Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Temmuz '09

 
Kategori
İnançlar
 

Şeytan da ateist değildir! (2)

Şeytan da ateist değildir! (2)
 

şeytann!!!


İnsan, insanı merkeze koyar (homo santrizm). Kendini tüm yaratılmışlardan daha değerli görür. İnsan hayatı herhangi bir başka canlının hayatından çok daha değerlidir. Her topluluk da kendi kültürünü, geleneğini, alışkanlıklarını diğerlerinden üstün, daha doğru veya kendine daha yakın görür (etno santrizm).

Hatta dünyanın hemen hemen her yerinde yaşayanlar için, muhafazakâr küçük köylerinin kültürü doğa kanunları kadar gerçek ve değiştirilemezdir. Gelenek, görenek, giyimleri vb.-kendi dinlerine göre- dini açıdan da en uygun olandır. Bir topluluk arazisinin verimsiz olduğunu, ormanı yok etmekle hata ettiğini kabul edebilir. Ama atalarının işe yaramaz insanlar olduğunu, geleneklerinin saçma olduğunu, dine aykırı olduğunu kolay kolay kabul etmez. (Örneğin, zorla evlilikler, başlık parası, kan davası hepsi İslam’dan sapmalardır. Ama bir şekilde kitabına uydurulmuştur.) Bu Afrika’daki kabile için, Fransız veya Türk için, Antalyalı veya Trabzonlu için de böyledir.

Farklılıklar gerçekte insanları yakınlaştırmak için vardır. Düşünce yapısı bize uygun olan, ortak zevklerimiz olan insanlarla daha iyi anlaşırız. Bu insanları kendimize daha yakın hissederiz. Ama bu bizim gibi düşünmeyenlere düşmanlık gerektirmez. Bir kişiye gönlümüz ısınır, o kişiyi eş seçeriz. Aile üyelerimizi severiz. Ama aklımızla diğer insanların da kendi ailelerini sevdiklerini biliriz.

Farklı renkleri, desenleri, modelleri severiz. Kendi zevkimiz, seçimimiz bile zaman içinde değişir.

Tek bir dünya kültürü, dili, vatandaşlığı gibi bir hedef gerçekçi değildir. Pratikte bu zaten mümkün değildir. Fabrikadan çıkmış robot gibi bir örnek kadın ve bir örnek erkek, aynı özellikler, aynı dil, aynı zekâ vb. olması zaten seçme şansını ortadan kaldırır.

Seçkinlik kültürel veya etnik değil, kişiseldir. Bütün toplumlarda görece iyiler ve kötüler, masumlar, suçlular, hapishaneler, aptallar ve akıllılar, bütün ülkelerin tarihinde “karanlık sayfalar” vardır. Aynı kültürde yaşayan insanlar da birbirinden farklı karakterlere, yaşam anlayışlarına ve davranış biçimlerine sahiptirler.

<ı>

<ı>“Ey insanlar! Biz sizi, bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve örfler yoluyla tanışıp kaynaşasınız diye sizi milletlere, boylara ayırdık. Hiç kuşkusuz, Allah katında en seçkininiz, sakınılması gereken şeylerden en çok sakınanızdır.”(Hucurat, 105/49, 13)

Bu açıdan bakınca azınlık-çoğunluk, azınlık hakları, etnik milliyetçilik gibi bir kavram yoktur. Hiç bir grup diğerinden üstün değildir ki, diğerlerine bir takım haklar vermek lütfunda bulunsun!

Tarih boyunca Helen-Barbar ayrımı, renk ayrımı, Hint-Avrupalı, Asyalı ayrımı, din ayrımı (örneğin Osmanlı’da “millet” demek etnik köken veya kültür değil din demektir: Müslüman Milleti, Yahudi Milleti vb.) gibi farklı özelliklere göre sınıflamalar olmuştur. Ayrımın bir gerçeği veya standardı yoktur.

Her ulus farklı kökenlerden gelen insanlardan oluşur. Entegrasyon ile süreç içinde ortak kültür gelişir. Aynı ülkenin vatandaşları aynı etnik kökene ve aynı anadile sahip olmalıdırlar diye bir kural yoktur. Ortak olan toprak, tarih, kader, yaşam ve hemen hemen her ülkede olduğu gibi çoğunluğun konuştuğu dildir.

Yeryüzünde beş binden fazla etnik grup olmasına rağmen bilinenlere benzemeyen tamamen özgün kültür yoktur. Yeryüzünde etnik grup sayısınca devlet veya saf ırk diye bir şey de yoktur. Eğer entegrasyon veya asimilasyon olmasaydı insanların irice klan ve köy topluluğu ötesine geçmemesi, kendi soyuyla, kendi kültürüyle yaşaması gerekirdi. Çünkü köyden köye bile, şive ve dildeki bazı kelimeler değişebilir. Asimilasyona zorlamak, yasaklar, baskı yanlıştır. Ama aynı kalması için özel çaba göstermek, kültürü koruyoruz diye adeta değişmemeye zorlamak da yanlıştır: Yamyamlık, insan kurbanı gibi adetler, giyim kuşam hep süreç içinde değişmiş, animizm, şamanizmden tek tanrılı dinlere geçiş vb. gibi farklılaşmalar olmuştur. Akıllıca olan gelişmeyi aklın ve gereksinimlerin doğal akışına bırakmaktır.

Emperyalist icadı olan etnik milliyetçilik, farklılıkların düşmanlığa dönüştürülmesi büyük ülkeleri bölüp yutma tuzağı ne yazık ki hala işe yaramakta, etnik ve dini farklılıklar yüzünden insanlar öldürülmekte, ülkeler parçalanmaktadır. (Yerel politikacıların farklılıklardan çıkar umması, farklılıkları kaşıması, kendini bir tarafın savunucusu ilan etmesi ve diğerlerini “ötekileştirmesi” savunma duygularını harekete geçirmekte, zıtlaşma çözüm yollarını tıkamakta, hayatın doğal akışı içinde zaten ortak yol bulunacak farklılıklar, rejim sorunu haline getirildiğinde çözüm süresi uzamakta ve kangrenleşmektedir. Düşmanlık cana, mala, yaşama, ülkeye, insanlığa geri dönüşü olmayan kayıplar ve zarar vermektedir.) Ancak bu başka ülkelerde çatışma ve ayrılık çıkaranların kendi ulusları da aynı soydan, aynı etnik kökenden gelen insanlardan, saf ırktan oluşmamıştır. Dahası, bu ülkelerde yaşamak isteyen, evlenerek gelecek olan başka ülke insanlarına, yaşayacakları ülke dilini bilme zorunluluğu getirilmektedir. Sahip oldukları gelenek ve anlayışlara aykırı sahnelerin bulunduğu görüntüler gösterilerek, gelecekleri toplumun normali olan bu görüntüleri benimsemek zorunda oldukları belirtilmekte, onay alınmayanlar ülkeye sokulmamaktadır. Yine, evlerinde ülke dilinden farklı dil konuşulan ailelerin çocuklarının okulda başarısız olduğu, çoğunun üniversite okuyamadığı ve okullarını terk ettiği, ülke eğitim ortalamasını da aşağı çektiği göz önüne alınarak 3-4 yaşında anaokullarına alınıp ülke dilini gereğince öğrenmeleri için düzenlemeler yapılmaktadır. Bu ülkelerde, kendi dilinde eğitim için vb. gerekçelerle ayaklandırdıkları başka ülke insanlarından çoğu iltica ederek gelmiş yüz binlercesi de vardır. Ama onlara ya da milyonlarcası farklı kökenden olan kendi ülke vatandaşlarına ana dillerinde eğitim olanakları sunmamaktadırlar. O gelenler de, iltica edenler de geldikleri ülkelerde ana dilde eğitim olmadığı için mayın döşeyip, öğretmen öldürmemektedirler. Demek ki, bunlar insan öldürmek için geçerli nedenler değildirler. ( Kendisi aynı gerekçelerle, ya da hiçbir gerekçeyle insan öldürmeyecek birinin, öldüreni de desteklememesi gerekir.)

Bir toplulukta yaşayan her birey için renk, cinsiyet, etnik köken, din ayrımı olmaksızın yerleşme, iş kurma, eğitim, sağlık vb. konularında aynı olanaklar, yasa önünde eşitlik, ülke yönetiminde mahalli idareden en yüksek seviyeye kadar seçme ve seçilme hakkı olmalıdır. Kişiler özel yaşamlarında ise istediklerini yer, istediği kişilerle istediği dilde konuşur, istediği kişilerle arkadaşlık ederler. Aynı etnik gruptaki veya aynı dinden bütün insanlar ve bütün aileler de birbirinin kopyası değildir. Farklı aile yapılarına sahip olmak doğaldır ve toplum oluşturmaya engel değildir.

Diller ve kültürler durağan değildir, koşullara ve zamana bağlı olarak geçmişte de farklılaşmışlardı, gelecekte de farklılaşacaklardır. Başka ülkelerde uzun yıllar yaşadıktan sonra doğdukları yerlere dönen insanlar, korumaya çalıştıkları geleneklerin ve konuşulan dilin doğdukları yerlerde de bıraktıkları gibi kalmadığını fark ederler. Bu arada, gittikleri ülkenin dilinden ve kültüründen ne kadar uzak kalırlarsa kalsınlar, onlardan pek çok şey aldıklarını da görürler.

Sevgi, hoşlanmaktan, tutku derecesinde bağlılığa kadar dereceli, kişisel bir duygudur. İnsanların herkesi sevmek olanağı ve zorunluluğu da yoktur. Zaten sevgi, tiksindirme, emir, korku vs. gibi dışarıdan etkilemeyle, zorla oluşturulabilecek bir duygu değildir.

Adaletten ve saygıdan yoksun sevgi çoğunlukla ütopik boş bir laf ve bazen de zarar verebilecek bir duygudur: Sadece kendi ailesini sevmek ve kendi ailesi yararına komşuya zarar vermek. Sadece kendi, ülkesini, kendisiyle aynı görüşleri paylaşanları sevmek. Kendisi gibi düşünmeyenlere, başka ülkelere zarar vermek. Hatta sadece insanı sevmek ve diğer yaratılmış olanlara değer vermemek. (Ya da, Kuzey Denizindeki foklar için gözyaşı dökmek, ama yatalak komşuyla ilgilenmemek. Köpeğini-kedisini sevmek, ama çiftliklerdeki hayvanların yaşam kalitesiyle ilgilenmemek. Denizlerdeki canlıların yok olmasına tepki göstermemek. Duyarlı insan, hümanist maskesi takınıp, gerçekte hiçbir sorumluluk almamak. Ya da kendini eğlendirenler dışında bir şeyle ilgilenmemek.) Bunların hepsi adalet, paylaşma, hoşgörü duygusundan yoksun olduğu için, bir bütün olan yaratılmış düzene barış, hayır ve iyilik getirmediği için gerçekte sevgi değildir.

Ama insanlar sadece akıllarını kullanarak adaletli olmayı başarabilirler. En azından kendilerini karşılarındakilerin yerine koyarak (empati), benzer bir durumda kendilerine nasıl davranılmasını isteyeceklerini tahmin edebilirler. Kararlarında, yorumlarında, eleştirilerinde adil davranmayı becerebilirler. İlişkilerinde adaleti gözeterek, en azından karşılıklı yarar ilkesine göre hareket edebilirler.

(Yakın tarihten ve bitmemiş sorundan bir örnek olarak Irak'ı alabiliriz. Bir İngiliz veya ABD vatandaşı kendini bir Irak’lının yerine koyup kendine şu soruyu sorabilir: Ben Irak’lı olsam, başka ülke askerlerini ve uçaklarını kendi ülkemde ister miydim? Demokrasi ambalajında sunulacak bir hediye midir? Diyelim ki, hediyedir! Hediye insanın yakınlarını öldürerek, tepesine bomba yağdırarak verilir mi? Ben böyle bir iyiliğe sevinir miyim? Diktatörleri devirmenin başka yolları da yok mu? Eğer kendim için istemiyorsam, evimin, ülkemin bombalanmasını, benim veya yakınlarımın bu uğurda ölmesini göze alamıyorsam, bu kararı alan yönetimi desteklememeli, karşı çıkmalı, üstüne üstlük tekrar seçmemeliyim. Benim verdiğim izinle insanlar ölecek ve tetiği çeken veya bomba atan ben olmasam da, bunda verdiğim oyla, sağladığım destekle benim de vicdani sorumluluğum olacak. Yoksa ben kendi yaşam standardımı, ucuz petrolü - yine aynı Allah’ın, aynı duygulara ve değere sahip kulları olan, içlerinde iyiler ve kötüler olan- başka ülke insanlarının yaşamından daha önemli mi görüyorum? Bu sebeple, hiç de aptal olmadığım halde, anlatılan hikâyeye kanmış gibi yapıyorum. Aynı zamanda dindar olduğuma, inancımdan hiçbir şey kaybetmediğime nasıl inanıyorum? Üstelik bu yapılan gasp değil de nedir? Bir insanın ensesine silah dayayıp veya öldürüp onun cüzdanını çalmayı onaylamıyorsam, "devlet babamın" benim için insan öldürüp mal çalmasını, çalıntı malı yemeyi reddetmeliyim! )

<ı>

<ı>“Ey iman edenler! Öz benliğiniz, anne-babanız, yakınlarınız aleyhine de olsa, zengin veya fakir de olsalar, adaleti dimdik ayakta tutarak Allah için tanıklık edenler olun! Allah, ikisine de sizden daha yakındır. O halde, nefsinizin arzusuna uyarak adaletten sapmayın. Eğer dilinizi eğip büker yahut çekimser kalırsanız, Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır.”(Nisa, 98/4, 135)

<ı>“Ey iman edenler! Adalet ve dürüstlüğün tanıkları olarak Allah için kollayıp gözetenler olun! Bir topluluğun çirkinlik ve kötülüğü sizi adaletsiz davranmaya asla itmesin. Adaletli olun! Bu takvaya/korunup sakınmaya daha uygundur.”(Maide, 110/5, 8)

Bizim ve bizden sonrakilerin üzerinde yaşayacağı %70’i suyla kaplı minicik bir gezegenimiz, açlık, yokluk, susuzluk, iklim değişiklikleri gibi çok ciddi sorunlarımız var. Gidebileceğimiz bir başka Dünya da yok! Bütün bu sorunları çözmek, var olanı paylaşarak barış içinde yaşamak yerine yeni düşmanlık konuları icat etmek, çocukları sevgisiz ve nefretle büyütmek, yaşamlarını çatışma ve öfkeyle geçirmelerine neden olmak hem bize hem de sonraki nesillere yazık etmektir.

 
Toplam blog
: 174
: 4451
Kayıt tarihi
: 19.06.09
 
 

1958  doğumluyum. Arkeologum. Evliyim. Çocuğum yok. Çalışmıyorum. Yıllarca çalıştıktan sonra, zam..