Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Temmuz '07

 
Kategori
Siyaset
 

Sınıf farkı

Sınıf farkı
 

Hangi şiir bir annenin yüreğindeki yangını söndürebilir, ya da hangi dize yanan ağaçların sessiz bir fısıltısıyla ürken bir yüreğin karanlığa izdüşürmesinden esin alabilir. Hangi tuval kırmızının coğrafyasını resme dönüştürür ve hangi nağme içe akan bir ağuyu andıran hıçkırık gibi titretir evreni. Toprağın kökü yediğini gören bir göz, görme fiilini nasıl çeker. Ya da bir namlunun soğuğu mu kutuptan kopan bir aysbergin soğuğu mu daha yakıcıdır.?

Ölümün can yaktığı bir coğrafyada annelerin gözlerinden akan yaşlar bile sarıların kırmızıya dolanan parıltılarıyla yalazlanan yıldızlara söz geçiremiyorsa ölümün adı kalleş olmaz mı?

“Turistik gezi yapılan” ve bilimum şekillerde “yatılan” ama sonu ölümle biten ve zorunlu olan bir serüvenden söz edenler Nil Timsahları’nın çamurlu sulardan kotardığı avlarını çiğnerken akan göz yaşlarına çok mu özenirler?

Soruları ve olasılıkları çoğaltmak elbette mümkün, zaten soruların ve olasılıkların sonsuz olduğu bir evrenin ürünü değil midir insan denen gri kütleli varlık.

Ancak vicdanla göz yaşı arasında yakınsak ilişkilerden söz eden bilmeceler sormakta olasılık içinde.

Hasılı kelam ölüm ölmez ama yası tutulmayan yürekler ölür, acılar çiçeğe benzemezler sulandıkça kokular saçarak açmazlar ama acılar kaktüs de değildir, acılar okşayan bir elin sükunet bahşeden sıcak ve sevecen ellerinde deva bulurlar. Ama paylaşılmaz ya da küçümsenirlerse de kaynana dili kadar can yakıcı olurlar.

Söz ola kese savaşı

Yunusun güzel bir sözünü uyarlarsak “söz ola kese başı, söz ola kese savaşı” Politikacılar , devlet yöneticileri de sözlerine dikkat etmelidirler. Örneğin Başbakanın “Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” sözü de baş kesen sözlerden oldu. Oysa ne çok merhamete, acıyı paylaşacak bir duygu iklimine gereksinmemiz var.

Elbette askerlik mesleğini seçenler, mesleklerinin riskini de üstlenmişler demektir. Mantığın soğuk denklemi bunu fısıldar akıl adına. Ama anımsanacak olursa askerlik bu ülkede zorunlu bir kamu hizmetidir (üstelikte hizmeti yapmayı reddetmek cezaya tabidir), dolayısıyla kendi iradesi ile değil, mecburiyetin hükmü altında görev yapma zorunda olanlar o riski göğüslemek ve o riski göze almak zorunda değillerdir.

Dolaysıyla belli ki Devlet yöneticileri yaşamın değer kazandığı bir dünya tahayyüllünün artık bu topluma da yansıdığının henüz farkında değil. Başbakanın geleneğe dayalı algısıyla sağcı popülizmin bileşkesi Çanakkale geçilmez filmlerindeki gibi “oğul biz seni Kurban olarak ayırdık, o yüzden de kınaladık” algısıyla yüklü olabilir. Ama dünya artık bu tür ölüm yüceltimleri, ölümsever kahramanlıklarla yaşamıyor. Kaldı ki o diyaloglar mitik kahraman yüceltimlerini, nekrofilik ajitasyonları, dinsel bilinçaltını milliyetçi ölümseverliğe eklemleyen kurgular. Oysaki yaşadığımız yüzyılda her ne kadar savaşlardan doğan şiddete gem vurulamamış olsa da uygarlığın kıstası kişilerin kendilerini “kınalı kurban” etmeleri değil, yaşaması ve yaşatması olduğunu düşünen bir zaman dilimi..

İslam dünyasında şehitlik bir onurdur, ama modern uygarlıkta ölmekte öldürmekte erdem değil, olsa kimi zaman kişinin kaçınmayacağı bir zorunluluktur. Eğer bu olmasaydı ABD Vietnam’dan çekilmezdi, bu olmasaydı İsrail Başbakanı ve Genelkurmay Başkanı savaşın yönetimi ile ilgili ağır eleştirilerin muhatabı sayılmazdı. Bu nedenle İslamcı militanların şiddet gösterileri zaman zaman haklı acılara dayansa dahi, batı toplumlarında bir barbarlık olarak algılanmaktan kurtulamıyor. Çünkü orada ölümün hükmü yaşamın hükmü altına girmiş gibi. Elbette bu biyofilizm (yaşamseverlik) maskeli nekrofili (ölümseverlik) üzerine çok şey söylenebilir, Norman O Brownun da dikkat çektiği gibi, ölümü doğallıktan kurtararak, yaşamı doğallığından yoksun bırakmakla eleştirip, bunun şiddet üretme potansiyelini sorguya çekebiliriz. Ama ne olursa olsun o coğrafya yaşama değer veren bir coğrafya ve yaşamı değerli kılmayanın ölüsü de değer kazanamaz ne yazık.

Dolayısıyla benim ölümsever zihniyetlerin genç ölümleri şehit adı altında yücelterek gençlerimize ölmekten başka bir yol yokmuş gibi bir seçenek koyanlara isyanım da bundan. Alman sosyolog Elias’ın Uygarlaşma Süreci kavramı bu duygu iklimini açıklamak bakımından bir hayli elverişli. denk düşüyor. Elias’ın Uygarlaşma Süreci kavramı her şeyden önce güdü ve duyguların giderek daha çok kontrol altına alınması sürecidir. Buna uygun olarak şiddet de denetim altına alınan bir güdüdür. Büyük kentlerimiz giderek daha fazla Foucaulttun ölüm değil yaşam üzerinde iktidar olan ve iktidarını da öldürerek değil yaşatarak oluşturan Bio- İktidar kavramlaştırmasına uygun bir yaşamsal hal içinde.

Dolayısıyla bugüne dek alışık olduğumuz “Vatan sağolsun” diyip acısını içine gömen ailelerden farklı olarak itaat etmeyip soru soran ve yaşanan ölümlerden artık bıkkınlığa kapılan, başka ölümlere yol açmayacak bir siyaset talep eden sağlıklı toplumsal bir tepki de oluşmakta alttan alta. Gerçi birileri bunu da hemen “öteki”leştirip bir PKK oyunu olarak.sunma becerisini gösterip susturdu. Komplo zihniyetlerine aşina olan toplum böylece bir kez daha milliyetçi şiddetin ölümcül sara nöbetine terk edilmiş oldu. Ama bu bir Pirus zaferi yani mağlup sayılır bu yolda galip durumu. Çünkü toplumun gelir seviyesi yükselip, yaşama daha çok bağlandıkça kendilerine sunulan ölüm kontratlarına artık eskisi kadar kolayca imza atmayacaktır.

Acı, yas ve ölüm ortaklığı

İktidar insanı yabancılaştırır ve orada diğer insanlar küçücük gözükürken, kendi insana dev gibi gözükebilir, belki bundan olacak Osmanlı imparatorluğunda çeşitli törenlerde Padişahlar askerlere “Mağrurlanma Padişahım Senden Büyük Allah Var” dedirtirlerdi. Çünkü İktidar tutkulara benzer ve benliği bir kez ele geçirdi mi, en ölümcül risklerin bile göze alınmasına yol açabilir. Bu bir yönetici için son derece tehlikeli olabilir, çünkü eleştiri öğreticidir, eleştiri kişinin yanlışlardan kaçınmasına olanak verir, oysaki sürekli yapılan övgü yüz kilometre hızla giden bir arabanın, freninin tutmaması gibidir.

Acı insanı olgunlaştıran onda dönüşüm yaratan bir deneyimdir. Acıyı paylaşmakta öyle. Sel yayınlarından çıkan David Le Breton’un Acının Antropolojisi adlı kitabında ifade ettiği gibi “Acı, kutsal bir vahşidir. Niçin kutsal? Çünkü insanı aşkınlık deneyimine götürürken kendisinin dışına atar ve ona varlığından habersiz olduğu birtakım zenginlikleri gösterir. Ve vahşidir, çünkü kimliğini bozarak yapar bunu” Acıyı paylaşmak ta insanı zenginleştirir onu insan kılar.. Bu nedenle acının bir başka biçimi olarak yas tutmakta böyle bir deneyim olanağı sağlar insana.

<ı style="mso-bidi-font-style: normal">

<ı style="mso-bidi-font-style: normal">“Benim başkasının ölümüyle ilişkim, başkasının ölümünden etkilenmem işte budur. Artık bana yanıt veremeyen birine bu ilişki içerisinde duyduğum şimdiden bir suçluluğa saygıdır; ölümden artakalan birinin suçluluğudur bu” der Levinas. İşte başkasının ölümü karşısında duyulan borç duygusu kendisini yasın paylaşılmasında ortaya koyar.Yası paylaşmak

Levinasçı Alphonso Lingis’in deyimi ile yas <ı style="mso-bidi-font-style: normal">tahammül ve ıstırabın zamanı içinde bir ölme refakatine giden yolu açar ve “öteki”nin muhtaçlığının son sınırında onunla kardeşlik kurar. Bu nedenle yas dokunuşu, elin bir okşayan ele dönüşümüdür<ı style="mso-bidi-font-style: normal">. O şefkat iklimi içinde acının yükünün adil bir dağılımına olanak tanır. Bu nedenle devletsel bilinçaltının iktidar şehvetine tamah etmeden, geleneğin okşayan ele dönüşümüne değer verip acıları paylaşmakla işe başlanmalıdır.

Üstelik salt bizim askerlerimiz için değil, savaş adı verilen toplu kıyımın aramızdan aldığı tüm genç canlar için yas tutmalıyız. Otoriter zihniyetlerin acılarda bile adaletten imtina ederek kendi ölümünü trajedi, diğerininkini istatistik sayan otoriter zihniyeti kesmez şiddeti, şefkatin yas dokunuşu bütün acılara dokunarak acıları sağalttığında adaletin terazisi dengelendiğinde son bulur şiddet. Hasılı kelam şiddetin şifası adaletse, adalet yas tutmakla başlamalı işe.

Not :Bu yazı bugünlerde miting meydanların hakim olan ve kendini “idam ipi” polemikleri ile dışa vuran ölüm yüceltimine protesto amacıyla yazıldı. Ben yaşamın kutsallığına inananlardanım o nedenle insanları ölmeye bu kadar kolayca gönderen bir polemikten son derece rahatsız oldum. Tepkimi de bu yazı ile ortaya koymuş oldum.

 
Toplam blog
: 44
: 809
Kayıt tarihi
: 06.06.07
 
 

Sosyoloji ile ilgili olarak Birikim, Üç Ekoloji, Birgün Gazatesinde çeşitli yazılarım çıktı. Ayrı..