Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ekim '16

 
Kategori
Felsefe
 

Türk düşünce geleneğinde romantizm yoktur

Türk düşünce geleneğinde romantizm yoktur
 

Türk milleti, roman-tik bir millet değildir

Türk düşüncesinde, roman-tik bir unsur bulmak neredeyse imkansızdır. Türk düşüncesinde edebi tür olarak trajedi ve romanın gelişmemesi de bunun kanıtıdır.

Romantizm nedir? Cinsler arası münasebette duygusallık ya da bir edebiyat akımı olarak ele alınması, bu ülkede romantizmin anlaşılmadığını gösteriyor. Romantizmin, insanın en derin duygularını yakalamaya çalışan, gündelik hayatın en basit ayrıntısında insanın en karmaşık yanına ulaşmaya çalışan ve bu türden bir uğraşın sonucu olarak da bilim ve felsefeye belirgin bir mesafe koyan bir düşünme tarzı, düşünce akımıdır.
Modern zamanlardaki ufak kımıldanmaları saymazsak, Türk düşünce hayatında böyle bir akım ya da tarz yoktur, olmamıştır. Bunu övülmesi ya da yerilmesi gereken bir durum olarak belirtmiyorum. Kimileri bu durumu ciddi bir eksiklik olarak görürken kimileri de bu durumla övünebiliyor. İkisi de bilimsel bir tutum değil.
Şimdi Türk düşüncesinde romantizmin kendine neden yer bulamadığını anlamak için bir örnek vermek istiyorum: Sufi düşüncenin olduğu yerde, romantizmin karmaşık konularının da olması gerektiğini düşünebiliriz. Hakikaten bu benim tezimi geçersiz kılabilirdi. Tasavvuf düşüncesi, Türk düşüncesi içerisinde romantik düşünceye en yakın düşünce unsurudur. Ama Tekkenin medreseye nisbeten bu yakınlığı onu romantik kılmadı.

Peki neden?

Türk düşüncesinde keramet, keşif, kehanet gibi olağanüstü durumlar bile, dönemin felsefe-bilim geleneği içerisinde açıklanmaya çalışılır. Alimler, tasavvur ve tahayyülün, hakikat ile örtüşme sıhhatini fiziki nedenlerle açıklamaya çalışırlar: Uzun inziva ve perhizlerin kişinin nefsinin terbiye edilmesini sağlar. Bu sayede zihnin çalışması -daha özelde tahayyülün (imgelemin)- nefsin istekleri ile zarar görmediği için hakikata ulaşılabilir. (o dönemin deyişiyle Faal-Akıl’a ittisal edilebilir).
Sufilerin olağanüstü hallerinin dönemin felsefe-bilim geleneği içinde izahı; bana, bu geleneğin en büyük iki temsilcisi üzerinden Aristoteles ve Kant üzerinden yola çıkmak gerektiğini düşündürüyor. Sufilerin hallerinin izahındaki felsefe, Aristoteles felsefesine dayanır. Kant, Aristoteles felsefesindeki en temel unsuru Kategorilerin insan zihninin içinde olduğu (dış dünyada değil) iddiası ile Aristoteles felsefesinden bir anlamda kopuşa neden olsa da, romantik düşünceden bakıldığında insanın aklının anatomisini ortaya koyarak aynı geleneği bir anlamda sürdürmüştür. Burada, romantiğin felsefe-bilime tepkisi, onun karmaşık, anlaşılmaz, trajik vs. olana bir yer bırakmamasıdır. Bu açıdan da, dünyayı efsundan arındırma çabası iddiası taşıyan Aydınlanma hareketine en sert muhalefet yine Romantizmdir.

Romantizmin felsefi boyutunu anlamak için Rousseau, Nietzsche gibi filozoflar hakkında uzun uzun konuşmak gerekir. Böyle bir mesaiye girmeden, Türk düşüncesinde romantik unsurların neden bulunmadığı anlaşılamayacaktır. Bunu böyle bir denemede değil, bir makalede ele almak gerekir.

Yine de Nietzsche üzerinden birkaç söylemeden geçmek istemiyorum. Nietzsche’nin Antik Yunan’dan anladığı ya da o gelenekte asıl tasvip ettiği, kuramsal felsefeden öncesidir. “Yunanların trajik çağı” ifadesiyle Nietzsche, Sokrat öncesi dönemi konu edinir. Nietzsche için felsefenin, kuramsal tarzı/yapısı, insanın karmaşık yapısını anlaşılmaz kılar. İnsanı merkeze alan bu düşünce, Nietzsche ve kuramsal felsefenin öncüsü Sokrates’i ortak bir paydada buluşturur. Ama Platon’un diyaloglarında görüldüğü gibi Sokrates’in “kavram” peşinde bir felsefesi olması Nietzsche’yi ondan uzaklaştırır. Nietzsche, Sokrates’ten bu uzaklaşmayı, her türden nesnelliği ve kavramsallaştırmayı reddeden Sofistlere övgüsüyle ortaya koyar. Kuramsal felsefe ya da felsefe-bilim dediğimiz geleneğin kaçırdığı “insan ve karmaşık yönlerini” kendini hiçbir kayıt altına almayan Sofistlerin yakalaması, Nietzsche için, daha mümkün görünmüştür. Nietzsche’nin kendi dönemindeki felsefe-bilim geleneğinin önemli ismi Kant hakkındaki olumsuz değerlendirmeleri de malumdur.

Otorite kabul edilen isimlerin bile zikrettiği bir klişe vardır: İslam’da trajedi yoktur, diye. İnsanın olduğu yerde trajedinin, trajik olanın nasıl olamayacağını şimdilik tartışmayalım. Bu klişe eğer gerçekse, modern zamanlarda Türk düşüncesinin romanla neden mesafeli olduğu anlaşılır. Trajedi, Nietzsche’nin muhabbetini kazandığı anlamıyla “insan ve onun bilimle kavranamayacak karışık yönlerini” ortaya koyabilen edebi türdür. Nietzsche Antik çağın trajedilerine benzer bir tadı, muhtemelen Dostoyevski romanlarında buldu.
***
Sanıldığının aksine romantik değil, usandırıcı derecede akılcı bir düşünce geleneğimiz var. Romantik düşüncenin, düşünce geleneğimizde neden bir yer bulamadığını, kuramsal düşünceyi merkeze almamızla açıklamaya çalıştım. Bunun tek ve yeterli bir açıklama olmayacağını düşünüyorum.

Siyasi tarihimizin güçlü merkezi devletlerinin bile romantik takılamamız üzerinde etkisi olduğunu düşünüyorum.

Tekinsizlikten (unheimlich) hep çekindik, cesaretimiz hep kötürüm kaldı belki bu yüzden. Erich Fromm’un belirttiği gibi “düşünmek, cehennem çukuruna bakmak ve bundan korkmamaktır.” Ya da aynı bağlamda ele aldığım başka bir söz, Nietzsche’nin “Uçuruma gözlerinizi dikip baktığınızda, uçurum da sizin içinize bakar!”
Biz, millet olarak, insanın karmaşık yanını tekinsiz bulduk, korktuk oraya bakmaktan.

Romantik değiliz velhasıl… 

 
Toplam blog
: 60
: 348
Kayıt tarihi
: 07.09.16
 
 

SBF-Mülkiye mezunu, TCDD'de Memur. ..