Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ocak '11

     
    Kategori
    Güncel
     

    Tek parti ve popülizm

    Tek parti ve popülizm
     

    İsmet İnönü


    Bu ülkede on yıllardır sağ kanattaki politikacıların ve aydınların en büyük kozudur çok partili sisteme geçiş öncesindeki tek parti dönemin zaafları... Kendisini bazen Kemalist, bazen sosyal demokrat, bazen de her ikisinin sentezi bir noktada tanımlayan siyasi partilere ve aydınlara karşı sıkıştıkları noktada hep bu kozu kullanırlar; böylece geniş halk kitleleri karşısında asıl demokratın kendilerinin olduğu vurgusunu yapmaya çalışırlar. Başarılı da olurlar bunda... 

    Son dönemde Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığa gelmesiyle AKP’nin ultra kapitalist politikalarını sosyal demokrat bir duruş noktasından deşifre etmeye başlayan CHP’ye karşı, aslen İsmet İnönü dönemini adres olarak gösteren bu tek parti döneminin -2000’lerden bakıldığında- anti-demokratik görünen karakteri iktidar cephesince yoğun olarak kullanılmaya başlandı. Bu tabii tüm dünyadaki sağ partilerin sıkça kullandığı popülist üste çıkma yöntemlerinden birisi: Ortada tartışılan konuda köşeye sıkışınca karşı tarafın geçmişte yapmış olduğu ya da yaptığı varsayılan hatalara gönderme yaparak, çoğunlukla kısa ve güçlü sloganlarla provoke edilebilen geniş halk kitlelerini tavlamak... 

    İktidarın ve taraftar medyanın mevcut siyasi tablo içerisindeki tek alternatifini zor durumda bırakmaya çalıştığı tek popülist slogan sadece tek parti vurgusu değil tabii, Cumhuriyet’ten bile önce kurulan CHP’nin tarihinde bulunabilecek açık sayısı doğal olarak oldukça fazla... Hiç 88 yaşında birinin (CHP) hayatı boyunca yaptığı hatalarla 8 yaşında bir çocuğun (AKP) hata sayısı karşılaştırılır mı? Popülist siyaset karşılaştırıyor işte; karşılaştırmakla kalmıyor, kitleleri inandırıyor da... 

    Popülizm Nedir? 

    Ünlü İngiliz siyaset kuramcısı Margaret Canovan’ın siyasette popülizmi nasıl tanımladığına bir bakalım: Popülist hareketlerin liderleri çoğunlukla büyük şirketlerin gücüne karşı koyacaklarını, “yozlaşmış” elitleri temizleyeceklerini, ve “önceliği halka“ vereceklerini söylerler. Popülizm genelde rejim karşıtı siyaseti içerdiği gibi özellikle sağ eğilimlerde milliyetçilik, jingoism (savaş çığırtkanlığı), ırkçılık ve/veya köktendincilik ile birleşebilir. Popülistlerin çoğu ya ülkenin belli bir yöresine ya da toplumun belli bir sınıfına (emekçi sınıf, orta direk, veya köylüler/çiftçiler gibi) hitap eder. Kullandıkları söylem sıklıkla ikilik yaratma üzerinedir ve halkın çoğunluğunu temsil ettiklerini söylerler. ’ 

    Bizdeki Popülizm Haritası 

    Canovan’ın tanımı doğrultusunda, öncelikle giderek artan tonda asker ve yargı çevreleriyle CHP’nin seçmen tabanı olduğu iddia edilen yüksek gelir grubuna iktidar tarafından takınılan tavra, ‘Kürt açılımı’nı başlatarak ezberleri bozan AKP’nin MHP oylarından pay alabilmek hevesiyle son dönemlerde BDP’nin üzerine gidişine, Irak’ta Müslümanları öldüren ABD’te sessiz kalıp, çok daha düşük düzeyde seyreden Filistin sorunu çerçevesinde – en azından söylemde - İsrail’e karşı şahlanışına, yargı kararıyla da ortaya konan AKP – Hizbullah bağlantısına dikkatinizi çekmek istiyorum. Popülizmin bütün kuralları yerine getrilmiş gibi görünüyor, değil mi? 

    Canovan’a göre ayrıca, siyasal popülizmin en önemli silahlarından birisi referandumdur; olağanüstü demokratik bir yöntem olarak sunulur, ama halka sorduğu sorun ya da sorunların hiçbirisine gerçek anlamda çözüö getirmez. Meşhur 12 Eylül referandumunu düşünelim: Seçildiği tarihten tutun da, Başbakan Erdaoğan’ın gözleri yaşlı biçimde 12 Eylül kurbanlarının analarına mektuplarını okumasına kadar her anıyla 12 Eylül 1980 İhtilali’nden intikam alacakmış izlenimi veren olağanüstü bir siyasal propaganda... Oysa geçen zaman gösterdi ki, bu referandumun kimseye hesap sorduğu falan yok: Kenan Evren hala hür... Kanlı bir ihtilalin en büyük sorumlusuna hesap sormayan bir halk hareketi mi olur? Buradaki tek kaygı yargının yapısının iktidar lehine değiştirilmesiydi; CHP’de bunu dili döndüğünce anlatmaya çalıştı ama bu çabalar güçlü siyasal popülizm karşısında son derece cılız kaldı. 

    Tek parti dönemi 

    Gelelim, başta Başbakan Erdoğan ve Nazlı Ilıcak olmak üzere iktidarın bizzat kendisi ve destekçileri tarafından en sık kullanılan popülist silaha, tek parti dönemine... 

    Türkiye Cumhuriyeti'nin tek partili dönemi, 4 Eylül 1919’daki Sivas Kongresi ile başlar ve 1950 yılında yapılan genel seçimlere kadar sürer. Ancak sağ kanadın asıl zaaf olarak vurguladığı dönem, İsmet İnönü önderliğinde deneyimlenen ve 1938’de Atatürk’ün ölümüyle başlayıp 1950’deki genel seçimlerle sonlanan Milli Şef Dönemi’dir. Düz bir mantıkla bakıldığında, Türkiye’nin inanılmaz yokluklar çektiği sıkıntılı bir dönemdir. Bu ekonomik ve toplumsal sıkıntılar gündeme getirilerek; solun, dolayısıyla bugünkü CHP’nin ülkeye hiçbir hizmet etmediği, onların iktidara gelmelerinin yeniden ekonomik sıkıntı, baskı ve gerileme getireceği mesajı verilir. Kitleler de AKP’nin ve onun sağdaki seleflerinin bu popülist propagandasını haklı bulur; dolayısıyla bir sağ liderin şapkasıyla iyi bir CHP lideri arasında seçim yapmak zorunda kalsa bile gider, şapkayı seçer. Bu kadar fanatiktir sağ seçmenimiz aslında... Örneğin, CHP’nin o yıllarda tüm dünyada oluk oluk kanın aktığı siyasal, ekonomik ve insani buhran ortamında savaştan uzak tutmayı becerdiği ya da şu an sahip olduğumuz çok partili demokrasiyi o tek partiye borçlu olduğumuzu düşünmez. 

    Şimdi şu soruyu sormak istiyorum: Evet, Milli Şef Dönemi’nin CHP’si tek partiydi; ama o tek parti kendi içinden diğer partileri çıkardı ve siyasal yelpazenin çeşitlenmesini sağladı. İyi ama vatandaşların seçme hakkının bile olmadığı padişahlık sisteminden sonra, üstelik bugün anladığımız formatta demokrasi geleneği olmayan bir toplumda 25 yıl içerisinde çok partili sistemin temellerini de kuran, bu parti değil miydi? Bu formattaki tek parti sistemi, sadece ‘tek’ olduğu için bu denli kötü ise, ya 2011 Türkiye’sinde çok partili sistemden tek partili sisteme ve tek adamlığa gidişi nasıl demokratik bir durum olarak değerlendiriyorsunuz? Mesela, önümüzdeki seçimde AKP Meclis’e giren tek parti olsa ve diğer partiler % 10’luk barajın altında kalsa, sizce Başbakan, ‘Böyle olmaz, bu barajı makul seviyelere indirelim ki, tüm kesimler temsil edilsin, ’ der mi? Sahi, er ya da geç İnönü iktidarından vazgeçti ve Türkiye’ye çok partili siyasi hayatı getirdi; sizce onun yerinde Erdoğan olsaydı, aynı fedakarlığı yapar mıydı? 

    Tek parti ve tek adam mı demiştiniz, sayın Ilıcak? 1938’deki İnönü’den mi bahsediyordunuz, yoksa 2011’deki Erdoğan’dan mı? 

     
    Toplam blog
    : 1
    : 1057
    Kayıt tarihi
    : 30.01.11
     
     

    Gazeteci, yazar ve yayıncı Hakan Kuyucu'nun gündeme dair yazılarını bu blog'da okuyabilirsiniz...