Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Eylül '07

 
Kategori
Kitap
 

Sürgün öğretmen

EĞİTİMLE İLGİLİ ROMANLAR (4)

SÜRGÜN ÖĞRETMEN

Yazarı: Hüseyin Karatay

Malatya Gündüzbey’de 1937 yılında doğdu. Asıl adı, Hasan Hüseyin Karataş’tır.

Malatya Öğretmen Okulu'ndan ve Malatya Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü'nden mezun oldu.

1957’de öğretmenliğe başladı. Çeşitli yerlerde görev yaptıktan sonra, 1982’de emekli oldu. 1970’de ilk olarak “Kıbrıslı”yı yazdı.

Yayınlanmış birçok roman ve hikayesi bulunmaktadır.

Konunun Özeti:

Okulu yeni bitirmiş olan öğretmen Ali Şener, görev yeri olan Cevizli’ye gitmek üzere yola çıkar. Yol arkadaşı, yabancılara yol konusunda yardımcı olan ve katırıyla onların yükünü taşıyan Katırcı İsmail’dir.

Yol çok dağlıktır. Keskin, sivri kayalı uçurumlar, başdöndüren bir ürperti salmaktadır. Öğretmenin sık sık ayağı kayar. Dik durumda yürüyemeyeceğini anlayınca, ellerini yere koyar ve öylece yürür. Böyle yollara alışkın olmadığı için oldukça yorulur.

Bir süre mola verirler. Öğretmen, İsmail’in azık torbasındaki ekmek peyniri çıkarıp İsmail’e seslenir. İsmail şaşkındır. Çünkü, daha önce köye getirmiş olduğu memurların kendisini adam yerine koymaması gelir aklına. Bu memurlar, kendisiyle sofraya oturmazlardı ve yemeğin artanının verirken de tepeden bakarlardı.

Yemeklerini yiyince öğretmen, “Ben bir abdest alayım” der. İsmail şaşkınca, “Abdest mi?” diye mırıldanır. İsmail şimdiye kadar, köylerindeki imamdan başka abdest alıp namaz kılan memur görmemiştir. İsmail memurları kibirli, burnu havada insanlar olarak tanımıştır. Bu düşünceler içinde karşısındakinin Hızır olduğunu dahi düşünür.

"Yol uzun, Yatsı’ya ancak varırız", diyerek yola çıkarlar. Toptaşı köyü yönünden gelmekte olan jandarmaları görünce, İsmail bilinmez bir telaşla öğretmene yaklaşır. Jandarmalar yanlarında durur. Jandarmaların başında Erhan Başçavuş vardır. Horlama ve eğlenti edası taşıyan sesiyle İsmail’in hal ve hatırını sorar. Öğretmenin tavrı telaşsız ve doğaldır. Başçavuş kibirli bir ses tonuyla öğretmene seslenir: “Öğretmen misin? Nesin sen?” öğretmen ise, hiçbir şey olmamış gibi “Kalkalım” der. Bu durum karşısında Başçavuş, “Niçin cevap vermiyorsun?” diyerek çıkışır. Öğretmen, “Konuşmasını bilmeyene verilecek cevabının olmadığını” söyler. Bunun üzerine Başçavuş, Öğretmene hükmedici bir şekilde bakar ve Öğretmenin kararlı bakışlarını görünce, gözlerini yere indirir. Tekrar kaldırdığında ise, suçluluk ve yenilgi görülür. Atını sürüp hızla uzaklaşır. Jandarmalar da onu izler. Giderken de, hayret içinde dönüp dönüp öğretmene bakarlar.

Toptaşı Köyü’ne geldikleri zaman, katırı okulun önüne sürerler. Okul, toprak damlıdır. “Toptaşı” yazılı levhanın boyaları kavlamış, öğretmen evinin pencere camları kırılmıştır. Toptaşı Öğretmeni, tanışma faslından sonra yılgın ve bezgin haline ortak ararcasına, köylünün taassup olduğundan, köyde eğlence yerlerinin bulunmamasından yakınır. Bir meslektaşını görmenin verdiği sevinçle konuşmasını sürdürür: “Kazadaki memurlar bazen ava giderler. Bir gün beni de yanlarına aldılar. Okulu kapattım. Müfettiş pek uğramaz buralara.” Öğretmen Ali Şener, dinlemek istemediğini bildirir bir eda ile “Ne zaman kalkıyoruz İsmail?” der ve yola çıkarlar.

Uzaktan titrek ve sönük birkaç ışık görünce İsmail “Cevizli” diye mırıldanır. Yorgun vücutlarına can gelir. Cevizli’ye girerken İsmail, Öğretmene “İte aldırmadan yürü” der ve sicimlerin arasındaki sopanın birini öğretmene verir. Karanlığa gömülü bir evin önünden geçerken, önlerine bir köpek çıkar ve kimliklerini soruyormuşçasına havlar. Öğretmeni görünce saldırır. Bunun üzerine Öğretmen, kendini korumaya çalışır. Köpeğin sahibi gelinceye kadar, aralarındaki mücadele devam eder. Aslında bu durum normaldir. Çünkü her köy öğretmeninin, görev yerlerindeki ilk günlerinde, köpekle ilgili birkaç anısı mutlaka vardır.

Köyde, ilk olarak muhtarın evine gelirler. Kapıyı çalıp beklemeye başlarlar. Öğretmen, “Köyün misafir odasının olup olmadığını” sorar. İsmail, “Kazanın hiçbir köyünde yok” der. Öğretmen bu defa, “Öğretmen evinin olup olmadığını” sorar. İsmail, “bilmiyorum” derken, Öğretmenin sıkıldığını anlar ve “Muhtar rahatsız olmaz. Cevizli’ye gelen memur olsun, yabancı olsun , Tahir Ağa’nın evine iner” diyerek öğretmeni rahatlatmaya çalışır.

Öğretmenin evine girerler. Bir süre sohbet ettikten sonra, öğretmen namaz kılmak için izin ister. Öğretmen çıkınca İsmail muhtara, “böyle namazlı öğretmen gördünüz mü?” der. Muhtar, küçümser bir ses tonuyla, “Hep çocukları verirler zaten” diye karşılık verir. İsmail, Öğretmenin yol boyunca gösterdiği davranışlardan uzun uzun bahseder. Abarta abarta, Erhan Başçavuş ile Öğretmen arasında geçen olayı anlatır. Muhtarın, yanında ikinci bir kişinin büyütülmesine canı sıkılır. Öğretmen içeri girince, “Okulu teslim alsam” der. Muhtar, “O kolay, Allah rahatlık versin” der ve odadan çıkar. Böyle derken, “Beni rahat bırakın” der gibi bir edası vardır.

Ertesi gün İsmail Kazaya döner. Muhtar, okulun anahtarını öğretmene verir. Eski ve kerpiç bina olan okulun bitişiğinde öğretmen evi vardır. Muhtar, “Kuşluk vakti gelirim” dediği halde, görünürlerde yoktur. Öğretmen, kitaplarını yerleştirmeye başlar. Köyün yaşlılarından ve gazi olan Süleyman Çavuş, selam verip içeri girer. Her zaman olduğu gibi sözü savaş yıllarına getirip anlatmaya başlar: “Korku morku yok. Ölüm, mölüm gelmiyo akla. Hele bir de Kazım Karabekir gibi bir gumandanın olursa!…”

Savaş anıları biter mi? Uzun uzun savaş anılarını anlatır Süleyman Çavuş. Sonra da öğretmeni yemeğe davet eder. Hem köyü tanımak, hem de yemek yemek için evden çıkarlar. Süleyman Çavuş’un evine varırlar. Süleyman Çavuş’un Hanımı çamaşır yıkamaktadır. Süleyman Çavuş, “Salı günü çamaşır mı yıkanırmış!” diyerek çıkışır hanımına.

Avlu duvarının dibindeki kavak ağacının kuru dallarının birinde, kuru eşek kafası geçirili durmaktadır. Bunun da bir anlamı olsa gerektir. Salı’yı uğursuz sayan bir düşünce, bunu hurafesinin bir işareti olarak asmış olmalıdır. Öğretmen, Batıl İnançların yaygın olduğu bu köyde, mücadelenin çetin olacağını tahmin eder.

Öğretmen köye geleli bir hafta olmuştur. Artık, yavaş yavaş köyü tanımaya başlar. Köye ilk geldiği gün, otlardan karın doyurmaya çalışan çocukları ve köylüyü düşünür. Kadınlar, çamaşırlarını derede, çocuklarını da açıkta yıkamaktadırlar. Köyde, cami dahil, hiçbir evde ayakyolu (tuvalet) yoktur.

Öğretmen, okulda öğrenci yetiştirirken, aynı zamanda, köyü de yaşanabilir bir hale getirmek için çareler aramakta, köyün sorunlarına çözüm bulmaya çalışmaktadır. Süleyman Çavuş’un yardımı ve Hamit Hoca’nın Cuma Namazı sonrası teşvikleriyle, imece oluşturulur ve arkasından Çamaşırlık Planı uygulanmaya başlar.

Öğretmen, “birleştirilmiş sınıflar”da öğretim yapmaktadır. İlk ders birinci sınıfların. “Vücudumuz” ünitesinden “baş” işlenip hastalıklara geçilecektir. Öğretmen, vermek istediklerini, öğrencileri konuşturarak vermek ister. Her öğrenciye söz hakkı verir. Başta bulunan organlar sayıldıktan sonra, hastalıklara geçilir. “Sayılan hastalıkların belirtileri görüldüğünde, hemen doktora başvuracaksınız” der. Sonra da, kendi kendine kızar. “Kim, nerede ve hangi doktora başvuracak?” der. Buarada, zihnini toparlamaya çalışarak, “Hastalananlara ne çare ararlar?” diye çocuklara sorar.

Öğrenciler, öğretmenlerinin sorusuna cevap vermenin heyecanıyla saymaya başlarlar: “Yatırlara çaput bağlarlar. Üç Çarşamba mum yakarlar. Kayalıdağ’da ziyaret var. Ziyaretin yanında da bir taş var. Sarılık olanlar, oraya giderler. Sonra yumurtayı, taşta kırarlar. Sarısını, götürüp ziyaret toprağına sürüp yerler. Mezarın üstüne boncuk ya da para bırakırlar. Romatizma olunca, it deresine giderler. Üstünü güneş çalmadan, suya yedi defa dalarlar. Dereyi kırk kere geçerler. Üç Çarşamba yapılırsa, derdi su götürürmüş. Molla Mahmut eyi derman yapar, öğretmenim ” derler.

Öğretmen; “Dinleyin çocuklar. Molla Mahmut’un ilaçları faydalıdır. Çünkü, bitkilerden yapıyor. Çeşitli bitkilerin bünyesinde, mikrop kırıcı hassalar var. Vitaminler var. Bunlar kullanılırsa, mikroplar ölür. Ya da bünyemiz mikroplara karşı dayanıklı olur. Zaten, ilaçların çoğu bitkilerden çıkartılıyor. Ama, mezarlığa çaput bağlama, boncuk koyma, boş inançtır. Bunlar, Eski Ortaasya inançlarından gelmedir. Müslüman olmadan önce, ataların ruhuna tapılırdı. Yardım umarlardı. Eski Türkler, sulara, ağaçlara kurbanlar adarlardı. İslamiyet bunları yasaklamıştır. Mum yakma ise, Hıristiyan adetidir” der ve öğrencilere “giysilerinde boncuk, kabuk ve buna benzer şeyler varsa, çıkartmalarını” söyler.

Muhtar, Kaymakamın dairesine yaklaşırken, konuşma metnine son şeklini verir. Kaymakam Vekili, usulen, köyü ve asayişi, sorar. Okulu sorunca, muhtar fırsatı kaçırmaz: “Öğretmende iş yok. Köylü memnun değel. Böyük möyük takmıyo. Gazadaki memurların arkasından atıp tutuyo. Fesat kışkırtıcı. Bir emir verin beyefendim” der. Bunun üzerine Kaymakam Vekili, başını sallayarak, “Düşünürüz” der.

Öğle paydosunda, öğrencilerden biri öğretmene “Bir yabancı geliyor” diye haber verir. Gelen kişi, “Tünaydın, ben müfettiş …” diyerek, kendisini tanıtır. Müfettiş, çantasını açarken, gelişinin sebebini açıklar: “Randıman teftişi yapacak değilim. Hakkınızda soruşturma var” der ve Memurlar Kanununun ve Eğitim Kanununun birçok maddelerine aykırı davranış ve telkinlerde bulunduğu hatırlatılarak, suçlayıcı sorular yöneltir.

Öğretmen, savunmasını hazırlarken, öğrenciler sınıfa girer. Müfettişin hiç konuşmaması, havayı daha da ciddileştirir. Müfettiş sınıfa girer ve zil çalmadan sınıftan çıkar. Buarada, öğretmen de savunmasını tamamlamıştır.

Müfettiş kağıtları çantasına yerleştirirken, iğneleyici hava ile konuşur: “Şöyle bir yokladım. Çocuklar hareketli, uyanık. Şu var ki, öğrencilerin konuşmaları, söylentileri doğrulamakta. Bir öğrenci, temizlikle ilgili soruya, ‘Peygamberimiz der ki’ biçiminde başladı. En çok İslam Kanunları övülmüş” der. Müfettişin son sözü, “Deliler toplanıyor” olur ve müfettiş okuldan ayrılır.

Bir süre sonra, köyde sürgün haberi dolaşır. Köylülerden biri, “Hocam duydum ki, seni köyümüzden alacaklarmış” der. Öğretmen, ertesi gün Maarif Memurluğuna gider. Maarif Memuru durgun karşılar ve suçlayıcı bir ses tonuyla; “Aranızın köylülerle iyi olmadığını biliyoruz. Memurluk bu, üzülmeyin. Gideceğiniz yerde tutumunuzu değiştirmeniz, sizin için iyi olur. Yeni görevinizde başarılar dilerim” der.

Sürgün haberi Cevizli’ye tez yayılır. “Üzülüyor musun?” diyen köylülere, “Bana göre hizmet her yerde aynı” der. Böyle der ama, yine de yüreğinde alışılmış kişilerden ayrılmanın ezikliğini duymaktadır.

Sonuç:

Öğretmen, aşılması zor dağları geçerek köye gelir. Ama köyde, aşılması daha da zor olan yoksulluk, batıl inançlar, haksızlık ve bu haksızlıklara boyun eğen köylüler vardır. Öğretmen, Süleyman Çavuşun desteği ile köylüyle bütünleşir. Onlara azmi, kararlılığı, bütünleşmeyi aşılar. Üstlerine, Muhtar ve Başkumandana saygılı olmayı ama bu saygının hiçbir zaman kendilerini küçük düşürecek derecede olmamasını, öğretir.

Sonuç, sürgün. “Ayrılırken de, benim için görev her yerde aynı”, diyen azmin timsali bir Öğretmen.

Azim bitmedikçe, enerji bitmez.

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..