Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Temmuz '10

 
Kategori
Öykü
 

Sisler zamanı

Sisler zamanı
 

Yakın zamanların uzak bir anında, köyün üzerinde esen rüzgâr, nemli bulutları dağıtmıyordu artık. İnsanın suratına tokat gibi vuran esinti olmuştu. Batıda esen rüzgârın şiddeti ile meşe ağaçlarının dalları ne yapacağını şaşırmıştı. Üzüm bağlarındaki salkım salkım dallar birbirini kırarcasınaydı.

Arasıra ortaya çıkan, etrafı kasıp kavuran fırtınada insan kendini kafeslenmiş bir canlı gibi hissediyor. Tutunacak bir dal, konuşacak bir insan bir arkadaş arıyor. Varsa düşüncelerini paylaşan bir dostun arkadaşın şanslısın. Yoksa yere düşmüş bir yaprak gibi savrulur durursun.

Ağır aksak adımlarla sokağa çıktı. Ellerini kavuşturup yüzünü bulut yüklü gökyüzüne çevirip gerindi. Etrafta gürültücü birkaç çocuğun sesi geliyordu. Canı tekrar eve gitmek istedi. Çocuklarının kokusunu duydu birden. Sonra vazgeçti bu düşüncesinden. İçten içe sökülen çaresizlikle etrafına bakındı.

Köyün meydanına doğru yürüdü. Evleri çevreleyen bahçe duvarlarına artık alışmıştı. Yolunu değiştirse Sülolara cesaret verecekti. Arık Hasan’ın evinin yanında geçerken kendini sıktı sıktı. Avuçları kan ter içinde kalmıştı. Acıdan yüzü kırış kırış olmuştu. Hiçbir şey söylemeden etrafta oynayan çocukların yüzlerine baktı. Rüzgârın sertliği yüzünden ortalıkta Sülolardan kimseler gözükmüyordu. Recep, çocukların arasından yürüdü gitti. Titriyordu. Zihninde geçmişin tuzakları, kahpelikleri ve kalleşlikleri şimşek gibi yanıp yanıp sönüyordu. İçindeki intikam duygularını bir türlü bastıramıyordu.

Bilinçsizlik ve imkânsızlıkların, kısır çekişmelerin köyü esir aldığı günleri düşündü. Az ilerde Arık Hasan’ın kardeşi Budak Mehmet elinde sigara tabakası esen yele ceketini dulda edip sigara sarmakla meşguldü. Recep’in geldiğinden habersiz görünüyordu.

Recep’in yaklaşan ayak seslerini fark eden Budak Mehmet yüzünü hızla kaldırdı. Recep’i görür görmez tabakasını kapamasıyla sarmaya çalıştığı sigarayı yere atması bir oldu. Şaşkınlıktan kurtulmuş, can derdine düşmüştü. Yüzü aniden sararmıştı…

Recep, Budak Mehmet’in hareketlerine ve titremesine aldırmadan adımlarını yavaşlattı. Budak Mehmet’e rüzgârın sesini bastıran bir ses tonu ile:

-Görülecek hesap olarak adın defterimin baş köşesinde yazılı. Unutuldu diye düşünme. Hiçbir şey unutulmaz, dedi.

Budak Mehmet ne yapacağını şaşırmış, adeta nutku tutulmuştu. Gözleri Recep’in belindeki silaha gidecek gibi duran ellerinde idi. Yalvaran gözlerle Recep’e bakarken bir yandan da can havli ile etrafına bakındı. Etrafta çocuklardan başka kimseler yoktu. Dar ve kırışmış alnında rüzgârın şiddetine rağmen boncuk boncuk terler birikmeye başlamıştı. Durdu. Bir an Budak Mehmet’le göz göze geldi. Korku dolu gözlerle kendisine bakan Budak Mehmet’e acıyarak baktı. İçinden zavallısın dedi. Sonra… Sonra etrafta gürültülü şekilde oynayan çocuklara baktı. Başını yere eğdi. İçinden fırtınalar kopuyor, yüreği kanıyordu. Kendini dizginledi ve yavaş ama emin adımlarla yürümeye başladı.

Uzaklaşan Recep’in ayak seslerinin kesilmesi ile Budak Mehmet içinden derin bir ohh çekti. Az önce titreyen o değilmiş gibi kafasını yukarı kaldırdı, göğsünü ileriye çıkarttı, tütün tabakasını almak için ceketinin yan cebine seğirtti. Bir yandan da çocuklara:

-Ne bu gürültü, diye çıkıştı.

Çocuklar bu ani tepki ve sert bağırma üzerine oynadıkları oyunu yarıda kestiler ve bahçe duvarının dibine, rüzgâr almayan yönüne duldalandılar. İçlerinden en büyüğü Budak Mehmet’e:

-Ne oldu amca? Bir şey mi yaptık, diye seslendi.

Budak Mehmet kızgın bir sesle:

-Bak birde konuşuyor. Susun az. Kafamızı patlattınız gürültünüzle.

Çocuk:

-Amca sessiz nasıl oynayacağız ki? Dedi.

Budak Mehmet:

-Uzaklaşın buradan diye bağırdı.

Bir yandan bağıran, bir yandan da hışımla üzerlerine gelmekte olan Budak Mehmet’in sillesinden kurtulmak için çocukların her biri bir yöne dağıldı. Budak Mehmet’in titremeleri geçmiş, sigarasını da sarmıştı. Köyün kahvesine doğru gitmeyi düşündü. Bu düşüncesinden hemen vazgeçti. Çünkü Recep yürüyerek kahvelere doğru gitmişti. Sigarasından bir nefes çekip pek de uzak olmayan evine doğru yöneldi.

Rüzgâr hızını artırmış, bulutlar çoğalmıştı. Köyün içi rüzgâr’ın savurduğu toz topraktan görünmez olmuştu. Söğüt ağaçlarının dalları birbirine daha hızlı vuruyor adeta çatırdıyordu.

Bulutların dağılması ve rüzgârın hafiflemesi ile hava açılmaya başladı. Recep kahveden çıkıp ağır aksak tekrar evine yollandı. Ağıllardan gelen hayvan kokusuna gübre yığınlarının kokusu karışıyordu. Recep bu kokudan oldum olası hep kaçmıştı. Eve geldi. Eve girer girmez yanan ocağın başında oturan eşi ve çocukları ayağa kalktı. Çocukları daha küçüktüler.

Recep ocağın başına oturdu.

-Süloları gördükçe kardeşim aklıma geliyor, dedi.

Eşi Recep’in bu iç sıkıntısını bilirdi. Sessizce yanına oturdu.

Yinede garip bir merakla dalgalanıp durdu…

Recep’in hırsının nedenini biliyordu. Yinede bakışları sorulaştı. Gözlerini Recep’ten ayırmadan ocağın başında sukutu sürdürdüler. Recep bir sigara yaktı. Duyulur duyulmaz kısık bir sesle:

-Kahvelerin orda Budak domuzu ile karşılaştım, dedi.

Eşi Fadime merakla:

-Kavga etmediniz ya? Diye sordu.

Recep başı ile yok manasında işaret etti:

-Hazır kimse yoktu. Kendimi zor tuttum. Çocuklar aklıma geldi, dedi.

Fadime kocasının hırsını da, insanlığını da bilirdi. Rahatladı. Elini Recep’in omzuna sevgiyle attı.

 
Toplam blog
: 40
: 792
Kayıt tarihi
: 16.02.09
 
 

1958 Gürün doğumluyum. Emekli öğretmenim. Ülkemin ve dünyanın gündemini oluşturan konularda yazılar ..