Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Haziran '20

 
Kategori
Üniversiteler
 

SIRADIŞI KAFALAR

 

Aptallaştırıcı lise eğitiminden henüz çıkmış, ODTÜ’nün kollarına bırakmıştım kendimi. ‘Balayı’ denilen hazırlık senesini keyifle geçtikten sonra Şehir Planlama’nın bölüm dersleri başlamıştı. ‘Batı Düşüncesinin Gelişimi’ dersine girdim. Argun Hoca, mimarlığın üzerine felsefe okumuş, kafasındaki zincirleri belli ki koparmış bir adamdı. Evinin adresini şöyle tarif ettiğini hatırlarım: ‘Sevimli tavşanı gördüğünde dur, onunla sohbet edebilirsin sonra sağa dön. İşte hemen orada.’ Koca gözleri, pos bıyığıyla hep eğlenceli ve sıradışı bir adamdı. Düşün dünyama en çok katkı yapan, zihnimi en çok açan, en yaratıcı dersi ondan almıştım.

 

Sınav yok, derste not tutma yok, final yok. Her hafta Batı Düşüncesinin gelişimine etki eden konularda filmler izletiyor, onları bizimle tartışıyor, sonraki haftaya da bir sayfalık bir yazı istiyordu. Yazıları toparlamamızı istemiş ve dersin notunu da o çalışmalardan vermişti. Bir dönemlik ders için, Bertrand Russel’ın Batı Felsefesi Tarihi dahil tam 10 kitap okuduğumu hatırlıyorum. Her haftaki tartışmada kafamızı biraz daha açıyordu. Bu ülkenin bize ne kadar fazla önyargı yüklediğini, düşünmekten ne kadar korkuttuğunu bu dersle daha iyi anlıyordum.

 

1968 yapımı Stanley Kubrick’in, ‘Space Odyssey 2001’ filminde hayvan kemiklerini birbirlerine vurmayı öğrenen maymun sürüsünü ve o kemiklerin yükselip uzay gemisine dönüşmesini görünce şöyle bir soru sormuştum:

 

‘Hocam, teknolojik ilerleme insanların şiddet güdüsüyle atbaşı mı gider? Teknolojik gelişme insanın içindeki şiddeti körükler mi?’

Ah! dedi, elini göğsüne götürerek, ‘Beni, kalbimden vurdun!’

 

Bana saatlerce dil dökse, sayfalarca kitap okutsa herhalde cevabı bu hareket kadar beynimde yer etmezdi. Ne müthiş adamdın sen Argun Hoca!

 

Ortaçağ, Rönesans ve Reform konularını işlerken, ‘Gül’ün Adı’ filmini izledikten sonra müthiş bir tartışma olmuştu.

 

‘Hocam, bilim de bir çeşit inanç sistemi diyebilir miyiz?’

 

Evet, hayır gibi keskin cevaplar asla vermezdi. Sürekli düşünmeye iterdi bizi. Bilimi sorgulayın dedi özetle. Bilime körü körüne bağlanılmaz dedi. Bilimin ilerlemesinin en büyük motivasyonu zaten kendini dahi sorgulamasıdır.’

 

‘Erguvani kelimesini daha önce duymadıysanız, doğada onu gördüğünüzde algılayamazsınız. Dil kapasitenizin gelişimi, zihinsel kapasitenizin gelişimiyle doğru orantılıdır, arkadaşlar’. Dilde sadeleşme gibi bir saçmalığa işte bu yüzden hiç itibar etmedim.

 

Sonra, Raci Hocam’ın bizi sarsan çıkışı aklıma geldi: Lise eğitimi boyunca size hep sonunda ünlemler olan cümleler kurdular:

 

‘Tarih böyledir! Bilim şöyledir! İnsan böyle yapmaya mecburdur! İşte o ünlemleri alıp, burada eğip, büküp soru işareti yapacağız. ‘Bilim acaba öyle midir? Tarih acaba böyle daha mı güzeldir?’ Ben size en muhteşem cevapları veremem belki ama size soru sormayı öğretebilirim. Doğru soruyu sormak çok önemlidir. Zihinsel gelişme bu şekilde başlar’.

 

Ya Fight Club’ı ve Matrix’i izletip üzerine ödev yazdıran Melih Hoca’ya ne demeli? Fight Club’taki harika replikler bu sayede aklıma kazındı: Self-improvement is masturbation (Kişisel gelişim sadece kendini tatmin etmeye yarar).

 

“Biz televizyon izleyerek, milyonerler, sinema tanrıları, rock yıldızları olacağımıza inanarak büyüdük ama olamayacağız... Nefret ettiğimiz işlerde çalışıyor, gereksiz şeyler alıyoruz... Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız...Bir amacımız yok; ne büyük savaş ne de büyük bir buhran yaşadık...Bizim savaşımız ruhani savaş... Ve bunalımımız kendi hayatlarımız...”

Üzerine uzun uzun düşündüğüm, okuduğum, tartıştığım ve yazdığım filmler. Üniversite eğitimi tam da böyle olmalı. Derste dinlediğim, deftere yazdığım, sonra ezberlediğim sonra da sınav kağıdına kustuğum hiçbir şeyi hatırlamıyorum.

 

Avrupa Aydınlanması’nın, Endülüs Emevileri’nin akılcı kitaplarını çevirerek başlaması, kafamdaki Avrupa-merkezci kültür algısını derinden sarsmıştı. Avrupalı arkadaşlarıma siyasi tartışmalarda kafa tutabilmemin altında bu zihinsel altyapı yatar. Avrupa’nın sömürgeci geçmişini tam olarak anlamadan, bugünkü hakimiyetini çözemezsiniz. Kültürel hegemonyayı sorgulamadan, Batı’nın şefkatli kollarına kendinizi bir bıraktınız mı, uyku hapıyla sizi uyuturlar. Captive minds diyorlar velhasıl. Yani, tutsak kafalar. Stockholm Sendromu’na tutulmuş, tecavüzcüsüne aşık olmuş bir yığın kafa. Sorgulamadan, önüne konan her şeyi yersen obez olursun. Bu memleketin kültür kodları Doğu’yu da Batı’yı da dışlamadan, layıkıyla anlamayı ve ortaya yeni bir felsefe çıkarmayı bize zorluyor.

 

Bu memleket, adamı normalleştirir. Bu memleket adamı, aptallaştırır. Bu memleket adamın dikenli taraflarını pek güzel budar, onu da basit bir sopa haline hızlıca getiriverir. Hayır efendim, bu kadar potansiyelimizi harcadığımız yeter. Hayır efendim, bu kadar enerjimizi kaybettiğimiz yeter. Ey bu memleketin iyiliğini isteyenler; sıradışı kafaları görmek, desteklemek, onları özgür bırakmak zorundasınız. Bu memleketin muhteşem buluşlara imza atmasının tek yolu, yöntemi budur. Bu memleket, dünyaya örnek olacak bir felsefe üretebilir. Tarihsel rolü, kültürel birikimi bu hamleye cevaz verir.

 

Sıradışı kafalar yetiştirmeden bir toplu sıçrayışa imza atmak olanaksız. Sıradışı kafalar itaatkar olmaz. Sıradışı kafalar herkes gibi düşünmez. Sıradışı kafalar ancak özgür ortamlarda gelişir, serpilir. Sıradışı kafaların sıradışı taraflarını törpülerseniz, onları da herkes gibi yaparsınız. Sıradışı kafalar cetvelle, pergelle ölçülmez. Ancak sıradışı kafalar bu memleketi farklı maceralara sürükleyebilir.

 

Sıradışı kafalar, sıradışı işler yapmaya heveslenmeli ki, bu memleketin kaderi değişsin. Artık sıradışı kafalar özgür hissetsin. Kaybettiğimiz zaman, kaybettiğimiz enerji yetmez mi?

 

 

 

HAKAN GÜMÜŞ, 24 Haziran 2020

 

 
Toplam blog
: 37
: 1055
Kayıt tarihi
: 25.12.06
 
 

Bosphorus Investments, Atiye Residence, Gayrimenkul İçin Strateji Platformu (GİSP),  ODTÜ Şehir P..