Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ekim '09

 
Kategori
Sinema
 

Soderbergh'in iki filmindeki Che...

Soderbergh'in iki filmindeki Che...
 

Steven Soderberg’in Che: Bölüm 1 ve Che: Bölüm 2 adlı iki filmini de izledim. Politik filmleri ve filmlerinde politik temalarıyla pek tanınmayan Amerikalı bir yönetmenin Che Guevara fimleri çekmesi her şeye karşın cesurca bir girişim ve pek çok tartışmayı da beraberinde getirdi.

Amerikalılar Soderberg’i bir “teröristi” övmekle suçladılar ve yönetmen pek çok kesimden bu yönde eleştiri aldı. Aslında eleştirilerin büyük çoğunluğu övgülere dair bir şikayete dayanmıyordu. Mesele, henüz filmi izlememiş kişilerin, “teröristin filmini bile yapmak doğru olmaz” önyargısıyla ilgiliydi. Evet, sıradan Amerikan halkının ve medyasının büyük bölümü Che Guevara’yı eli kanlı bir terörist olarak görmektedir. Bizim Che hakkında benzer şeyler düşünen liberal basınımızın Amerika’daki karşılığı olan liberallerin bir bölümü ve elbette cumhuriyetçiler de.

Öncelikle bu eleştirilerle ilgili tuhaf bulduğum bir tarafı açıklamalıyım: Bir yönetmenin Che Guevara ile ilgili bir film yapacağı söyleniyor ve daha içeriği öğrenilmeden film bazılarınca Che’yi öveceği düşünülerek protesto konusu yapılıyor? Yani ona “terörist” diyen Amerikan kamuoyunda dahi tarafsızlık iddiasındaki bir Che portresinin dahi onu kahramanlaştırmaya yeteceğine dair bir algı var; fena değil…

Dönelim filmlere… Filmler Che’yi övüyor mu, yeriyor mu, tarafsız mı? Bir defa Soderberg mistifiye edilmiş bir görsel şölenden çok eli ayağı düzgün, gerçeklere yaslanan bir insan hikayesi anlatmayı seçmiş. İlk film ağır ve ölçülü temposuyla Che Guevara’nın Fidel Castro ile gerçekleştirdiği Küba Devrimi’ni konu alıyor. Sierra Maestro Dağları’nda devrimci gruplarla neredeyse adım adım dolaşıyor, devrim süreci ve Che’nin kişiliğiyle yakınlaşma fırsatı buluyoruz. Che’nin devrim yolunda gerektiğinde katılaşabilen tutumu film sahnelerine dair “liberaller” ve solcular arasında daimi bir gerilim; ancak bunda da öyle fazla bir abartı yok. Filmin Che’nin “zayıf yönlerini” göstermek gibi bir çabaya girmemesi, yersiz ve Hollywoodvari onu kahramanlaştırma gayretinde de bulunmaması inandırıcılığı artırıyor. İkinci film Che’nin devirimi başarmış Küba’daki bakanlık görevinden istifa ettiğini duyuran haberlerle başlıyor. Bu kez Bolivya’daki devrim mücadelesine, Che’nin yakalanıp kurşunlanışına dek ağır ağır göz atıyoruz. Tempo ilk filmde olduğu gibi düşük, ama gerçekçilik yüksek, düşmanları canavarlaştırma var mı? Bu olmasa da yönetmenin Che ve Bolivya-CİA zıtlaşmasında çok da tarafsız olduğunu söyleyemeyiz. Benicio Del Toro iyi bir iş çıkarmış, hem iyi bir oyuncu, hem de fiziksel olarak Che’yi andıran bir isim. Fidel Castro rolündeki oyuncu da fena değil, filmde tarihi öneme haiz olan olmayan pek çok kişi başarıyla canlandırılmış. Che’nin iki filmde dağlardaki çatışmalar sırasında eğitime verdiği önemin yansıtılması şık olmuş. Astım sorunu ve “yalnızlık” sorunsalı filmlerin belirleyici etkenlerinden… Bolivya’daki çabası sırasında Bolivyalı yöneticilerin kendi halklarını Che’ye karşı: “O Bolivyalı değil, dış mihrak, bizi karıştırmak istiyor vs.” minvalinde kışkırtmaları klasik milliyetçi tavra güzel bir ayna tutmuş. Özellikle CIA’le işbirliği yapan Bolivyalıların halklarını Che’ye karşı “O Amerikan ajanı” propagandası yapmaları, yani bir ülkenin Amerika’yla yüzde yüz aynı amacın peşinde ve onun yardımını bizzat alıyorken dahi “Amerika bizimle aynı tarafta” diyememesi, Amerikan karşıtlığını hala daha “adil” görmesi dikkatli bakanda iki filmin bırakacağı en ciddi izlerden biri. Che: Bölüm 1-2 (2008) Küba Devrimi’ne, Bolivya’daki devrim çabalarına ilgi duymayan birisi için uygun filmler değil. Atraksiyon, aksiyon, görsel hokkabazlıklar, hızlı geçişler; bunların hiç biri yok. Ama genel bir Che Guevara ve Latin Amerika ilgisine sahip olup iki-üç saat onlarla dingin bir serüvene atılmak isteyenler için önerilir. Bu filmler sosyalizmin nasıl bir şey olduğunu öğrenmek için değil ama sosyalizm uğruna mücadele eden bir adamın mücadelesine, hem de bazen yanında galibiyete inanan tek kişi yokken sürebilen mücadelesine tanık olmak için pekala izlenebilir. Filmi izleyen sol çevreden bazı arkadaşlar filme Che’nin umutsuzluğunun damga vurduğunu söylüyorlar. Buna katılmıyorum. Umutsuzluk içinde umut diye bir kavram vardır ve bunun üzerine bastırmak için ille kör gözüne parmak bir anlatım gerekmez. Özellikle ikinci film umutsuzluk içindeki umut duygusunu, belki muazzam bir başarıyla değil ama- vermiştir; ve unutmayalım filmlerin kahramanı yaşarken de yolun gidilecek yerden daha önemli olduğunu anlatmayı kendine görev bilmiştir. Che sonunda kaybedeceğini biliyor muydu? Filmden ayrı bunu tartışmak gerek… Üstte kurduğum cümleye karşın bence bilmiyordu… Böyle bir dünyayı insanların sonsuza dek isteyebileceğini onun aklı almıyordu çünkü. Aklı düşük bir akıl olduğundan değil, başka bir akıl olduğundan… Bunu herkes anlayamaz, bu yüzden Che’yi Küba’dan sonra boyundan büyük işe kalkışmakla, bir saflık uğruna kendini harcamakla suçlarlar. Oysa o ve onun aklı, dünya ve kendisi böyleyken, harcamama gibi bir şansının olduğunu gerçekten kestiremiyordu…
 
Toplam blog
: 108
: 2011
Kayıt tarihi
: 22.06.07
 
 

İsmim Burak Çapraz. Buraya başladığımda 21'dim, öğrenciydim. Bir okul bitti ama hala öğrenciyim. İl..