Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

AYFER AYTAÇ GAZETECİ YAZAR

http://blog.milliyet.com.tr/ayferaytac

22 Kasım '15

 
Kategori
Deneme
 

Toprak kokuyordu gece

1…

2…

3…

4…

5…

6…

Sonunda ulaştım çatı katına. Ne kaldı geriye, geldim işte dedim yüzümde minik minik çillerimle. Oysaki çillerimi sevmezdim, hiç fark etmezdim de. Yanımda bir parçada ayçöreği getirmiştim. Çilekleri pek sevmezdim, çok tatlı değillerdi. Her çileğin üstüne bir tanede ayçöreği yiyordum. Eski çocukluk zamanlarıma yolculuklarım oluyordu böylece. Hep o fırından alırdık ayçöreklerimizi, soğuk İzmir yolculuğundan dönüşlerimde. Adı neydi fırının? Hay Allah yine unuttum ismini ama sokak başı manavından hatırlarım az sonra.

Kasımpatı. Kasımpatı nasıl kokar, neye benzerdi şekli? Kaç gecedir rüyalarımda saklıyordum. Anneme de almıştım sanki. Ya anneler günüydü ya da doğum günü. Tam çıkaramadım tarihini ama o çiçekçiyle birlikte gülmüştük kasımpatıların içinde. Bana “gözlerinde bahar sevinçleri var” diyordu, bende heyecanla bekliyordum çiçekleri o kucağa bırakmayı. Sanırım anneler günüydü, bahar sevinçleri demişti çiçekçi, oradan hatırladım. Sıcaktı da zaten hava…

Sonunda gösterdiler bana bir resimlik kasımpatıları. Ne çok tanıdık geldi yüzü ne de çok uzak. Evet, evet ben bu çiçeklerden koparmıştım minik ellerimle. Kasımpatıları sevmiştim bir zaman önce, belki de koklamıştım. O zaman alerjik öksürüğüm yoktu, dokunmuyordu çiçekler nefesime, gıcıklarımda olmuyordu. Kasımpatıları özledim şimdi, çıksam bulur muyum bu saatte? Acaba o çiçekçi hala aynı sokak içinde bekliyor mudur beni, gözlerinde bahar sevinci?

Kapı çaldı. Kimdi acaba dedim, telaşla bakındım adına dürbün denilen delikten. Kimse gözükmüyordu da.

-          Kim o?

-          Benim…

-          Sen kimsin?

-          Düşlerin…

-          Düşlerim mi, bu saatte mi? Daha erkendi ve benim yapmam gereken bir sürü işim vardı.

-          Gece yarısına çeyrek kala kopacak çığlıkların, haber vermeye geldim.

-          Uyarı mı şimdi bu?

-          Hayır sadece bir iç sesin çalkantısı. Kalbine bırak sesini…

-          Peki ne demem lazım?

-          ……….

-          Orda mısın?

-          ……….

-          Nereye kayboldun şimdi? Gece yarısına çeyrek vardı daha. Bu kadar erken gelmeseydin…

Gece yarısına çeyrek kala kopacak çığlıkların. Nasıl olacaktı bu? Ne güzel kasımpatılardan bahsediyordum, gözlerimde bahar ışıltıları dolaşıyordu. Gemilerin ışıkları bile bana yanaşamıyordu. Ne demem lazımdı, nasıl bir çığlıktı…

Gözlerim kapandı, renk körlüğüm başladı. Kim kırmızı giydi yine, bilmiyor mu dokunuyor gözlerime? Bak yine başıma ağrılar girdi. Kim kırmızı çaldı yüzüne? Göremiyorum kimseyi. Işıkları söndürün mumları yakalım, biraz da tütsü.

Çiçekleri suya koymuştum birazdan pörsümeye başlayacaklar. Birisi çıkarsın olur mu?Az önce düşüm geldi bana fısıldadı gitti. Sizde duydunuz mu? Kapı deliğinden bakarken gören oldu mu beni? Gülmeyin ya ciddi söylüyorum. Bana gece yarısı çığlıkların kopacak dedi. Anlamadım.

Hadi kırmızı çık dışarı pembeleri giy bu akşam. Göremiyorum gözleri yoksa bakamıyorum kimseye. Yüzüm solmaya başlamasın, çirkin görünüyor çillerim yoksa. Kocaman kocaman, iri iri oluyorlar. Herkes ucubeymişim gibi bana bakıyorlar, o zaman daha çok nefret ediyorum çillerimden. Yazında bu yüzden güneşten uzak kalıyorum. Sol yanağımdaki yaramda kızarıyor güneşe çıkınca. Lütfen kırmızı giymeyin bu gece.

Gemileri gördüm radyatöre yaslanmış ayaklarımı ısıtırken. Işıkları yanıp yanıp söndü az önce. Neşeli şarkılara ritimler tutuyorlardı sanki. Bende bilmediğim dilde bir şarkı söylüyordum. Sanki çocukluk filmlerinden birinde duymuştum aynı tınıyı. Hatırlayamıyordum nerede dinlediğimi. Hep aynısı oluyordu zaten, ne zaman bir şarkıyı çok sevsem, tanıdık gelse sesi, bulamıyordum hatırasının zamanını. Kayıp zamanlarım diye koyuyordum adını ve bilinmez zamanlarıma bir karanlık daha düşürüyordum.

Bir sıkıntı var bu gece dilimde. Çıkarabilsem kelimesini. Yine o şarkıyı dinlesek olur mu? Nakaratına kafamı sağa sola sallayarak eşlik etsem yine. En tiz yerinde çıkmasa sesim ve omuzlarım içine çekse kendini… Başa saralım ve bütün gece dinleyelim bu şarkıyı. Hem belki o karanlıktan çıkarırdı yüzünü de kaybolmuş zamanlarımdan bir hatıra çalardık gecenin diline.

Üşüdüm mü, yoksa rüzgâr mı girdi içeri? Bir an bir soğukluk hissettim ensemde. İçime kadar işledi. Geçti gibi, ama tüylerim hala diken diken kendini bırakmadı sıcaklığına. Omuzlarımda titrek kaldı arkasından. Ne kadar garipti, camları kimse açmadı oysa.

Neler oluyordu bu gece anlamadım. Önce düşleri girdi içeri, sonra kırmızı gözüktü her şey, şimdide rüzğar. Bir şeyler vardı çözemediğim. İçime içime iğneler batıyordu. Yoksa yine çarpıntım mı başlayacaktı? Evet, evet kalbim bir güvercin gibi, hızlı hızlı atmaya başladı. Biraz yatsam geçer şimdi, hem başım dönmedi bu sefer, ellerimde morarmadı. Kansızlığım vurmadı en azından. En son ilacımı geçen gün içmiştim, bu bir süre idare eder diye sakladım diğer tüpleri. Annem görmesin, yine söylenmeye başlayacak.

Sigaramda azaldı. Değiştirdiğimden pek tadını alamaz oldum; aslında alıştım ama eskiye özlem vardı işte. Nihayetinde zehir, hangisini nefesime çeksem zehir soluyorum. Kim alıştırmıştı beni bu illete, hatırlamıyorum, onu da karanlıklarıma gömmüş olmalıyım… Ne zaman bakkalıma girsem hep diğerinden uzatıyor, içim acıyor. Sonra alt tarafı sigara canım deyip gülümseyerek istiyorum yeni sigaramı. Komik aslında. Sigaramın paketini görmüyorum, görmediğim bir renge boyamışlar, ben mavi sürüyorum ojelerimin üstüne.

Bir evin 6. Katından bakıyorum İstanbul’un bebek kokulu sularına. Bayağı bir ıslandım bu gece. Yağmur inceden yağarken çıktık yola ve sonra paçalarıma kadar ıslandığımı fark ettim. Su birikintilerinden zıplarken savaşıma son verdim. Öylede, böyle de ıslanıyorum işte. Islanmalıydı bedenim, kurtulmalıydı kirli tenimden. Birazda nefes almalıydı.

Uzun zaman oldu değmeyeli yağmur ellerime. Çenemden süzülürken yağmur damlaları salladım başımı. Israrla beklerken çenemde, ben ellerimi çıkartmadım ceplerimden. Kendiliğinden düştü damla mantomun içine. Göğsüme derin bir soğukluk indi, sonra buhar olup çıktı gözlerimden.

Ben yağmurlu akşamlarda hep ağlarım. İstanbul’dan ayrılışım yağmurlu bir hava da olmuştu. Gözlerim arabamın camında, yanağım buğularını bırakıyordu burnumdan. Ağlıyordum. İsmimin yanına küçük sesimle fısıldıyordum İstanbul’un harflerini. Babam duymasın diye hep içimden söylüyordum İstanbullu şarkıları... Ayfer AYTAÇ

AyferAYTAC.COM

 
Toplam blog
: 622
: 205
Kayıt tarihi
: 08.12.14
 
 

Gazeteci-yazar ..