Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ocak '07

 
Kategori
Mizah
 

Şeytanla kanka oldum! - 3

Şeytanla kanka oldum! - 3
 

Geride kalan iki bölümü iki cümleyle özetlemem gerekirse; yirmi sekiz yaşıma kadar masum ve püriten bir insan olarak gelen ben birden yoldan çıkıp sapıtmıştım. Şeytan’la yakın arkadaş olup başımı türlü çeşitli belalara sokmuş, örnek insan modelinden uzaklaşarak itibarı yerlerde sürünen sefil bir yarasaya dönüşmüştüm.

Benim içimde de bir parçacık kötülük potansiyeli varmış mutlaka ama esas neden Şeytan denen o hergelenin kanıma girmesiydi. O kişisel tarihimin Lale Devri’nde yaşadıklarımın tümünü anlatmama imkân yok. Önceki bölümlerde birkaç örnek vaka anlatmıştım bu sefer yine bir - iki olaya değinip bitireceğim.

Şuursuz bir alkolik adayı olarak ilk alkol komamı atlattıktan bir yıl kadar sonra aynı musibeti bile bile ikinci kez başıma sardım. İlkinde keyfimden bir büyük şişe cini sek olarak içip ölümün kıyısında kısa bir gezintiye çıkmıştım, ikincisinde bu defa ani gelişen derin bir sıkıntı yüzünden rakı kadehlerini ardı ardına yuvarladım. Önceki gibi komaya girebileceğimi hiç düşünmedim bile, zaten umurumda da değildi. Derken yine aynı şeyler birer birer tekrarlanmaya başladı. Yoğun bir baş dönmesi, mide bulantısı, lavabo seferi, kusma, bilinç kaybolması, alçak sürünme, son bir gayretle çevreden yardım alıp aynı kliniğe sürüklenerek gitme, tansiyonun dibe vurması, serum, iğne, öte dünyaya merhaba deyip geri dönme, o parasızlık günlerimde cebimdeki bütün paramı kliniğe yatırma, yavaş yavaş iyileşme, eve dönüş ve içkiye bilmem kaçıncı defa tövbe etme...

Ama yine de uzunca bir süre yeminimi tutamadım. Andıma sadık kalma süremi ne zaman uzatsam Şeytan kankam hemen bir bahaneyle ortaya çıkıp kolunun altında bir şişeyle çıkageliyordu. Bugün falanca hadiseyi ıslatalım, ertesi gün biraz efkâr dağıtalım diye diye farkına bile varmadan yine eski tempoma döndürüyordu beni.

Ancak birkaç defa daha benzer duruma düşüp onları evde atlattıktan sonra bu durumu nihayete erdirmeyi kafama koydum. Böyle devam edemezdi. Yine bir alkol bozgununun ertesi günü geceden geriye kalmış boş rakı şişesini, alkol derecesi yüzde on beşi geçen tüm içkileri temsilen karşıma aldım ve ona şu acı ama kesin kararımı açıkladım: “Bak dostum, seninle konuşuyorum ama sözüm hepinize; viski, cin, votka gibi öteki yüksek alkol dereceli arkadaşlarına da haber ver. Ben artık sizinle daha az görüşmeye karar verdim. Beraberliğimiz süresince gerçekten iyi zamanlarınız oldu, beni çokça eğlendirdiniz, başka âlemlere götürüp getirdiniz. Bunun için size ne kadar teşekkür etsem azdır. Ama ben artık bu beraberliği taşıyamıyorum ve sizden belirsiz bir süreliğine uzaklaşmak istiyorum. Lütfen üzülmeyin, beni de daha fazla üzmeyin!” Şişeden galiba şöyle bir yanıt geldi: “Ben kendi adıma kararına saygı duyuyorum. Sanırım öteki arkadaşlarımın da duyguları aynı yönde olacaktır. Sen nasıl istersen öyle olsun. Ama ne zaman başın sıkışır da bize ihtiyaç duyarsan raflarda seni bekliyor olacağız”... “Tabii tabii elbette!” deyip muhatabıma acı bir veda bakışı fırlattım ve onu ebedi istirahatgahına yollamak üzere saygıyla çöp kovasına emanet ettim.

Oh, nihayet bitmişti işte.. Kötü bir evliliği bitiren boşanma davasının son duruşmasından çıkar gibiydim. Hafiflemiştim. Artık içkide favorilerim sadece bira ve kırmızı şaraptı. Şimdi haftada iki kutu 50 cl’lik bira bana yetiyor da artıyor bile. Kırmızı şarabı da katılmak zorunda kaldığım kokteyl ve davetlerde içiyorum yalnızca. İçkiyi sınırladım diye hayatım eskisinden daha mı monoton? Kesinlikle hayır.

Tabii kankamın bana şu suçlamayı yöneltmesi gecikmedi: “Okeyi, yanığı bırak, sigarayı az iç, içkiyi birayla sınırla, çalışmaya devam et, günahtan uzak dur; e ne anladım ben seninle arkadaşlıktan? Sen yine eskisi gibi renksiz bir adam olup çıkacaksın bu gidişle. Böyle giderse kankalığı sürdürmemiz zor olacak birader!” Haklıydı.

Elbette onunla kankalığımız bunlardan ibaret değildi. Herifte türlü çeşitli numara var. Ağzımdan girip burnumdan çıkıyor beni hiç yapmayacağım şeylere sürüklüyordu yine de. Bir keresinde yine kanıma girip benden on iki yaş küçük bir tazeye âşık olmamı sağladı. Aşkın girdabına yavaş yavaş ve karşı konulmaz biçimde kapılırken mantığım her ne kadar, “oğlum salma kendini, bak bu işin sonu yok. Kötü biterse eşeğin heybesinden düşmüş karpuza dönersin sonra!” dese de, o hemen araya girip, “lan abi, niye kendini bu kadar sınırlıyorsun ya, biraz rahat ol, rüzgârın akışına kapıl da hayatın tadını çıkar. Hem şu gerilim de olmasa aşk dediğin karın ağrısı neye yarar ki zaten!” dedi. Yine “galiba haklısın kanka” diye yanıtlayıp bıraktım kendimi o rüzgâra...

Güzel bir dönemdi ama yürümedi. Hayır, yaş farkından değil, başka nedenlerden dolayı yollarımız ayrıldı. Ama sonuçta epey bir acı çektim.

Şeytan kankamın beni sürüklediği yaşamdan epey bir zevk almış ama sonuçta sıfıra sıfır elde var sıfır durumuna gelmiştim. “Eğlen, coş, haydi koş” da nereye kadar? Ben yine kendi bildiğim yoluma dönsem, gerekirse bir ıspanak ya da dereotu gibi yaşasam ama hayatım hakkındaki kararlara kimseyi karıştırmasam daha iyi olacaktı. Bu niyetimi gerçekleştirmemi sağlayan da yine Şeytan kankam oldu. Şöyle:

Çok sıkıntılı bir anımda hayatım boyunca çektiğim çileleri bir bir aklımdan geçirip, ömrümün geri kalan kısmının da aynı şekilde geçeceği ve bu döngüyü hiçbir zaman kıramayacağım hissine kapıldım. Hayatın vazgeçilebilirliği üzerinde derin derin düşünmüş ve bunun o kadar da zor olmadığına karar vermiştim. Birden oturduğum beşinci kattaki evin penceresine yönelip aşağıyı alıcı bir gözle izlemeye koyuldum. Oradan atlamak kararımı uygulamak için iyi yöntem olabilirdi. Tabii kankam hemen yanımda bitip telkine başladı: “Abi atlamayı düşünüyorsan bence fena bir fikir değil. Hiçbir şey olmaz. Yalnız göbek üstü düşmemeye çalış, yoksa patlarsın. Bak uygun açıyla atlamayı başarırsan uçarken zihnin açılır, kafan ışıl ışıl olur. Aşağı indiğinde herşeyin iyiye doğru değiştiğini göreceksin!”...

Dediklerini bir süre düşündüm ama bu kez kankamın niyetinden ciddi ciddi kuşkulandım. Hadi ben bir hatalı karar verdim, normalde onun beni bu kararımdan vazgeçirmeye çalışması lazımdı. Ama o tam tersini yapıyordu hep. Beş katın yüksekliği en az on beş metre eder. Tamam, havada uçarken zihnim biraz açılabilirdi ama zemine çarptığımda o berrak dimağ o büyük kabahatimden dolayı Tanrıya hesap vermekten başka hiçbir işime yaramayacaktı. Aşağıya kedi gibi dört ayak üstüne düşmek de kolay değildi. Tamam biraz sıkıntım vardı ama bunları yine yaşayarak atlatabilirdim ancak. Efsane dizi Seinfeld’in bir bölümünde intikam duygusu işlenir, bölüm sonunda Jerry Seinfeld mealen şu fikre varır: “Birinden intikam almanın en iyi yolu senin eskisinden ve intikam almak istediğin kişiden daha iyi yaşamandır!” Pencerenin önünde aşağıyı gözlerken Seinfeld’in sözleri aklımdan geçti hızla... Haklıydı Seinfeld. Kararımı değiştirdim ve pencereden geriye çekilip kırk yıllık kankama döndüm. Avazım çıktığı kadar bağırarak, “De get lan şerefsiz hergele, yetti artık. Seni en iyi dost bildim ama sen beni hep uçuruma sürükledin şimdi de oradan aşağı atmaya çalışıyorsun. Şurdan ben seni kaldırıp atmadan yıkıl karşımdan. Bir daha da gözüme görünme!”

Bu hadise artık onunla beraberliğimde bardağı taşıran son damla olmuştu. İlk kez benden bu kadar ağır bir tepki görünce şaşırdı, “tamam lan, tamam. Zaten siz insan evlatlarına iyilik yaramaz oğlum. Önce benimle arkadaşlık hoşunuza gider sonra da en küçük belada yine beni suçlarsınız. Bana dost mu yok sanki, eksik olsun senin kankalığın” deyip bir kıvılcıma dönüşerek yok oldu gitti. Bunları söylerken o sevimli dostumun sivri dişlerini, boynuzlarını ve kuyruğunu fark ettim ilk kez ve gerçekten ürperdim. Ben bununla mı arkadaşlık etmiştim yıllarca?

İşte kaç yıllık macera sona ermişti nihayet. Düştüm kalktım, kazandım kaybettim, eğlendim acı çektim. Ancak Şeytan’la kankalığımın özüme verdiği en büyük hasar bugüne kadar evlenmeyip bekâr kalmamdır. Ne zaman cinsi latiften biriyle tanışıp işi ciddi bir aşamaya getirsem, hemen yanımda bitiyor ve “Ya abi evlenenlerin halini görmüyor musun? Başına belayı elinle mi sarmak isitiyorsun? Ne güzel yaşayıp gidiyorsun işte. Ne kıskançlık, ne geçim derdi, ne karı-koca kavgası ne de çocuk ağlaması. Deli misin, keyfine bak” diyordu. Ben her ne kadar, “Tamam da kanka, ben geniş ailede yetiştim, yalnızlığa alışık değilim; hem de etrafımda boy boy çocuklarım, akşamları sıcak soframı hazırlayan bir eşim olsun istiyorum” dediysem de her seferinde aklımı çelmeyi başardı. Onun telkinlerine uyup son dakikada kaytarıyordum hep.

Artık onunla pek sık karşılaşmıyoruz. Tesadüfen bir yerlerde karşıma çıksa da öylesine bir selamlaşıp geçiyoruz. Bir defasında laf olsun kabilinden, "işler nasıl, yeni dostlar bulmakta zorlanıyor musun?" diye sordum. "Oo yoğunluktan başımı kaşıyacak vaktim yok. Acayip madenler buldum senden sonra, senin gibi beni yarı yolda bırakacak gibi de değiller. Aleme gidiyoruz şimdi birisiyle" deyip hızlı adımlarla uzaklaştı.

NOT: Yazının finalini birazcık değiştirdim. Ben daha fazla uzatmamak için evlilik faslında bitirmiştim, ama buna bakarak lafı oraya bağlamak gibi istemişim gibi bir sonuç çıktı. Bazı yorum ve cevapların yazının finaliyle uyumsuz olması bu yüzdendir.

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..