Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Şubat '09

 
Kategori
Sinema
 

Türkiye'de çok az çocuğun izleyebilmesine çok üzüldüğüm film: Benim adım Elisabeth

Türkiye'de çok az çocuğun izleyebilmesine çok üzüldüğüm film: Benim adım Elisabeth
 

Anne veya baba olanlara, çocuklarıyla ailece farklı bir film izlemeyi, bunu yaparken kakara kikirinin ve temel keyif almanın ötesinde gerçekten sinema aralığında hayatla kucaklaşmanın tadını almak isteyenlere ve her yaştan tüm sinema sevenlere (şu an itibariyle DVD’sini) şiddete önerebileceğim bir film var:

Je M’Appelle Elisabeth (Benim Adım Elisabeth)

Film alıp sizi doğruca on yaşındaki küçük ve sevimli bir kızın İkinci Dünya Savaşı sonrasında bir Fransız kırsalındaki yaşam serüvenine taşıyor.

Küçük Elisabeth babası ve annesi boşanmanın eşiğinde ayrı yaşayan, yatılı okula giden kız kardeşinden uzaklaşmış, kısıldığı temassız bir köyün içerisinde yalnızlıktan fena halde muzdarip bir kızdır. Öyle bir yalnızlıktır ki bu, kızı gezdiği yerlerle ilgili büyülü hayaller kurmaya, olur olmaz şeylerden arkadaşlar yaratmaya yönlendirmektedir. Ve filmin en iyi taraflarından biri; hayallerinde kırsallı-küçük kızlı korku filmlerinin esas konusunu oluşturan gerçeküstü saçmalıkların hiç biri görülmemekte, dünyaya bakış gerçeğin içinde, dünyalı ve naif bir çocuksuluktan hiç ayrılmamaktadır.

Kızın babası bir akıl hastanesinin müdürüdür. Ve hastalarıyla ilişkisi muazzam olan bir adamdır. Örneğin Elisabeth’lerin evinin hizmetçiliğini çocuklarının ölüsünü İkinci Dünya Savalı sırasında el arabasında taşımış, aklını böyle yitirmiş iyi niyetli bir kadına yaptırmakta, onun ara sıra hız kazanan dellenme hallerine müthiş bir anlayışlılıkla göz yummaktadır.

Bir gün babasının hastalarından biri, genç bir çocuk hastaneden kaçar. Yalnız, hem de yalnızlığı tanımlayacak kadar yalnız Elisabeth’in bu konuda nadir biçimde aynı ölçüde ona benzeyebilecek bu çocukla kurduğu, çaresiz bir akıl hastasıyla çaresiz bir kızın arasındaki ilişki, çok az filmde rastlanacak ölçüde etkili yansıtılmış güzel bir dostluğu tarif edip, hakkıyla filmin ana temalarından birini oluşturur.

Kızın okul arkadaşlarıyla, hayvanlarla ilişkisinin de pek çok farklı hikaye barındırdığı bu filmde özellikle birkaç sahnenin insan kalbine yansıtılabilecek en içten duygusallıkla hiç gösterşsiz temas ettiğini söylemek abartılı olmaz.

Geneli düşünüldüğünde bazı Türk filmlerinde çok beğenilen planlanmış ağlaklıkların hiçbirine başvurmadan duygusal, kör gözüne parmak didaktiklik içermeden ders verici olabilen filmden küçük bir diyalog:

- Onları (akıl hastaları) gerçekten seviyor musun baba, ya da sadece bir iş mi ?

-Onları gerçekten seviyorum. Hayatla başa çıkmak için o kadar yetersizler ki.

- Ben de onları seviyorum.

-

-Baba…

-Evet…

-Sanırım, ileride ben de delireceğim.

-Neden böyle söyledin?

-Ben de hayatla hiç başa çıkamıyorum…

 
Toplam blog
: 108
: 2011
Kayıt tarihi
: 22.06.07
 
 

İsmim Burak Çapraz. Buraya başladığımda 21'dim, öğrenciydim. Bir okul bitti ama hala öğrenciyim. İl..