Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Kasım '09

 
Kategori
Spor
 

Tahrik olmayın, suçlamayın, mümkünse hiç konuşmayın...

Tahrik olmayın, suçlamayın, mümkünse hiç konuşmayın...
 

Galatasaray CC ile Fenerbahçe Ülker basketbol maçının normal süresi 56-56 tamamlanmış, eşitliğin bozulabilmesi için beş dakikalık bir uzatma periyoduna ihtiyaç duyulmuştu.

“İşte ne olduysa o an oldu,” diye bir giriş de yapılabilirdi.

Ancak daha maç başlamadan önce maçı izlemek üzere tribünlerde yerini almış bir baba ile Fenerbahçe formalı 8 yaşlarında bir çocuğun görüntüsü vardı. Galatasaray taraftarı bu 8 yaşındaki çocuktan “tahrik” olmuştu ve üzerindeki formasının çıkarılması isteniyordu. Oradaki görevlilerin talebi doğrultusunda baba çocuğunun üzerindeki formayı çıkardı, sonra da tribünleri terk etti. Sonrasını bilmiyoruz. Onlar maçı izlediler mi yoksa apar topar dışarı mı gönderildiler, filmin devamında onlar yok.

Sahneye yeni kahramanlar çıkıyor…

Hani sürekli bir milat arıyoruz ya, spora, futbola barış gelsin diye. Belki o milatlardan bir tanesi de o baba ile oğlunun şeref tribününde Adnan Polat ile maç izlemesi olabilirdi. Kuşkusuz böyle şeyler yazmak da doğru değil birçok kişiye göre.

40 dakikalık, 4 periyot üzerinden oynanan maç içerisinde sahada yaptıkları işten başka hiçbir şey düşünmeyen 24 basketbolcu ve teknik yöneticileri vardı. Maç sırasında tek bir pozisyonda Semih ile Rançik arasında küçük bir elektriklenme olmuş ancak bu da iki oyuncunun birbirlerine verdikleri tepkileri anlatmasıyla uygarca çözümlenmişti.

Hakemler standart bir maç yönetmişler, birçok hatalı karar olmasına karşın Fenerbahçe oyuncuları bunun üzerinde durmamış, Tanjeviç de çoğu zaman ayağa bile kalkmadan yüzünde görmeye pek alışık olmadığımız bir tebessüm ve kendi kendine konuşmasıyla tepkisi göstermişti.

Yani basketbol oyununun sporcu ve idareci boyutunda o ana kadar olumsuz hiçbir şey olmamıştı.

Fakat uzatma periyodunun hemen arifesinde Fenerbahçeli basketbolcuların oturduğu sıraların hemen arkasında oturan ikisi “bayan” (ki bunlardan birinin sabıkalı olduğunu öğreneceğiz; üzüntümüz katlanacak) biri erkek üç kişinin Galatasaray tribünleriyle girdikleri diyalog sonrasında ortalık bir anda karışıverdi.

Dün bütün gazetelere Fenerbahçe taraftarı olduğu anlaşılan bu fanatik ve ceza almış bayanın ve yaptığı hareketin fotoğrafı yansıdı.

Maç sırasında görevi fotoğraf çekmek olan sahada ondan fazla basın görevlisi vardı. Her birinin maç boyu en az beş yüz enstantaneyi karelemiş olduğunu tahmin ediyorum. Nereden bakarsanız bakın beş altı bin fotoğraftır bu ve onların içinde o Fenerbahçeli bayanın hareketini yapan en az elli Galatasaray taraftarının görüntüsünü bulursunuz.

Ancak burada bizim anlatmak istediğimiz şey hareketin muhasebesini yapıp bir teraziye yatırmak değil. Bir bayan eliyle erkek cinselliğini gösteren bir hareket yaparsa o haber olur. Kuşkusuz bu hareket bir Galatasaray – Fenerbahçe derbisinde yapılırsa hem büyük bir haber olur hem de olayların çıkmasına tahrik unsuru oluşturur. Bu bayanın hangi idrak melekesiyle o hareketi yapmış olduğunu gerçekten merak ediyorum. Bir Fenerbahçeli böylesi kapalı bir taraftar kitlesinin içinde annesine dahi küfür edilse sessizliğini korumak zorundadır. Tersi de geçerlidir. Eğer kabullenemiyorsan oraya gitmeyeceksin. Sevincini de üzüntünü de içinde yaşayacaksın.

Bizim takılmamız gereken ya da ne olacak bu insanımızın halini düşünmemizi gerektiren şey bu da değil.

Sorun, olayların yaşandığı bölgenin çok daha uzağından koşarak gelip Fenerbahçeli basketbolculara saldıran taraftarın zihniyetidir, eyleminin arkasında yatan psikolojik unsurdur.

Bu psikolojiyi şöyle bile anlamaya çalışabiliriz.

Fenerbahçe takım halinde maç boyu hakemlerle diyaloga girmiş, ortamı gerecek hareketler yapmış, taraftar onlara küfür edince dönmüş karşılık vermiş olsa… Bir yere kadar saldırının hafifletici sebebini de ortaya koyarız.

Bu 8 yaşındaki çocuğun üzerinde bile görmeye tahammülü olmayan renklere ve formaya duyulan ve ne olursa olsun düşman olarak addedilen bakış açısıdır.

Daha vahimi ve olayı kan davasına dönüştürüp, taraftarının yaptığı eylemi reddetmek yerine ona sahip çıkmaya çalışan yöneticinin tutumudur.

Galatasaray yöneticisi Yiğit Şardan’ın yaptığı açıklamalar kralın ne kadar çıplak olduğunu göstermesi bakımından çok anlamlıydı.

“Fenerbahçe takımının bulunduğu yerin hemen arkasında duran üç Fenerbahçeli, Galatasaray taraftarını “tahrik” etmişti.”

Buna hiç kimsenin bir itirazı yok.

Taraftarı bir dereceye kadar anlıyorum da bu yöneticilerin ağızlarına sakız ettikleri “tahrik” konusunu bir türlü çözemiyorum. (Ne kadar kolay tahrik oluyorsunuz, diyesi geliyor insanın)

Galatasaray ya çok kolay tahrik oluyor ya da bu “tahrik olmaya” fazlasıyla takıldı kaldı.

25 Ekim 2009 günü Şükrü Saraçoğlu’nda oynanan derbinin kaybını da fazlasıyla bu tahriklere bağlamışlardı. Bu konuda maç sonunda kendisini fair play tahtasına yazdığımız Rijkaard bile iki gün sonra ağız değiştirip yenilgiyi sistematik bir şekilde Fenerbahçe tarafından yapılan provokasyonlara bağlamıştı. Keita’yı Roberto Carlos tahrik etmişti. O da yumruğu yapıştırarak cevabını vermişti.

Maç sonunda sadece sahada yapamadıklarından, futbolcularının çabuk sinirlenerek kontrolü kaybetmelerinden söz ettikten sonra iki gün içinde ağız değiştirmiş; Fenerbahçe’nin yaptığı provokasyondan konuşmayı Rijkaard’ın akıl ettiğini hiç sanmıyorum.

Diyelim ki Galatasaraylı taraftarlar kolay tahrik olabiliyorlar; belki maçın heyecanını kaldırmada zorlanıyorlar, Fenerbahçeli olduğu belli o üç kişi de oraya Galatasaraylıları tahrik etmek üzere oturmuştu. Peki, orada olayların olduğu yerin tam tersi yönünden gelip, Fenerbahçeli basketbolculara saldıran taraftarlar, bunları kimler tahrik etmişti?

Semih mi? Oğuz ya da Damir mi?

Aynı yöneticinin sahanın bir anda karışmasını “Fenerbahçe-Efes Pilsen finalinde olaylarla” kıyaslamayı seçmesi gerçekten tam bir itiraf oldu. Bakış açısı böyle olduğunda da söylenecek bir şey kalmıyor.

Yöneticilerin bakış açısı sahada yapılanları aklama, savunma ya da bir başka olayla kıyaslama şeklinde olmamalı. Ayrıca bunun Fenerbahçesi, Galatasaray’ı, Beşiktaş’ı olmadığı da. Taraftar her yerde aynı taraftar ve üzerindeki formanın rengi ne olursa olsun onların yaptığımız, izlediğimiz, gönül verdiğimiz spora zarar verdiğini görebilmeli, itiraf edebilmeliyiz.

Sn. Yiğit Şardan taraftarının Fenerbahçeli basketbolculara yaptığı eylemi kınayacak, bu olmamalıydı diyecek yerde, o taraftarın hareketi ile bir anda kendisini savunma refleksini kullanan Fenerbahçeli basketbolcunun yaptığı şeyi göstermeye çalışıyordu.

“Bir sporcuya böyle bir hareketi yakıştıramadığını” ifade ediyordu.

Yani bir şekilde taraftarla sporcu arasında taraftarın haklılığını savunuyordu. Oysa böyle olmadığını biliyoruz.

İşte örnek Beşiktaş tribünleri ile Demirören arasında yaşananlar. Yarın o tribünlerin Yiğit Şardan’a dönmeyeceğinin garantisi var mı?

Yöneticiler taraftara oynadıkları ve her zaman her koşulda bir sebep buldukları için zaten olaylar her seferinde şiddetini ve eylemselliğini arttırarak yükseliyor.

Çünkü taraftar yaptığı şeyin kendi yönetimi tarafından desteklendiğini ya da arka çıkılacağını biliyor.

Bir yönetici sahadaki takım kim olursa olsun, saha dışından gelen fiile karşı her zaman sahadakinin yanında durabilmelidir.

“Ama ilk onlar başlattı.” Mazeretini kime anlatabiliyorsunuz? Kendi taraftarınıza…

Günlük yaşantımızda bizi tahrik eden ne kadar çok olay yaşandığını her gün tecrübe etmiyor muyuz?

Eteği biraz kaymış güzel bir bayan gördüğümüzde tahrik olup peşine mi takılıyoruz? Uygarlık bu mu? Yoksa gülüp geçiyor muyuz? İş yaşantımızda sinirlerimizi geren şeylere karşı tepkimiz bu mu oluyor?

Yöneticilerin kendilerini kaybetmemeleri çok önemlidir.

Fenerbahçe Ülker’in Şube Direktörü Nedim Karakaş’ın da “olayları hayatı boyunca hiç görmediği” şeklinde yorumlaması da hiç inandırıcı olmadı. Öyleyse Fenerbahçe Ülker Basketbol takımı haftalardır niye boş tribünlerde basketbol oynamak zorunda kalıyor diye sormazlar mı adama.

Artık rakip takım taraftarları salonlara alınmıyor. Peki ya oyuncuları onları da mı almayalım?

Ben bu olayların kolluk kuvvetleri ya da yasalara gerek duyulmadan bitirilebileceğini düşünüyorum. Bunun yolu kafadan geçiyor, akıldan… Bir organizasyonu yöneten kişi akıldır. O aklını kullanırsa her şey rasyonel gelişir.

Türkiye’de sporun içindeki şiddetin ortadan kaldırılabilmesi için yöneticilerin akıllarını başlarına toplaması gerekiyor. Yöneticiler aklıselim davranırlarsa göreceksiniz spor alanlarından tribünlere kadar her şey kendini toparlayacaktır.

Fenerbahçe – Galatasaray arasındaki bu düşmanlığı bitirecek olanlar (elde fırsat varken) yöneticilerdir. Birkaç yıl sonra çok daha tatsız olaylar yaşandığında, iş işten geçtikten sonra kimse onların meramını dinlemeyecektir.

Biraz sakin olsunlar, kolayca tahriklere kapılmasınlar dahası akıl olsunlar…

Bilgilerinize...

Uzay Gökerman

 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..