcıya kavuştu!  Kültürel Milliyetçilik harekâtımızı besleyecek ve Türkçü gençlere heyecan verecek; Şiirleri için bıraktıkları eserleri için onlara sonsuz teşekkürler. Allah, en nurlu yerinden bir döşek versin onlara, Allah rahmet eylesin!

EĞER/ CAN YÜCEL

O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,
arkalarında doldurulması
mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.

Dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile,
en güzel yerde başlatılsaydı eğer.

Utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer

Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,
çalınan birinin kalbiyse eğer.

Korkulacak bir yanı yoktur aşkların,
insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.

O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,
hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.

Daha çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar,
kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.

Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
öylesine delice bakmasalardı eğer.

Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de
kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.

Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin,
son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.

Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman,
meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer.

Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,
beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.

Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.

O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,
yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.

O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,
son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.

Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,
her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.

Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,
dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.

Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel,
namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer.

Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,
dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.

Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,
sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.

Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine,
kulağına okunacak biri olsaydı eğer.

İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de,
kartvizitinde 'onca ayrılığın birinci dereceden failidir' denmeseydi eğer.

Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.

Issızlığa teslim olmazdı sahiller,
Kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.

Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
Yalnız kalmaktan korkmuyorum da,
ya canım ellerini tutmak isterse...

Evet Sevgili,
Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,
kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!!

Sevgili okurlar: Yaşanan hayat, kişinin dünyadaki aynasıdır, O ayna herkesin kendisine göre pırıl pırıldır. O’nu dosdoğru yaşamakta bizim elimizdedir. Büyük günde, herkesin yaşadıklarının eline hesabı gelecektir… Yüce yaratanımız, o gün hesabı düzgün olanlardan olmayı nasip eder inşallah! 40-50 yıllık yaşamımızda kırmayalım kimseyi, sevmeyi bir görev bilerek sevelim. İncitmeyelim en yakınımızdakini bile! Fakir ve yetim malını yemeyelim, dosdoğru yaşayalım. Bize verilen kısacık hayatın değerini bilerek, gün gün sevinç ve mutluluk içinde yaşayalım! İyi bir isim bırakmak, bizim bırakacağımız en büyük mirastır… Bunu da unutmayalım!

Sevmek seviyorum demek değil,yüreğinde hissetmektir...Ve aşk yanında olanı sevmek değil, bazen gelmeyecek birini beklemektir ( Can Yücel) 

En derin saygı ve sevgilerimle!

2020'ye doğru...

Ekim 2014, Çorum'un bir köyü!

A.Ümit Yıldız

 

 
Toplam blog
: 67
: 4037
Kayıt tarihi
: 24.04.07
 
 

17 Şubat 1986'da: Soğuk karlı bir Şubat gecesi Koca Karı olan ebenin ellerine ''bilim otoritelerinc..