Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Nisan '14

 
Kategori
Aile
 

Toplumumuzda Erkek olmak

Ne kadar basit hayatlar yaşıyoruz aslında. Hedeflerimiz var; Okul bitirmek, meslek sahibi olmak, ev sahibi olmak, evlenmek, anne/baba olmak ve yaşantımızı bir bütün olarak tek bir döngüde oturtmak. Beklentilerimiz var; yaptığımız işlerle, ulaştığımız başarılarla (veya başarısızlıklara rağmen) saygı görmek, sevilmek. Aynı zamanda dibine kadar yaşamak istiyoruz hayatı. Herkes farklı beklentilerle aynı şeyleri istiyor sanki. Bunları elde etmeye çalışırken de farklı kimlikler ediniyoruz.

Temeli ailemizde, çocukluğumuzda atılan, okulda ve hayatımızda uğradığımız diğer duraklarda yolumuza çıkan insanlarla ve dış etkenlerle şekil alan kimlikler. Kimimiz zengin olma hayaliyle, kimimiz ünlü, kimimiz kendimizi bir ideale adayarak geçiriyoruz koca bir ömrü. Ama en zoru heralde tek bir kişilikle bi çok rolü üstlenmemiz oluyor. İşte bu noktada başlayan sorgulamalar bu yazıyı yazmama sebep oldu. Çıkış noktam daima iki zıt kültür arasinda yetişmiş olmanın verdiği farklı bakış açılarım, kimliğimin temeli olan Türk kültüründeki çukurları görmemezlikten gelemiyor olmam.

Hayata kadın veya erkek olarak gelmeyi ve bize verilen ismi kendimiz seçmiyoruz. Doğduğumuz ve yetiştiğimiz coğrafyayı da biz seçmiyoruz. Bunları seçecek yaşa geldiğimizde belkide çoktan kalıplaşmış oluyoruz. İnsanın değişken olduğunu savunurum daima. İnsan gelişir. Şu da bir gerçek; ailemizin, kültürümüzün, inancımızın, mahallemizin, öğretmenlerimizin, arkadaşlarımızın veya spor kulübündeki antrönörümüzün bile cinsiyetimize dair sergilemiş olduğu ”doğrular” bizim bir parçamız oluyor. Kimliğimizden çok cinsimize öğretilmiş kalıplar var toplumlarda. Konu Türk toplumunda erkek olmak. Şöven bir toplum olarak tanımlamak kaba olsa da, Türk toplumunda kadın-erkek anlayışının şöven bir düşünce yapısından uzak olmadığını düşünüyorum. Ve idda ediyorumki, şöven bir toplum olmasına rağmen, şöyle bir çelişki de var; Türk toplumunda erkek olmak en az kadın olmak kadar zor!

Bir baba, üç abi ve yedi erkek yeğenin arasında büyümüş biri olarak çocukluğumdan bu yana hep bunu gözlemledim: erkek çocuklar aile içinde, özellikle büyükbaba büyükanne tarafından şimartılarak, ipleri daha gevşek yetiştiriliyorlar. Diğer taraftan koşturuyor, oynuyor, mahalle kavgasına giriyor, yeri geliyor kız kardeşlerini bile korumayı çocukken öğreniyorlar. Erkek çocukları babalarının ”aslan oğulları”, annelerinin ”prensleri” oluyorlar. Sonra bir sünnetle ”erkek” oluyorlar. Büyüyorlar, askere gidiyorlar ”adam” oluyorlar (güya!). Sonra okul bitiriyorlar; doktor, avukat, mühendis oluyorlar. Ama ahlak ve terbiye dereceleri düşükse ”adam” sıfatları ellerinden alınıyor. Sonra evleniyorlar, ”koca” oluyorlar.

Aile reisi olmak kolay değil. İki göz odanın içinde kurulan devletin bazen kralı, bazen cumhurbaşkanı bazen de diktatörü oluyorlar. Ya da olmaları öğretiliyor! Aynı zamanda o devletin ekonomik gelir gücü, sermayesi, italat, ihracat işleriylede uğraşan ”evin direği” oluyorlar. Bunu kadın yapmasa da olur! Çok kaba olacak belki ama bazen eşinin çalışıp aile ekonomisine destekte bulunması ”karı parası yiyor” diye dillendiriliyor. (”Aile ekonomisine destekte bulunmak” da kadını ayrı bir şekilde eziyor, ki bu konuya hiç deyinmeyeceğim!) Evliliğinde en önemli statüyü tabii ki baba olduğunda elde ediyor erkek. Hele hele ”erkek adamın erkek çocuğu olur” yüküyle başka bir başarı bekleniyor. Bazılarının ”yok öyle bir şey! O zihniyet çok eskide kaldı!” diyerek itiraz ettiğini duyar gibiyim. Evet, modernleşmenin vermiş olduğu mecburiyetle, yağmurdan korunmak ister gibi, cehaletin üstünü örtmek istediğimizde, bu üzerimize emaneten geçirilmiş cümleleri kullanıyoruz: ”yok öyle bir şey.” Bal gibi de var! Çünkü ben erkeklerin içgüdüsel olarak bunun (kabullenmeselerde!) bilinç altlarına yerleştiğine inanıyorum. Amacım kimseyi ikna etmek degil. Sadece bir erkeğin hayatında her gecen yıl sorumluluklarının nasıl arttığı ve bunun onda yaratmış olduğu psikolojik baskıyı öne çıkarmak. Neden adam para kazanacak, ev geçindirecek, baba olacak, namusuna sahip çıkacak, ailesini koruyacak, oğlu olsun diye Allah`a yalvaracak? Kızı varsa zaten ayrı bir sorumlulukla tek başına kalacak? Ayrıca baba, bir çok ailede, yetişme tarzından dolayı kendisini baştan devre dışı bırakıyor zaten. Baba erkek olduğu için, çocukluğunda da onunla duygular, tabular konuşulmuyor. O yüzden ailede erkek bu konularda annenin asistanı gibi calışıyor. Baba çocuklarının okuluyla, eksikleriyle ve cep harçlığıyla ilgileniyor. Ama çocuklarının iç dünyasıyla ne kadar ilgilenebilir? Sanki onlara burda şeffaf bir hudut çiziliyor; Ayıplar engel oluyor yetişen çocuklarıyla sex’i, erkekliği, sigara içmeyi ve buna benzer bi çok tabuları konuşmaya. Ya da bu gibi konularda erkek, baba olduğunda, anneler tarafından otomatikman devre dışı bırakılıyor. Kadınlar sayesinde onlardan olan nesilde kendileri gibi ”ana kuzusu” olarak yetişiyor. Kısır bi döngü işte. Bunu aşabilen aileler de var elbet ama ben çoğunluktan bahsediyorum.

Ya erkek işsiz kaldığında hayat nasıl oluyor acaba? İşsizlik bir ayıp gibidir bazen. Parasız erkek, güçsüzdür. Çünkü bizim erkeğimiz güçlü olmalıdır. Parası da olmalıdır, kasları da! Psikolojik kaslardan bahsediyorum tabii. Erkek ağlamaz çünkü! Yenilgiyi hazmedemez o yüzden. Erkek sadece aşık olunca romantik ve duygusal olabilir. O da kadını elde edene kadar! Evet erkeklerin kendi aralarında kurduğu baskı da erkek olmanın cilvesi. Bu evrensel değil midir ki? Evrenseldir bence. Fakat biz herşeyi çok duygusal ve dramatikleştirerek yaşadıgımız için, ironik bir şekilde erkeklerimiz yenilgilerini, duygularını dışa yansıtmadan yaşar. Bunu neye dayanarak söylüyorum? Öğretmen olarak gördüğüm erkek öğrenci profilinden; İlkokula giden bir kız çocuğu beklediğinden daha düşük not aldığında rahat bir şekilde arkadaşlarının yanında ağlayabiliyor, ama erkek çocuğu dolan gözlerini kırpmamak için kendini zor tutuyor. Ya da erkek çocuğu koşarken düştüğünde ağlamamak için çoğu zaman kendini tutuyor. Oysa kızlar feryat figan ediyor. İşte bu kadar erken öğreniyor erkek ağlamamayı, yenilgiyi paylaşırken duygusallaşmamayı. Bence biz toplum olarak bu şekilde erkeği derin bir yalnızlığa terk ediyoruz. Erkeklerden o kadar çok şey beklenirken, ya bu beklentilerle büyüyorlar, ya da bir çoğu kendilerine yüklenmiş olan rolü oynarken psikolojik olarak zayıf düşüyorlar. Sonunda ya aşırı alkol, ya aşırı sorumsuzlukla pes ettiklerini ilan ediyorlar. Ya da duygusal boşluklarını sevdiği kadını aldatarak doldurmaya çalışıyorlar. Evet, bide erkeğin karakterini ezen ayrı bir yaklaşlım var bu aldatmalara; aldatmak erkek yaptiği sürece büyütülmeyen bir olaydır kültürümüzde. Erkeğe aldatmak ”yakışır”, ’’elinin kiridir’ nasıl olsa! Bu da erkeğin mutsuzluğunu ilan etmesinin bir nevi ”legal” yolu değil midir? Kimisi de aldatmıyor ama başka şekilde ruhsal bozukluklar sergiliyor.

Toplumumuzda pek bi yaygın olan şiddet ile. Bu bence bunalımda olan erkeğin varabilceği en vahim nokta! Erkekleri şiddet uygulamaya kim itiyor acaba? Şiddetin açıklaması olamaz elbet. Sebebi ne olursa olsun kabullenemem bunu ama anlamaya çalışmak lazım diye düşünüyorum. Çünkü sorunları çözebilmek için kaynağını anlamalıyız. Biz kadınlar erkeği şiddet uyguluyor diye yargılarken, hangi etkenlerin buna sebep olabileceğini hiç anlamaya çalıştık mı acaba? Acaba şiddet uygularken şiddet gören kadar, elinde olmayan bir baskının, ya da büyürken duygularını kanalize etmeyi öğrenmemiş olmanın kurbanı olabilir mi erkek?
Neden biz anneler erkek çocuklarına duygularını kontrol etmek yerine, duygularını kontrollü yaşamayı öğretmiyoruz?

Erkek hataların farkına vardığında ise, kurduğu küçük devleti kendini yaşamak için bırakıp gidemiyor. Böyle bir lüksü yoktur erkeğin. Onların kadınlar gibi ”çalışmaya mecbur değilim” deme gibi bir lüksü olmadığı gibi, ”buyur ailenin reisi sen ol, ben olmak istemiyorum” diyerek rollerinden istifa etme gibi bir şansları da yok. Erkek böyle bir tercih yaparsa, şerefini hiçe saymış oluyor ve topluluktan dışlanmaya hazır olması gerekiyor. Bu toplumun erkeği iyi bir işe, ekonomik, sosyal ve kültürel özgürlüğe sahip olmalıdır ama şöyle bir ikilem de var ki; erkek maddi güce sahip olsa da kültürel ve sosyal bir özgürlüğü olmuyor. Ben bu noktada da erkeğin en az kadınlarımız kadar bastırıldığını, yalnız olduğunu düşünüyorum.

İşte iyi bir çocuk, genç, oğul, abi, kuzen, sevgili, koca, baba, amca, dayı, enişte veya dede olmaya calışırken, erkeğe yüklenmiş olan kalıplar onu kendisi olmaktan vazgeçirmiş olmuyor mu? Bazen kalıplaşmış roller seçip, çevrenin ve toplumun bize olan beklentilerini yerine getirmekten başka hiç bir şey yapmadığmızı düşünüyorum. Belki boyumdan büyük bir eleştiri, haddime düşmeyen bir sorgulama ama ben Türk toplumunda (Türkiye`de olsun, yurt dışında olsun) bi çok bireyin kendi hayatlarını yaşamak yerine, kendilerine olan beklentileri yaşayarak, hayatlarını nefes alabildikleri geniş bir kafesin içine hapsettiklerini düşünüyorum.
Kollektif düşünen ve yaşayan toplumlar çoğunluğun çıkarını ve mutluluğunu önemsediği için daima bireyin ihtiyaçlarını gözardı etmiştir.

Erkeklerin kadınlara oranla daha az yaşıyor olmasının sebebi acaba, Batı´ya göre, daha uzun süren fakat daha sağlıksız ve mutsuz yaşamımıza sebep olan, kollektif yaşam anlayışı olabilir mi? Sosyal dayatmalarla bireyin genel ruh saglığını ne kadar sağlıklı görebiliriz bilmiyorum, fakat toplumun kalıplarıyla yaşadığımız sürece, kendimize daha uzun süre yalan söyleyerek ve uzak kalarak yaşayacağımızdan eminim.
Bence yaşanan bu kısır döngüde daha çok kadın aldatılacak, şiddet görecek, daha çok çocuk babasından uzak yetişecektir. Beğenmediğimiz, yargıladığımız o erkekleri de biz kadınlar, anneler yetiştirmiyor muyuz diye sormadan edemeyeceğim?

İmran Erdoğmuş

 
Toplam blog
: 25
: 797
Kayıt tarihi
: 28.04.14
 
 

Sorgulamadan geçen bütün fikirler yazılmalı.  ..