Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Şubat '09

 
Kategori
Basın Yayın / Medya
 

Televizyon çocuğu

Televizyon çocuğu
 

TELEVİZYONCA KONUŞAN ÇOCUK

Doktorlara sağlık sorunları sorulur, biz öğretmenlere de çocukların zekaları ölçtürülür. Ne yaparsanız yapın, bundan kurtuluş yoktur. Geçenlerde yolda giderken bir veli beni yakaladı. Çocuğunun zeki olup olmadığını kontrol etmemi istedi. Hatırını kıramadım. Dediğine göre çocuğu televizyona çok düşkünmüş, pek kitap okumuyor, başka şeylerle ilgilenmiyor, her soruya televizyonca cevap veriyormuş. Merak ettim, çocuğu yanıma çağırdım. “Ne olacak, tolk şov mu yapacağız?” diye sordu. “Hayır. Birkaç soru soracağım” dedim. “Ucunda para var mı bunun?” diye elini şıklattı. Şaşırdım, “Ne parası bu?” diye sordum. “Televizyonda bilgi yarışmalarında soruları bilenlere para veriyorlar. Bu işler bedava olmaz” dedi. Anlaşılan çocuk ilerde başarılı bir iş adamı olacaktı. “Önce bir deneme çekimi yapacağız” diye onu kandırmaya çalıştım. Yutmadı, “Kameralar nerde?” diye sordu. “Kameralar gizli. Nerede olduğunu söyleyemem. Gizli kamera proğramı bu” dedim.

“Peki öyleyse sor bakalım” dedi.

“Pir Sultan Abdal, bir şiirinde ağacı överek, ‘Düldül atının eyeri/ O da ağaçtandır’ diyor. Burada geçen düldül kimin atıdır?”

Sözümü kesti, “Çocuklar bile bilir bunu” diye elini salladı.

“Peki söyle o zaman. Düldül kimin atı?”

“Kimin olacak, Red Kit’in atı tabii.”

“Hayır. Hazreti Ali’nin atıdır.”

“O da kim, hangi dizinin kahramanı?”

“Tövbe estağfurulah! Neyse, başka bir soruya geçelim. Yunus Emre diyor ki...”

“Bak onu tanıdım. Televizyonda filmi oynamıştı.”

“Bu şairimiz bir şiirinde, ‘Şeriat tarikat yoldur varana/ Hakikat meyvesi andan içeri’ diyor. İlahileriyle ünlü şairimiz burada hangi yolu kastediyor?”

“Flamingo Yolu!”

“Herhalde bunu televizyondan duydun. Süveyş kanalı nerde biliyor musun?”

“Yeni mi çıktı bu kanal, hiç duymadım. Bizim televizyon o kanalı almıyor.”

“Televizyon kanalı değil bu. Neyse, geçelim onu. Gölge etme, başka ihsan istemez sözünü kim söylemiş biliyor musun?”

“Sezen Aksu söyledi. Şarkısı şöyle. Haydi artık çek git yoluna, bıkmışım senden/ Gölge etme, başka ihsan istemem senden!”

“Sorularımı bitirmeden bir yere gidemem. Büyük İskender söylemiştir.”

“Hani şu İskender kebaplarını yapan kişi mi?”

“Ne kebabından söz ediyorsun sen? Beni de şaşırttın. Diyojen Büyük İskender’e söylemişti. Her soruya televizyonca cevap veriyorsun, tepemi attırıyorsun.”

“Ne tepesi bu, şahin tepesi mi? Çok güzel diziydi. Oynamaz oldu.”

“İyi halt oldu! Şey, ağzımdan kaçtı. Nasrettin Hoca fıkralarını şiirleştiren bir şairimiz var. Bakalım onu tanıyacak mısın? İstanbulu Dinliyorum şiiri bestelendi, televizyonda da okundu. Rumelihisarı mezarlığı yanında, Aşiyan semtinde heykeli var. Orhan...”

“Orhan Boran!”

“Bilemedin. Orhan Veli olacaktı.”

“Televizyona çıktı mı bu şair?”

“Çoktan öldü. O devirde televizyon yoktu. Yahya Kemal adını duydun mu?”

“Adı yabancı gelmedi. Televizyonda görsem tanırım.”

“O da öldü ne yazık ki.”

“Siz de hep ölmüş kişileri soruyorsunuz. Yaşayanları sorsanıza.”

“Bu kişilerin kendileri öldü ama eserleri yaşıyor. Yahya Kemal’in gemili bir şiiri var.”

“Aşk Gemisi!”

“Onu da nereden çıkardın?”

“Televizyondan çıkardım.”

“Çıkar onu aklından, çıkar! Aklını başına topla. Çarpılırsın sonra.”

“Şimdi de matematiğe mi geçtik, nedir bu çıkarmalar, toplamalar, çarpmalar? Aklımı bölmeyin. Bildiğim konulardan sorun.”

“Şiirin adı Sessiz Gemi olacaktı. Gene bilemedin.”

“Tamam. Şimdi aklıma geldi. Bir zamanlar televizyonda Hümeyra söylemişti.”

“İyi etmiş! Resim sever misin?”

“Severim. Hele televizyon yıldızlarının resimlerine bayılırım.”

“Mona Lisa kimdir öyleyse?”

“Pop şarkıcısı.”

“Bravo! Bildin. Leonardo Da Vinci kim?”

“Vinci bulan kişi olacak herhalde.”

“Allahım sen bana sabır ver. Ahmet Haşim adını duydun mu?”

“Bursaspor’da oynuyordu değil mi?”

“Hayır. Şair o. Piyale şairi.”

“Makarna!”

“Sensin makarna! Şey, ağzımdan kaçtı. Şairimiz Süvari adlı şiirinde, ‘Şu bakır zirvelerin ardından/ Bir süvari geliyor kan rengi/ Şimdi başlıyor melul akşamda/ Son ışıklarla bulutlar cengi’ diyor. Akşamı düşün. Buradaki süvari ne olabilir?”

“Maskeli Süvari!”

“Değil be! Düşünsene. Bu süvari akşamüstü batıyor, ortalığı kızıllığa boğuyor.”

“Güneştir bu, güneş be, güneş!”

“Gazete güneş mi, deterjan güneş mi?”

“Hayır be! Hayıırr! Bin kere hayır!”

“Hayır dediniz ve yarışmayı kaybettiniz.”

“Ne yarışmasıymış bu? Bu gidişle kendimi kaybedeceğim. Burada geçen cenk nedir?”

“Cenk Koray!”

“Şimdi aramızda öyle bir cenk başlayacak ki...”

“Başlayacak dediniz de aklıma geldi. Biraz sonra televizyonda güzel bir dizi başlayacak. Sorularınız sıktı. Artık zaping yapmak istiyorum.”

“Reytingin düşük ama. Hal Allah! Ben de televizyonca konuşmaya başladım. Yanında biraz daha durursam ekranım kararacak, vizyonum bozulacak.”

Çocuk televizyon seyretmeye koştu. Ben de gitmek için kapıya doğru yürüdüm. Baba biraz daha kalmamı istedi. Deli işareti yaptım, “Hemen gitmeliyim yoksa şey olacağım” dedim. Tam dışarı çıkarken baba, “Çocuğumun durumu nasıl?” diye sordu.

“Genel kültürü çok zayıf ama televizyoncası harika!” diye bağırdım.

Baba arkamdan bakakaldı.

 
Toplam blog
: 776
: 600
Kayıt tarihi
: 13.10.06
 
 

Emekli edebiyat öğretmeniyim. Yazı ve şiirlerim çeşitli gazete ve dergilerde çıkmaktadır. 20 kita..