Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Aralık '08

 
Kategori
Siyaset
 

Suçlu kim?

Suçlu kim?
 

BİR GENCİN İŞ UMUDU İLE DOLU YOLCULUĞU ADIYAMAN 2007


Bir gazeteden öğrendiğimize ve sanal ortamda da dolaşmaya başladığına göre Adana Valisi İlhan ATIŞ son aylarda Adana'da meydana gelen bazı sokak gösterileri karşısında tepkisini ortaya koymuş. İçini dökmüş. Bana göre bir tek Vali'nin bazı gerçekleri açıklaması ile ne bahar gelir ne de huzur! Umarım pek yakın bir gelecekte görevinden alınmaz! Yine de var olsun İlhan ATIŞ Bey! Gerçekte söylenecek çok söz var daha. Söylenmedik hiç bir söz kalmadı demek mümkün olsa bile düşünce özgürlüğü çerçevesinde dilimin döndüğü, aklımın erdiği kadar ben de birşeyler yazayım istedim.

Adana Valisi geçen ay güvenlik güçlerine karşı çocuklarını sokak çatışmasına yollayan bazı anne babaları uyararak sıcağı sıcağına bir kaç söz söylemişti. Bir yetkili olarak bazı yetkililerin zaman zaman pervasızca yaptığı gibi o da zülfi yare dokunmuştu. Adana Valisi İlhan ATIŞ bu konudaki çıkışı için Radyo ve Televizyon Yayıncıları Meslek Birliği'nin (RATEM) Adana'daki bir toplantısında yapmış olduğu konuşmada:
"Yeşil Kartı iptal edeceğimizi düşünüyoruz dememiz bile kıyamet kopardı." diye dert yanmış. Peşinden de:
"Neden bu kıyametin koparıldığını araştırdık. Yarından itibaren Adana'daki tüm Yeşil Kart dosyalarını yeniden incelemeye alacağız. Acaba hakkı olmadığı halde Yeşil Kart alan mı var, Yeşil Kart'ını kiraya veren mi var, acaba Yeşil Kartı teröristler de mi kullanıyor?" diye bir araştırmacı yöneticilik bilinci ile bakmak istemiş olaylara.

Bu toplantıdaki konuşmasında Adana Valisi İlhan ATIŞ: ''İşsiz olduğunu söyleyip, bundan dolayı polise ve jandarmayı çocuklarına taşlatanlara'' seslenen Vali İlhan ATIŞ tarlalarda kendilerine iş vereceğini ifade ederek şunları söyledi:
"Ama mesele işsizlik, yoksulluk değil. Mesele başka. İki-üç eş alırken yoksul değilsiniz, Kaleşnikof alırken yoksul değilsiniz, düğünlerde tabanca atarken yoksul değilsiniz. 15 çocuk yaparken yoksul değilsiniz ama polise ve jandarmaya taş atmaya gelince yoksulluktan dolayı atıyoruz diyeceksiniz ve destek göreceksiniz, ayıptır." demiş.

Bir ilin en büyük mülki amiri olmak bakımından bir vali de elbette düşündüklerini söyleyecek. Gerekli gördüğü an da kendisini savunacaktır. Gerektiğinde caydırıcı olabilecek iri iri sözler de söyleyebilir. Bu onun kişisel yaklaşımıdır der, geçeriz. Fakat olaylar yalnızca demokratik bir tepki değil de silahlı sopalı bir eylem ise olayların daha ayrıntılı olarak incelenmesi gerekir. Biliyoruz ki bazı olaylar her ne hikmet ise sineye çekilmiş görülüyor! Zannımca etki tepkiyi doğurur da oy kaybederiz diye düşünülüyor, olsa gerek! Bu da bir yönetim anlayışıdır. Demek ki pek de abartılacak bir durum yokmuş, nasıl olsa kan da çıkmamış, derim; saygı duyarım.

Ancak bilmeliyiz ki ülkemizde bu konularda inatlaşan, olan biteni insanca duygularla bile anlamak istemeyen ve giderek de artan bir gruplaşma, ayrışma var içimizde!

Gazetelerdeki tartışmalar, bazı atışmalar, canlı yayınlardaki nice mesnetsiz temellendirmeler, bazı arkadaş ve akraba tartışmaları işin renginin giderek değiştirilmeye başlandığını gösteriyor! Dokunulmazlık zırhına bürünerek neler yapıldığını; gelecekte ise daha nelerin de yapılacağını kestirmek için m ü n e c c i m olmaya gerek yok! Anlaşılan o ki olaylara, olgulara ve bazı oluşumlara günü birlik bakılıyor.

Bazı istekler için ''ağlamayana meme verilmez'' yaklaşımı ile bakıldığı için koca koca adamların ne kadar gülünç durumlara düştüklerini görünce hayretler içinde kalıyorum. Eskiler derler ya:
Malûmat sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz!

Bu çerçevede arkeoloji, felsefe, tarih, sanat tarihi, dil bilim, etimoloji, yazılı kaya, tablet, kitabe, yazılı belgeler konusunda bilgi sahibi olmadan konuşmak; sözümona siyaset yapmak kimseler yakışmaz.

Son aylardaki sokak gösterileri bazılarınca (!) gizli gizli çok iyi yönetiliyor! TC Başbakanı'na karşı bugüne kadar ağza alınmayacak uyarılar yanında çocukların ve gençlerin koşuşturulduğu; ellerine bazı öldürücü ve yaralayıcı aletler verildiği, bazı belediye imkanlarının da seferber edildiği, konukseverlik tutkumuzun unutulduğu nice protestolar sergilendi ne yazık ki! Bunu ben kişisel olarak görüyor biliyorum, dertleniyorum da Devlet neden göremiyor?

Bu konudaki adli uygulamalar ne aşamada: Başlatıldı mı başlatılacak mı bilemiyorum. Bence Adalet Bakanlığı illere göre mahkemelerin duruşmalarını ayrıntıları ile vermeli ki bizler de ''adalet çarkının nasıl işlediğini görerek'' kendimize göre düşüncelerimizi geliştirelim! Umarım Adalet Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığı arasındaki eşgüdüm eski yıllarda olduğundan ç o k daha etkili bir biçimde yürütülmektedir!

Gelelim yılların sorunlarına yeniden:

Neden 50-60 yıldan beri ağalık kaldırılmadı? Gecekondulaşma neden engellenmedi? Başıbozuk göçün önü neden kesilmedi? Eğitim neden yaygınlaştırılmadı? Doğu ve Güneydoğu Anadaolu'daki toprak dağılımı nasıldır? Mülkiyet ilişkilerini de içeren gerçekçi bir toplumsal, ekonomik ve kültürel araştırma dizisi neden yapılamıyor?

Kürtçe gerçekten kenti de bilimsel araştırmaları da karşılayabilecek zenginlikte bir dil midir? KÜRT KÖKENLİ İŞ ADAMLARIMIZ NEDEN KÜRTÇE BİR GAZETE DERGİ ÇIKARTMAZLAR?

KÜRTÇE TELEVİZYON YAYINI NEDEN KENDİNE ÖZGÜ BİR TEKEL OLAN TRT'YE BIRAKILIR YALNIZCA? Diyelim öyle ise öyle, böyle ise böyle! Peki Zazaca, Kırmançça, Soranice, Dımılki, Goranice, Lorice ne olacak?
Yapılması gereken bölgesel ya da ulusal yayında Dicle Kırmanççası mı yoksa Hakkari Kırmanççası mı egemen olacak? Yöresel ağızlarının gelişigüzel harmanlanması, kişilerarası iletişimde nasıl bir kargaşa doğuracaktır?

Ülkemizdeki nice sorunlara göre bütün suç devlette, ağalık beylik düzeninde midir? Suçlu yalnızca patronlar ile tüccarlar mıdır? Yalnızca Doğu ve Güney Doğu Anadolu'da değil bütün ülkemizde bilmediğimiz ne gibi sorunlar var? Ankara'daki çiftçinin hiç mi sorunu yok? Karadenizli fındık ve çay üreticisi serbest piyasa ekonomisi karşısında daha ne kadar direnebilecek? Osmaniyeli fıstıkçları ile Gaziantepli fıstıkçılar üretimi katlayabilmek için ne yapacaklar?

Ne kadar utanç verici ki A'dan Z'ye suçların çeşidi de artıyor günden güne. Suçlular çoğalıyor! Mahkemeler tıklım tıklım! Bazı haberlere göre hapisaneler dolmuş! İşsizlik rakamları da bir türlü gerçeği yansıtmıyor!

İşsizim, işsiz kaldım, patron sigortamı yatırmamış, iş arıyorum, diplomalı işsizim, yaşım 30 oldu daha beş kuruş kazanabilmiş değilim, bu ülkeden kaçacağım, kazancım yetmediği için ikinci iş yapıyorum, KPSS de olmaz olsun diplomam elimde kaldı gibi onlarca, yüzlerce sızlanmaları hep duyuyoruz!

Bir de ummadığımız dağlara karlar yağıyor! Bazı olaylar, duyumlar karşısında: Yok be! Deme be! Eee? Nasıl olur! Olamaz! Bu da beni üzdü! diye söylenip durmaya başladık! Ne oldu bize? Peki çeteleşme, mafyalaşma neden önlenemiyor? Demokrasi bilinci, ortak gelenek göreneklerimiz neden anlatılmadı? Komşuluk, akrabalık bilinci neden verilmedi insanımıza? Sonra da deniyor ki ''besle kargayı oysun gözünü''!

İçinde bulunduğumuz bu tür kargaşalara ek olarak yıllardan beri Adana'da meydana gelen olaylar karşısında, anlaşıldığına göre Adana Valisi açık yüreklilikle içini dökmüş!

YAPABİLECEĞİ PEK BİR ŞEY DE YOK! GÜCÜ DE ANCAK OLAYLARA KARIŞAN VATANDAŞIN YEŞİL KARTLARI İLE GENÇLERİN ELLERİNE TUTUŞTURULMUŞ OLAN BEŞ-ON KALAŞNİKOF'UN KARŞILAŞTIRILMASINI YAPABİLMEKTİR.

OYSA EĞİTİLMİŞ OLMAYAN, İYİCE ÖĞÜTLENMEYEN KİŞİLERE HER KİM OLUR İSE OLSUN SİLAH VERİLİR Mİ? OLAYLARIN BU YÖNLERİNİ KENDİSİ BİLİR ANCAK OLAYIN ÖZÜ BU DEĞİL BENCE! YILLARDAN İYİLEŞTİRİLMEYEN YARAMIZA TUZ BİBER EKTİĞİ İÇİN KENDİSİNİ KUTLARIM.

BENCE SON 25 YILIN EN GÜÇLÜ HÜKÜMETİ OLMAK BAKIMINDAN ERDOĞAN HÜKÜMETİ DAHA GENİŞ TEDBİRLER ALMAK ZORUNDADIR. Çünkü bu tür olaylar yaklaşık son bir yıldan bu yana ülkemizin bazı kentlerinde yer yer uygulanmaya başlandı.

Yıllarca da İstanbul Gazi Osman Paşa'da bu tür yakma, yıkma olayları da hep yapılageliyordu. Sinsi teröristlerin son saldırılarından biri de bilindiği gibi yine İstanbul'daki Güngören Olayları'dır! Güngören'de ne olmuştu? Bir ses bombasının peşinden yine uzaktan kumanda ile patlatılan bir bomba ile bir anda 15 kişi ŞEHİT EDİLMİŞTİ. Sanırım ''terör yandaşlarına ve malûm örgüte göre'' daha sonra aramızdan ayrılanlarla birlikte ''17 kişi yok edilmişti''!

NE YAZIK Kİ SON YILLARDA TERÖRÜ DE TERÖRİSTİ DE ÖĞEN BEYANATLAR OKUMAKTAYIZ!

DEMOKRATLIK VE YAZARLIK KİSVESİ ALTINDA BU TÜR DAVRANIŞLARDA BULUNMAK HİÇ KİMSEYE YAKIŞMIYOR.

OYSA AİHM KARARLARINA GÖRE BELİRLİ ÖLÇÜLERE GÖRE HER TÜRLÜ ELEŞTİRİ YAPILABİLİR FAKAT HİÇBİR BİÇİMDE TERÖR DE TERÖRİST DE ÖĞÜLEMEZ. ÇÜNKÜ İNSANLIK SİNSİ, ALÇAK, İKİYÜZLÜ TERÖRÜ DE TERÖRİSTİ DE SEVMEZ! SEVEMEZ! UNUTMAYALIM Kİ ''GÜNDÜZ KÜLAHLI GECE SİLAHLI GEZEN O SİNSİ VE ALÇAK TERÖR'' IRAK'I DA AFGANİSTAN'I DA BATILI KOALİSYON GÜÇLERİNE TESLİM ETMİŞTİR.


Daha önceki yıllarda başka partilerden de bölücülüğü ve etnik ayrımcılığı vurgulayan pek çok çatlak sesler çıkmıştı! Bu çerçevede Olağanüstü Valilik uygulaması her bakımdan yanlış bir idari hata olmuştur. Oradaki parasal pis kokular da kapatılıvermişti 1992'de sanırım. Umarım geleceğin tarihçileri bu tür gizli kapaklı işleri de yazacaklardır, birgün! Bence ne teröre övgüde ne de Devleti soyup soğana çevirme konularında dün olduğu gibi bugün de böyle olmamalı.

Neden böyle oluyor? Çünkü demokrasi de Devletin bürokratik işleyiş düzeni de eğitimsiz, samimiyetsiz, basiretsiz, bazı hasletlerden yoksun kişilerin ellerine veriliyor!

İşin içine bir de sen ben, bizler onlar ayrımı ile benim partilim, senin partilin öbeklenmesi girince Demokrasi sonunda tökezlemeye başlıyor! Adalet de yurttaşlık da ekonomik paylaşım da güme gidiyor! ABD ile AB'nin en başarılı oldukları alanlardan biri de unutmayalım ki önce adalet düzenleri sonra da kamuoyuna aşılamış oldukları saygın vatandaşlık bilincidir!

Oysa bizde ne oluyor? 2500 yıllık ağalık düzeni bugün bile bütün ihtişamı ile yaşıyor! Başa gelenler ister Hurri Mitanni ister Hitit ister Asur ister Abbasi, ister Artuklu ister Osmanlı olsun ağalık yaşıyor; yaşatılıyor!

Bugün toprak ve köy egemenliklerinden sonra sanayileşme alanlarına da uzanmış olan feodal düzen topluluklarının inatla sürdüregeldikleri bu toplumsal ve ekonomik yapının partilerin işini daha da kolaylaştıdığı çok açık! Bu durumun seçim zamanlarında oy toplama, oy kazanma, oy avcılığı, oy verme, bir partiye destek vermek ya da vermemek, oy satmak, oy pazarlama, oy satmaya gelmiş olmak gibi konularda nasıl dallanıp budaklandığını basın yolu ile açık seçik görüyoruz artık! Batı'daki hiç bir dilde olmayan nice çarpıcı kavram ve deyim üretmişiz ki buraya hepsini yazmak konumuz dışında olduğu için geçelim şimdilik!

Gerçek şu ki binlerce yıllık bu düzen; topraksız, eğitimsiz, işsiz milyonlarca vatandaşlarımızın ellerini kollarını kıskıvrak bağlıyor! Oysa bilinmesi gereken bir gerçek var ki kalkınmanın, gelişmenin, büyük güç olmanın önündeki bu tür engeller Avrupa'da ve Rusya'da ortadan kaldırılarak gerçek bütünleşme sağlanmış, krallara kraliçelere rağmen gerçek demokrasi yerli yerine oturtulmaya çalışılmıştır!

Bizde ise binlerce onbinlerce köylünün, marabanın, ırgatın ve hısım akrabanın tek tek nereye mühür basacağını öğütlemektense; onları adam yerine koyarak tek tek oy atmasını beklemek yerine onların özgür iradeleri, akılları yok sayılmadı mı? Zaman zaman nice kapkacak, altın, para dağıtılmadı mı? Bu iş nasıl olsa sandık başında üç beş sihirli el aracılığı ile bilinen o resmi görevlilerin gözleri önünde o çok yalın ''oy atma işlemi'' kolaycacık çözülmüyor muydu? Bazı sandıkların başına neler geldiğini ise hiç bilmiyoruz!

Çünkü oy vermek için girdiğiniz odada bulunan bir resmi deftere attırılan seçmen imzası, evet diye bastığınız mühürün yanında bir yere açığa atılmadığı sürece bu olayın soruşturulması, kovuşturulması, adil olarak çözülmesi hiç de mümkün değildir! YSK'nun son seçmen kütükleri için yaşamakta olduğu sorun gibi bu da çözüm bekleyen bir başka sorunumuz olsa gerek.

Sandık başına gelen seçmen sayısı ile yalnızca evet damgalı oy pusulaları karşılaştırılarak; doğabilecek hiç bir ihtilaf çözülemez! Bu uygulama hep böyle sürüp gedecek mi? Bakalım kim kimi daha ne kadar kandırabilecek? Bu dengesiz uygulama ile bakalım kişinin siyasi seçimine ''kim kendi damgasını vurarak'' her türlü çıkarı sağlayabilecek? Binlerce, yüzbinlerce dönümlük tarlalar, dağlar tepeler Bizans'tan beri onalrın ellerinde değil mi?

Osmanlı'dan devralınan TC Hazine Arazileri tapuları olmasa bile fiilen onların öz malı değil mi? Yine yüzlerce, binlerce, onbinlerce öyler de köylüler de onların gayri resmi(!) öz malları değil mi? O köylerde yaşayanlar malları ile canları ile ağanın bakıp beslediği köylüleri, marabaları değil mi?

Osmanlı Devleti'nin miri toprak düzenini uygulayamadığı, tımarlı sipahilerini bile toplayamadığı alanlarda bu demokrasi çağında neler yaşanıyor, az çok biliyoruz. ''Pamuk toplamaya gidiyorum'' diyerek bir yerlerde oturup kalanlar, kalsınlar oralarda! Kime ne! Makinalı tarım da geliştiği için böylece emeğe dayalı üretim hiç de aksamıyor!

Yirmi yıl kadar önce egemen bir parti, hukuk Devleti olgusunu bir yana bırakarak ''taşlık alanlardaki taşları topla arazi senin olsun'' demişti! Fakat tapu yok! Tapu olmayınca kredi de yok! Ne yapılıyordu bu durumda ? Nice Hiyle-i Şeriyye uygulanıyordu: Çünkü apartopar devralınan demokrasimizde çareler tükenmiyordu! Ne şiş yansın ne kebap, benzetmesinde olduğu gibi yöredeki milyonlarca malsız mülksüzler ile marabaların ağzına birer parmak b a l sürülmek isteniyordu.

Demokrasilerde çare tükenmediği için ekonomide de her türlü hileli çözüm yolu tükenmiyordu bir türlü! Bugün bile ''hayali ihracat'' yapılmıyor mu? 1990'larda kurulan Hayali İhracat Komisyonu'nun raporları nasıl bir sonuç doğurdu, bilmiyoruz.

Bir de kamuoyunda her zaman geçerli olan ''alan razı veren razı'' mantığı herşeyin ''eski tas eski hamam'' sürüp gitmekte olduğunu gösteriyor işte! Ne yazık ki orada ''ağanın altında canı yananlar, ellerine beş para geçmeyenler, köleler gibi çalıştırılanlar, olmadık hakaretlere uğrayanlar, bir emir karşısında yalnızca başım gözüm üstüne demek zorunda bırakılanlar'' ne yapacaklar? Kaçarak İstanbul'a Adana'ya İskenderun'a İzmir'e Mersin'e göçecekler!

Toplumsal, ekonomik ve kültürel düzenlemeler hiç bir biçimde düşünülmediği için bu kentlerimizde ne yazık ki umulmadık olaylar ile karşılaşılmakta, zaman zaman da bu olaylar çığırından çıkmaktadır.

Adana örneği yaşanan nice olumsuzluklar içerisinde yalnızca bir örnektir. Unutulmaması gereken bir gerçek daha vardır ki toplumsal patlamalar kentlerde başlar ve dalga dalga yayılır.

Yıllardan beri: Devlet güçlüdür, gerekenler yapılacaktır, adalet yerini bulacaktır, şehitlerin kanları yerde kalmayacaktır, demek ne kadar akıllıca bir çözümdür, açık seçik görüyoruz! Peki bir türlü önlenemeyen ve birbirinin devamı gibi sürekli olarak tekrarlanan bunca acı olaylara ve bizi kuşatan sorunlara rağmen soralım: Suçlu kim?

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..