Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Şubat '10

 
Kategori
Siyaset
 

Son halife niçin bir islam ülkesine gidemedi?..

Son halife niçin bir islam ülkesine gidemedi?..
 

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 1 Mart 1924 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışında yaptığı konuşmada üç önemli noktanın altını çiziyor:

1.-
Millet, Cumhuriyetin bugün ve gelecekte her türlü sal­dırıdan kesinlikle ve sonsuzluğa değin korunmuş olmasını istemektedir.

2.-
“Eğitim ve öğretimin birleştirilmesi” ilkesinin hiç vakit kaybedilmeden uygulanması ge­rekmektedir.

3.-
İslam dini, bir siyaset aracı durumundan arındırılması ve yüceltilmesi, kesin zorunluluk haline gelmiştir.

İşte Laik Türkiye Cumhuriyeti, bu konuşmada belirlenmiş bulunan temel ilkeler üzerinde inşa edilmiştir. Din, siyasete alet edilmeyecektir. Din, siyasetçilerin basit bir siyasi çıkar malzemesi olmaktan kurtarılacak ve dolayısıyla kutsal bir inanç düzleminde her türlü istismardan arındırılacaktır.

Şöyle diyor Cumhuriyetimizin kurucusu; - Efendiler, gelecek kuşakların, Türkiye'de Cumhuriyetin ilânı günü ona en acımasız bi­çimde saldıranların başında, cumhuriyetçi olduklarını öne sürenlerin yer aldığını görerek şaşıracaklarını hiç sanmayınız! Tersine, Türkiye'nin aydın ve Cumhuriyetçi çocukları, böyle cumhuriyetçi geçinenlerin gerçek düşünce yapılarını çözümleyip saptamada hiç de durak­samaya düşmeyeceklerdir.

Dini, bir siyaset malzemesi olarak gören ve onu bu yolda kullananlar, gerçekte, O’na saygı göstermeyen... dolayısıyla da, gerçek anlamda “dindar” olmayanlardır. Siyaset, bir ülkenin en doğru, en adil ve en yararlı bir biçimde yönetilebilmesi için üretilen düşüncelerin tartışılması ve bunların en iyisinin saptanarak uygulanması için yürütülen özverili emek demektir… Ve aynı zamanda da, en iyi, en rasyonel ve en yararlı düşünceleri savunan ve dürüstlüğü ve kişiliği ile halkın güvenini kazanmış ehliyet sahibi insanların yönetime gelmesi için sürdürülen uygar bir mücadeledir. Daha doğru bir deyimle, böyle olması gerekir...

Sözünü ettiğimiz bu gerekliliklerden hemen hemen herkes yanadır… Ancak ortaya konan sosyal ve siyasi pratik, hiç de bu düşünceyi doğrular yönde değildir. Bakınız siyaset yapmayı meslek edenmiş [yani geçim kaynağı haline getirmiş] insanlarımızın önemli bir bölümüne... Ne görüyorsunuz? Açın günlük gazeteleri, bastırın türlü çeşitli televizyonların düğmelerine… Ne görüp, ne okuyorsunuz?.. Tarikatlar, tekkeler, mollalar, hoca efendiler ve hilafeti geri getirmeye kadar varan siyaset bezirgânlıkları... Bütün bunlar, halkın din duygularının istismar edilmesine yönelik, belirli bir sistem dâhilinde sürdürülmekte olan cumhuriyet düşmanlığıdır. Ancak bütün bunları yapanlar, [Mustafa Kemal Atatürk’ün işaret ettiği gibi] görünüşte cumhuriyetçidirler. Demokrasiden dem vururlar… Din ve vicdan özgürlüğü savunucusu... Ve hatta “laik” düşünce yanlısı olduklarını söylerler. Gazi Paşa’nın yıllar önce söylediği gibi, günümüzde bütün bunlara şaşırmıyoruz...

Peki, şaşırmayıp da, ne yapıyoruz ve ne ediyoruz?.. İşte sorun buradadır. Hilafeti getirecekler (miş)... Hiç düşündünüz mü?.. Son Osmanlı halifesi, ülkeden “gönderildikten” sonra ne yaptı; ne etti?.. Nedense hazreti muhteremi hiçbir İslam ülkesi misafir etmedi... İzzet ikram ile ülkesine çağırıp, bir köşeye oturtmadı... Osmanlı Halife Padişahı Vahdettin de, son Halife Abdülmecit de hiç bir İslam ülkesine çağırılmadı... Gitmedi... Gidemedi. Lütfen biraz dikkat...

Vahdettin İngilizlere sığındı ve İtalya'nın San Remo kentine giderek, ölene dek orada yaşadı... Son halife Abdülmecit ise, ölünceye dek Fransa’da ikamet buyurdu... Ve Fransız “cafe”lerinde, bol bol soğuk sular içip, önündeki caddeden akar gibi geçen cıbıldak Fransız hatunlarına iç ve tespih çekerek, sakalını sıvazladı... Bakalım, bugünün Vahdettinleri ve “<ı>çağdaş” Abdülmecitler, bütün bu olup bitenlerin ardından, hangi ülkeye sıvışmak yönünde yapacaklar tercihlerini?.. Hangi ülkeyi “<ı>şeref”lendirecekler?.. Ne dersiniz? Bu ülke “kanlı-kansız”, ya da ılımlı ılımsız bir İslam ülkesi mi olacak?... Yoksa, gar Atatürkçülerinin ABD kapısına iliştirdikleri taşeron bir yan-kuruluş mu?.. Veya, tam bağımsız ve laik bir Cumhuriyet mi?.. Türkiye’nin başka bir seçeneği yoktur. “Azıcık ondan, biraz da bundan, ” düşüncesiyle varılacak bin menzil yoktur. Tam bağımsızlık, kendi ülkenize egemen olmaktır. Kültürüne egemen, ekonomisine egemen, siyasetine egemen…

Öte yandan, tam bağımsızlık olmadan laiklik de olmaz, cumhuriyet de… Çünkü laiklik, aklın egemenliği demektir. İnancın, vicdan alanında kalması ve halk egemenliğinin akla dayanması demektir. Bir başka deyişle, egemenliğin gökten değil, halk iradesine dayanması demektir. İşte Cumhuriyet denen rejim de, halk iradesinin, hiçbir kısıtlamaya tabi olmadan, kültürel ekonomik, siyasi ve dini baskı ve dayatmalardan azade hayata geçirilmesi ve uygulanmasıdır…


soruyusormak.com/
dnm-ler.com/
 
Toplam blog
: 913
: 485
Kayıt tarihi
: 30.01.09
 
 

1942 yılının Şubat ayında Bursa'da (Mehmet Kemalettin'den olma, Emine İffet'ten doğma olarak) dün..