Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Temmuz '09

 
Kategori
Siyaset
 

Toplumsal ve bireysel mücadelenin iç içe olma zorunluluğu

Toplumsal ve bireysel mücadelenin iç içe olma zorunluluğu
 

Anlaşıldı, hesaplaşılacak…

Birey olmanın zorunlu koşullarından birisi bu… Öncelikli ve en önemli unsuru ise, yine bu…

Sağlıklı, bilinçli ve güçlü bireylik yapısı; sağlıklı, bilinçli ve güçlü bir toplumun ön-koşullarını oluşturacak… Bu da tamam.

Ancak…

Bireysel hesaplaşma düzlemini [ya da sürecini] o ölçüde birincil koşul haline getirdik mi, toplumsal eylemin öznel ve nesnel sorunları geride [ve günlük eylemimize o ölçüde uzak] kalmayacak mı?..

Toplumsal duruşun gerektirdiği eylemlilik, ikincil bir mesele haline dönüşmeyecek mi?

Örgütlenme, halkı içinde çalışma ve bilinç aktarma çalışmalarına emek aktarımı gündemden düşmeyecek mi?..

Evet, denge… Ölçü ve tutarlılık önemlidir, gereklidir ve şarttır…

İnsanın birey olma mücadelesi ile toplumsal mücadele içindeki aktivitesi böyle bir denge, ölçü ve tutarlılık içine yerleştirilemez mi?..

Hiçbir insan, dört duvarın arasındayken erdemli olamaz… Kendisini yükseltemez, derinleştiremez.

Hayatın pratiği, her türlü teorik çalışma ya da çıkarsamanın sınandığı bir musalla taşıdır…

Ahlak, sosyal bir vakıadır. İnsansız oluşturulamaz.

Bireylik de [ancak] sosyal bir düzlemde gerçekleştirilebilecek bir olgudur.

Kafanızı ellerinizin arasına alıp, sıkarak bireyliğinizi geliştiremezsiniz; derinleştiremezsiniz…

Cesaret, dayanıklılık, dürüstlük ve bunun gibi değerler ancak sosyal zemin içinde renklenir ve oluşur… Bir insanın kendi başına bir koltukta oturarak erdem sahibi olabilmesi mümkün değildir.

Derin bir ruha ve gelişmiş bir duyarlılığı edinmesi mümkün değildir.

Demek ki, kendimizi hayatın pratiği içinde her an yeniden sınayarak geliştireceğiz.

Ve yine demek ki, birey olma mücadelesi ile toplumsal eylemlilik, birbiri içine girmiş ve sürekli olarak birbirinden etkilenerek gelişen aynı bütünlüğün parçalarıdır.

Böyle görülmelidir ve böyle anlaşılmalıdır.

Uygar ve sorumluluk sahibi insanın, olması gereken bu iki yönünü birbirinden ayırdığınız anda, bir tarafta kendi bireyliği içine gömülmüş [ve doğal olarak toplumsal harekete yabancılaşmış] yalnız bireylerle, diğer tarafta ise, bireyliği gelişmemiş [sağlam nitelikler üzerine oturmamış] içi kişiliği cılız ve kimliği yoz, basit ve yavan “militan”lara ulaşırsınız.

Nitelikli birey, toplumsal mücadelenin gerçekleşmesi gereken bir hedef olarak ortaya çıkmadığı sürece, başarı tartışmalıdır… Ve sosyal mücadelenin içinde bu hedefi “dert edinmiş” kişiler yoğun bir biçimde var olmamış ise, varılacak nokta, sadece siyasi bir merhaledir… En azından, kültürel bir boyut değildir…

Öte yandan, bireyliğini geliştirme mefhumundan uzakta kendisini sadece sosyal mücadeleye adamış kişilerden oluşan bir hareket ise, devrimsel bir niteliği bağrında barındıramaz…

Çünkü, hedef sadece örneğin, mevcut siyasi iktidarı biçimsel olarak değiştirmekten ibaret ve sınırlı kalmaya mahkumdur.

Ahmet gider, Mehmet gelir…

Kültürel boyutu içine sindirmemiş bir toplumsal hareket siyaset sınırını aşarak, “devrim olma” niteliğine erişemez.

Ortaya çıkan bu tablo karşısında yapılması gereken şey, toplumsal mücadele içinde bireyliğimizi geliştirmek ve toplumsal mücadelenin pratiği içinde her gün yeniden sınanan kişilik parçacıklarımızı eğitmek, geliştirmek ve derinleştirmektir…

 
Toplam blog
: 913
: 485
Kayıt tarihi
: 30.01.09
 
 

1942 yılının Şubat ayında Bursa'da (Mehmet Kemalettin'den olma, Emine İffet'ten doğma olarak) dün..