Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Nisan '22

     
    Kategori
    Öykü
     

    Side'nin Rengi

    Geceye doğru yıldızlar daha da parlamıştı. Kim demişti gece karanlıkta hiçbir şey görülmez. İnsan kendini saran şeyleri düşünürse her yer aydınlık olurdu. Ama insanın yapacağı bir şey olsun. Heyecan apayrı bir şeydi. Heyecanın o ışığı gecenin tüm esrarlarını süzüp insanın önüne getiriyordu.

    Veysel düşündükleri ile her yer ışıkla donanmıştı. Heyecanlıydı .Henüz uyumamıştı. Abisi Naci ile yapacağı tatili düşünüyordu. Yeni yerler görerek, yeni insanlarla tanışacak olması onu heyecanlandırıyordu.

    Bu heyecan tatilden sonrada devam etmeliydi. Ama nasıl. Tatil yerinde parçasının kalması acaba mümkün müydü.

    Aklına ilginç şeyler geliyordu. İşaret bırakmanın birde insan boyutu vardı. Veysel tanışacağı insanların zihinlerini işaretleyebilirdi. Mesela güzel bir kıza kompliman yapabilir, lokantada garsonu getirdiği yemek için paylayabilir, tanımadığı bir insana ustalıklı çok dikkat çekecek şekilde selam verebilirdi. O insanlarda Veysel’in izini uzun süre taşıyabilirdi. Veysel de ne zaman isterse o insanı zihninde kullanabilirdi. Belki o insanlar işareti yaşadıkları uzak şehirlere götürürler böylelikle Veysel’in mental alanın daha da genişlerdi.

    Henüz yatağında sağa dönmüşken birden uyudu. Gökyüzündeki yıldızlar ise Veysel’in düşüncelerine hayran olmuşlardı. Her biri sabaha kadar parladı durdu.

    Veysel uyandığında hiç dinlenmediği kadar dinlenmişti. Zihni o kadar sakindi ki. Balkona çıktı. Uzaklara doğru baktı. Tatil köyünü gördü. Sanki adım atsa oradaydı.

    Abisi Naci odaya girdi. Kardeşini balkonda görünce “Veysel hazırlan Hemen gidiyoruz. “diye söylendi.

    Araba Konya’da çıktığında uzun bir süre düz yol gittiler. Seydişehir’i aştıklarında ise dağların ve uzun bir tırmanışın başladığını gördüler. Yolların kenarları, dağların yukarılarına doğru her yer ormanlıktı.

    Manzara insana neşe veriyordu. Tabiî ki acıktırıyordu da. Veysel ve abisi acıktı. Yol kenarındaki bir kebapçıda durdular. Karınlarını doyurdular. Tekrar yola koyuldular.

    Artık dağlarda yokuş yukarı çıkma faslı bitmiş şimdi hep aşağıya doğru iniyorlardı. Yine ormanlık. Ama manzara daha iç açıcı. Üstelik akan ırmağın görüntüsü fevkalade.

    Mut’u geçtiklerinde artık tatil köyüne gelmiş sayılırlardı. Kısa bir yolculuk daha yapıp sahil yoluna ulaştılar.

    Tatil köyü Side’deydi. Araba sağa saptı. Sakin bir hız ile ilerlediler.

    Rezervasyon yaptırdıkları otelin önündeydiler. Veli Çantaları arabadan aldı. Abisi Naci önde otele girdiler. Hemen odalarına çıktılar. AZ sonra da üzerlerinde deniz kıyafetleri ile aşağıya indiler. Otelin kumsalına doğru ilerlediler.

    Akşama doğruydu. Veysel ve Naci saatler önce denizden çıkmış şortları ile otelin kamelyasında dinleniyorlardı. Garson yanlarına geldi.

    “Ne içersiniz?” diye sordu.

    Veysel “Bize şampanya getir.” Dedi.

    Garson gidince Veysel hemen konuşmaya başladı. “Biz paramızı biriktirip rezervasyonu da bir gün yaparsak çevremizdekiler şarap biz ise şampanya içeriz. Değil mi?” dedi.

    Naci “Ne biliyorsun. Belki onlar şarap seviyor.”

    Veysel “Ama şampanya daha kaliteli. Şimdiki şahinler şaraba değil şampanyaya batırılmış eti seviyorlar.” Dedi

    Naci “Nerden çıktı bu şimdi?”

    Veysel “Şarap ile şampanya arasındaki fark bu.”

    Sustular. Garson şampanyayı getirdi. Mantarını demir burgu ile açtı. Küçük bir patlama sesi. Kamelyadaki bütün dikkatler Veysel ve Naci’nin üzerine çevrildi.

    Veysel “Şampanyanın farkı.”

    Sonra garson nazikçe kadehleri doldurdu. Sonra şişeyi buzlu küçük kovanın içine bırakıp gitti.

    Güneş henüz batmıştı ki otelin barında müzik sesi yükseldi. Veysel ve Naci yerlerinden kalkıp otele girdiler. Bara geçtiler.

    Veysel müzik gürültüsünden rahatsız olmuştu. Barı terk edip odasına çıktı. Balkondaydı. Temiz hava, denizdeki dalgaların sesi, gökte parlayan yıldızlar. Veysel uzun süre balkonda serinledi.

    Odanın kapısı aniden açıldı. Naci gelmişti.

    Veysel “Manita bulabildin mi?” diye sordu.

    Naci “Buldum. Kız Türk. Adı duygu. İzmir’li.”

    “İyisin. Konya’da cama tırmanırdık. Ama sen camı açmışsın.”

    Naci “Öyle olacak tabi. Evimiz burada olsa camı her gün açarım.

    Veysel “Side’nin sit alanını ne zaman gezeceğiz?” diye sordu.

    Naci “Yarın gezeriz. Ben şimdi uyuyacağım. Beni sorularınla rahatsız etme.”

    Veysel “Kız arkadaşı bulan sensin. Çok soru sormam lazım. Ama senin için rejime gireceğim.”

    Veysel bir süre daha gecenin tadını çıkardı. Sonra o da uyudu.

    Araba kalabalığın içinde ilerlemekte zorlanıyordu. Veysel arabandan aşağıya indi. Naci’ye eskortluk yapmaya başladı. Araba parkına kadar gelmek için akla karayı seçtiler. Parkta arabaya yer bulmakta zordu. Veysel araştırdı. Boş bir yer buldu. Arabayı oraya park ettiler. Park bekçisinin yanına geldiler. Naci ücreti ödedi. Oradan uzaklaştılar.

    Kalabalık haddinden fazlaydı. Tüm insanlar yabancı turistti. Sit alanına aile olarak gelende vardı, iki sevgili olarak ta, tek başına gelen de.

    Taş duvarların eskiliği Veysel’in dikkatini çekti. “Duvarlar ne kadar kirli.” Diye konuştu.

    Naci “O kir zamanla oluşuyor. Kim bilir o duvara ilk kimin eli değdi. O duvarın dili olsa neler söylemezdi ki?”

    Veysel “Hiç yorma kendini. O duvar asla konuşmaz.”

    “Peki ya ne yapar?”

    Veysel “Ne yapacak sessizce bizi dinler. Bize bakar.”

    Naci “Olmaz öyle. Bana yorma kendini dedin. Bir şey biliyor olmalısın.”

    Veysel “Bilebileceğim tek şey o duvarın değil o duvarın üzerinde duran izler.”

    Naci “Peki o duvardaki izler ne işe yarıyor?”

    Parçalanmış sütunların arasından geçiyorlardı. Veysel sütunun birine dilini değdirdi.

    “Tuzlu.” Diye konuştu.

    Naci “Konuyu değiştirme. Bu duvarların söylemediğini sen söyleyeceksin.”

    Taşlardan birinin üzerine oturdular.

    Naci “Söyle bakalım. Yoksa iz dediğin şeyi senin gibi taşlara dilimizi değdirerek mi bulacağız?”

    Veysel “Burada bir zamanlar yaşayan insanların neşeleri, üzüntüleri, konuşmaları, kavgaları, eğlenceleri ve daha sayamadığım bir sürü şeye duvarlar şahit oldu. Şahit olduğunu biliyorum çünkü duvarlardaki taşlar binlerce yıl değişmeden kaldı. Haliyle izler günümüze kadar geldi. Durdu devam etti. Sence turistler buraya taşları görmeye mi yoksa o taşlarda kayıtlı olan hayatları yaşamaya mı geliyorlar?”

    Naci “İyide o halat dediğin şeylerin görünmesi gerekir.”

    Veysel “Neden görünmüyormuş. Şu duvarlardaki taşlar kendi kendine mi yontuldu. O taşları yontan insanların teri taşlara akmadı mı. “

    Oturdukları yerden kalktılar. Kral mahfiline doğru ilerlediler. Önlerinde küçük birkaç basamaktan kral tırmanıyor taş koltuğunun üzerinde şehrin ileri gelenleri ile konuşuyor toplantı yapıyordu. Sonra oradan ayrıldılar.

    Apollon tapınağına geldiler. Denizcilerin yaptığı bu tapınak Veysel ve Naci için büyüleyiciydi ki bir süre orada dinlendiler. Turistlere baktılar. Her milletten insanlar. Herkes tarihin tadını çıkarıyor. Sit alanının her yeri öyle. Kimisi ağır adım yürüyor, kimi ayakta durmuş etrafına bakıyor, kimi bir duvara yaslanmış veya bir taşa oturmuş dinleniyor. Acaba binlerce yıl önce yaşayan insanlar evlerine mi gelmişti ne.

    Gezi bitmişti. Veysel ve Naci araba parkına geldiler. Arabayı aldılar. Naci direksiyonda, Veysel eskort, bir süre ilerlediler. Anayola çıktıklarında Veysel arabaya bindi. Sonra Side’den uzaklaşıp gittiler.

    Tuna Mustafa Yaşar

     
    Toplam blog
    : 1
    : 19
    Kayıt tarihi
    : 13.09.07
     
     

    İlköğretim mezunuyum. Müzik dinlemeyi severim. Çalışmıyorum...