Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ocak '08

 
Kategori
Siyaset
 

Türkiye'nin Musul sorunu (XIV) '' Mahvoluşa doğru''

Türkiye'nin Musul sorunu  (XIV) '' Mahvoluşa doğru''
 

Mustafa Kemal, Filistin Cephesi'de, Mareşal Farkenhayn ile yaptığı tartışmalardan bir sonuç alamayacağını görünce, Osmanlı Orduları Başkomutan Vekili Enver Paşa'ya, 20.Eylül.1917 yılında, Filistin Cephesiyle ilgili (özetle) şu raporu yazar:
''...Memleketin genel durumu, her şeyden önce dikkati çekmektedir. Harp, her milletten olan unsurlarımızı istisnasız son dereceye getirmiştir. Halkla idare arasındaki bağlar sarsılmıştır... Mülki ve Askeri Hükümet , onlardan açlık ve ölüm karşılığında mal ve mülklerini istemekte ve almakta, daha çok ısrar etmek ve inatçı olmak zorundadır... Diğer taraftan, mülki hükümetin tam bir acz içinde bulunuşu, genel bir anarşiye sürüklenen milletin, genel yaşantısını idareye engel olup, halkın hukuku için ne düşünülüyorsa hepsini hak ve adalete aykırı ve
bu sebeple halkın nefretini üzerine çeken bir biçimde çözümlemek zorunda ve alışkanlığındadır!... Mülkü Hükümet'in tam bir güçsüzlük içinde bulunuşu, güçlü bir zabıta kuvvetinin noksanlığından ve ihtiyaçları yüzünden memurların genellikle çalma, hile, yetkiyi kötüye kullanma işlerine karışmalarıyla, keyiflerine düşkün hale gelmelerinden ve adli işlerin kesinlikle işlememesinden ileri gelmektedir... Bu nedenler, genel yaşantıyı her köşede ve her vilayette kökünden çürütmektedir... Bu nedenle harp devam ettiği takdirde, karşısında bulunduğumuz en büyük tehlike, her taraftan çürüyen muazzam saltanat binasının birdenbire ve hep birden içinden çökmesi ihtimalidir!...


Genel askeri durum, harbin yakın bir gelecekte sona ereceğini göstermiyor. Müttefiklerimizin askeri darbelerle, düşmanlarımızı artık barışa zorlamaları söz konusu olmayıp, Almanlar stratejik sevk ve idareyi sadece
''geliniz, bizi mağlup ediniz'' esasına bağlamışlardır!... Düşmanlarımızın birbirinden ayrılmıyacaklarını zaman göstermekte olup, düşman ahalinin mahrumiyet ve sefaleti daha az olduğu ve kendi inançlarınca sağlam bir sonuca ulaşmaları muhtemel olduğu için bizim dayanacağımız kadar, uzayan harbe onların da katlanacağı tabiidir. Bu nedenle harp, daha uzun süre devam edecektir.''Bu harbi sona erdirmenin anahtarları bizim tarafın elinde değildir'' sonucunu çıkarmak gerekir...'' Mustafa Kemal,
daha sonra , yazısına ordunun çok büyük sayısal eksikliğinden, subay ve eratın da, nicelik ve nitelik bakımından vahim durumda olduğundan; bu şartlarda, Kafkaslar'da geri kazanım şansımızın bulunmadığını, Irak'ta da İngilizler'in istediği hedeflere ulaştığını vurgular... Sina ve Hicaz'da, İngilizler'in askeri hedeflerine henüz erişemediklerini, güçlü bir şekilde saldırıya hazırlandıklarını, Mısır, Süveyş ve Kızıldeniz'i kontrol edebilecekleri kendilerine bağlı bir, Hristiyan Filistin Devleti kurmayı amaçladıklarını, Sina'da bu konuda askersel ve lojistik büyük bir yığınak yaptıklarını , bu yüzden Suriye hududunda açıkca saldırıya hazırlanan düşmana, başarı şansı vermemek için bu bölgede güçlü bir savunma yapma ve gerekirse Irak yerine Sina'ya karşı , operasyona geçmenin doğru olacağını bildirir. Irak ve de olası Musul kaybına karşı bir şey yapılamayacağını, Irak'a bizim, keleklerle ve develerle , oda gücümüzce yapacağımız lojistik desteğe karşı, İngilizler'in Dicle'den gemi ve Basra'dan demiryolu ile güçlü bir destek verdiklerini vurgular, ayrıca bizim iki ayda bir alayı iki gün yürütebilecek bir hazırlığı bile yapamadığımızı da belirtir !... Mareşal Farkenhayn'ın, 7.Ordu'yu tasfiye etmeye çalıştığını, 7.Ordu'nun da bir güç olarak Kolordu seviyesine indiğini, Halep'e geldiğinde de Remadiye Cephesi'nin kendisine verilmesini istediğini, bunun bile savsaklandığını ve sonucun ne olduğunun görüldüğünü, Mareşal'in bölgede; ''Araplar'ın Türkler'i sevmediğini, bu yüzden Almanlar'ın onlara tarafsız davranıp, onları kazanabileceğini '' vurguladığını, Irak'a yapılacak askeri müdahaleye , Farkenhayn'ın da cidden inanmadığını, amacının bölgede''Alman Prestijini'' arttırmak olduğunu ve ilerde bu zihniyet'in bölgeyi ''Alman Sömürgesi'' yapmak çabalarını teşhis ettiğini ve bunun içinde bu planı uygularken; Osmanlı'nın borç hanesine yazılmış, 5000.000 altını ve askerimizin kanını kullanmaya çalıştığını bildirir!... Bu yazışmalar içinde, Enver Paşa önce Cemal Paşa'yı beklemesini, ardından Sina Cephesi Komutanlığı'nın mareşalde olduğunu, onun başarılı olacağına inandığını, kendisinin de bu görüşe katılmasını istediğini bildirir...Farkenhayn'da bu arada Mustafa Kemal'i ''Yıldırım Orduları Komutanlığı'na'' , ordunun bir kumandanı olması için çağırır... 7.Ordu'nun da ordaki zor görevi; azimli ve tüm kalbiyle yürütecek bir zabitte olması gerektiğini belirtir... Mustafa Kemal'de, kendisinin bir ordu komutanı olduğunu, bugüne kadar hiçbir görevden kaçmadığını, kabiliyetiyle verilen işleri başararak sonlandırdığını ve kendisine ''hakiki bir ordu komutanlığı '' verilirse, istihdam edilmekte bir tereddüt göstermeyeceğini vurgular!... Böyle hakiki bir ordunun iradesine muntazır bulunduğunu, mareşale arz eder !... Enver Paşa'ya da, Farkenhayn'ın , Miralay von Dumez'le olan bir konuşmasını, kasten yanlış kullandığını, kendisine kariyerine uygun bir görev vermekten sakındığını (tıpkı geçmişte Enver paşa'nın yaptığı gibi...), böylesi bir amiri, hasiyet ve şerefini, kaybetmeden, idare etmenin mümkün olmayacağını, kendisine ciddi bir görev vermekten kaçınmanın, istifa et mesajı taşıdığını, ancak Cemal Paşa'yı bekle talimatına uygun olarak beklediğini , artık şerefine halel gelmeden, bunu bir sonuca bağlamasını istediğini bildirir . Enver Paşa gene oyalama söylemiyle, 7. ve 8. Ordu'ların, nasıl düzenleneceğine dair bir cevabı henüz mareşelden alamadığını, biraz daha durumu idare etmesini söyler...Mustafa Kemal'in sabrı taşmıştır...İsyan edercesine, kendi kendini ordu komutanlığından alarak, yerine Kolordu Kumandanı Ali Rıza Paşa'yı vekil tayin ederek, İstanbul'a döner... Harbiye Nezareti, şaşkın bir vaziyette, Mirliva Fevzi(Çakmak) Paşa'yı acele 7.Ordu Komutanlığı'na, Mustafa Kemal'i de 2.Ordu Komutanlığı'na tayin ederek, vaziyeti kurtarmaya çalışır...Mustafa Kemal, 2.Ordu Komutanlığı'nı da, Enver Paşa ve diğer kurmaylara tepki olarak kabul etmez. Çünkü bu vahim ve çok kötü savaşsal koşullarla ilgili analiz ve görüşlerini , Enver Paşa'ya bildirirken, birer nüshada, Talat ve Cemal Paşa'ya göndermiştir... Ordu Komutanı sıfatıyla, Genel Karargah'ta kalır...Bu arada Falkenhayn, onun yargılanmasını talep eder... Mustafa Kemal bir ara böbreklerinden rahatsızlanır.Ancak o zaman veliaht olan Padişah Vahdettin'in yaveri olarak, onunla birlikte Aralık 1917'de bir heyetle, hasta hasta Almanya'ya gider. Burada Kayzer II.Wilhelm, General Ludendorff ve Genarel Hindenbug'la yapılan toplantılara katılır. Bu toplantılarda askeri ve siyasi görüşlerini açıklama fırsatı bulur... Bu geziye katılmasını, Almanlar'a karşı tepkisini bilen Enver Paşa'nın, onları daha yakından tanıması için desteklediği de belirtilir... Bu arada, Kayzer II.Wilhelm'in 1898'de , İstanbul, Kudüs ve Şam'ı ziyaret etmiş olduğunu; Şam'da mezarı bulunan Selahaddin Eyyubi'yi ziyeret ettiğini, türbesini onartıp(!), birde gümüş kandil hediye ettiğini, Küdüs'de de, Alman kolonileri kurulmasına, önayak olduğunu hatırlatalım!...



Filistin, Osmanlı yönetiminde üç bölgeye ayrılmıştı. Kazimiye ve Mukatta ırmakları arasındaki bölgeye' 'Akka'' deniyordu. Gayrı müslimler buraya ''Galile '' diyordu...Mukatta ve Zerdulucce ırmakları arasındaki bölgeye de, Osmanlı, ''Nablus'', Araplar, '' Batı Şeria'', Museviler de, ''Samarya'' diyordu...Nablus'un güneyinden Birüssebi vadisine kadar uzanan bölgeye de, Yahudiler, ''Yudea'', Osmanlılar'da ''Kudüs'' demişlerdi... 1877 yılında Osmanlı'nın çıkardığı ''Yerel Yönetimler Yasası'yla'', Filistin Eyaleti'nde de yeni sınırlar çizilmiş, demografik yoğunluğa göre bölgelere ayrılmıştı...Kudüs, merkeze bağlı, bağımsız bir ''Mutasarrıflıktı''.1888 yılında, Beyrut Vilayeti ortaya çıkınca, Kuzey Filistin'deki, Nablus (Batı şeria) ve Akka sancakları Beyrut'a bağlandı...Bunlardan Akka, merkez olmak kaydıyla; Hayfa, Tiberyas, Safed ve Nasıra olmak üzere beş kazaya ve de kaymakamlığa bölündü. Nablus'da merkez olmak kaydıyla; Cenin, Beni saab ve Cema'ın şeklinde bölündü. Kudüs Mutasarrıflı'ğı da; Merkez Liva, Yafa, Gazze ve Halilürrahman kazalarından ve bunlara bağlı 328 köyden oluşuyordu... Sultan II.Abdülhamid, Filistindeki memurları sıkı bir disiplinle merkeze bağlamıştı... Beyrut ve Kudüs'deki, yönetimsel sorunlar, vali, ve halk temsilcilerinden oluşan, üçü Müslüman diğer üçü gayri müslimden oluşan bir ''İdare Meclisi'' tarafından görüşülüp, karara bağlanırdı... Ayrıca halkın katılımıyla, ''Danışma Komisyonları'' kurulmuştu.Burda her türlü sorunla ilgili alınan kararlar, İdare Meclisi'ne sunulurdu.Ayrıca Filistinde, ''Mahalli Umumi Meclis'' vardı!...Bu meclise her sancaktan iki müslüman ve iki gayrımüslim katılırdı. Kudüs, Akka ve Beyrut temsilcileri, her yıl belirli zamanlarda bir araya gelir; vergi, tarım, ticaretin geliştirilmesi, imarla ve güvenlikle ilgili konu ve sorunları tartışır, bir karara bağlarlardı... Bu Abdülhamid'in, siyasi bir sorun olarak değerlendirdiği Filistin'deki, Osmanlı'nın bir idare tarzıydı...

Almanlar'la Osmanlı İmparatorluğu'nun birlikte savaşa girme olasılığına karşı, hazırlıklı olan İngilizler, Bahreyn Adaları'na bir İngiliz Hint Tümeni çıkardı. Bir bölük Osmanlı askerinin bulunduğu Fav Adası işgal edildi. Daha sonra Kasım ayında Basra'ya asker çıkartarak, ilerlemeye başladılar ve Bombay'dan gelen, bu Hint ve İngiliz birlikleriyle, ''Mezopotamya Seferini'' başlattılar. Teşkilat-ı Mahsusa'lı, Yarbay terfili, Süleyman Askeri Bey, ağırlıklı olarak bölgedeki aşiretlerden topladığı birliklerle, İngiliz birliklerini, gerilla tipi eylemlerle vurmaya , sabote etmeye, Enver Paşa'nın talimatları doğrultusunda Basra'yı geri almaya(!) çalıştı...Yürekli bir askerdi... Ahvaz'ı aldı. Karun petrol hatlarını tahrip etti. Nasıriyeyi de aldı...Ancak, Nisan 1915'de Şuaybiye'de İngilizlerle doğrudan savaştı; üçüncü günün sonunda mücadeleyi kaybetti . Süleyman Askeri Bey iki ayağından yaralı olarak sedye üstünde savaşmış vede en son durumda esir düşmemek için intihar etmişti.... Osmanlı Genel Kurmayı'nın Irak'ı önceden bir harekat bölgesi saymaması, İngilizler'in Basra'dan saldırısının sözümona hesap edilememesi; bu bölgede derme çatma teçhizatlı, 6500 eskimiş tüfek, 3 makinalı ve 36 mantelli topu olan 7 tabur asker bırakılması , ''böylesi siyasi stratejik öneme sahip , bir petrol denizi, bir tarım ambarı Mezopotamya'nın riske edilip sonradan da kurtarılmaya çalışılması'' , affedilecek bir hata değildir!... Nihai hedefleri Bağdat olan İngiliz birlikleri, Kurna ve Amare'yi işgal ettiler ve Kutü'l Amare'ye doğru ilerlemeye başladılar... Kutü'l Amare'deki savaşta, Nurettin Paşa'da ordu komutanıydu. Ancak sonradan, Osmanlı Orduları'nın başında deneyimli, eski kurt asker, General Von der Goltz'un olması uygun görüldü... Çünkü ona, 6.Ordu'nun başına geçip, İran'daki Rus ve İngilizlere karşı bir harekat örgütleme ve onları İran'dan atma görevi de verilmişti. Bulgarlar'ın savaşa girmesiyle, Berlin-İstanbul lojistik bağlantısı artık daha rahat olacaktı...Bu tartışmalı, stratejik hata, ilerde Bağdat'ın kaybına da vesile olacaktı... General Charles V.F. Townshend komutasındaki ilk Kutü'l Amare çatışmasını İngilizler kazanmasına rağmen, Salmanpak'da düzenli Osmanlı birlikleriyle kanlı bir çatışmaya girdiler ve ağır kayıplarla Kutü'l Amare'ye çekilip, savunmaya geçtiler. Akabinde, Osmanlı'larca kuşatılıp, ağır bir şekilde yenilen İngiliz Ordusu teslim alındı. Kutü'l Amare'de 5 generel, 481 subay, 13.309 er esir edilmiş; İngilizler ve çoğu Müslüman(!) Hintliler 40.000 civarında, ağır bir kayıp vermişlerdi...Bu savaşlarda, Şeyh Uceym Sadun Paşa'nın da krıtik anlarda, önemli katkıları olmuştur!... Bu Osmanlı İmparatorluğu'nun, İngiliz Emperyalizm'ine karşı kazandığı son zaferdi... Ve ingilizler, onurlarının kırıldığı bu mağlubiyetin intikamını, Osmanlıdan ilerde; ''Antlaşma Masalarında'' alacaklardı... Halil Paşa, kılıç ve tabancasını teslim etmek isteyen, General Townshend'e, ''...Kılıç ve tabancanız daima size aittir ...'' diyerek itibarını iade etti... Bu süreçde, ortak plan gereği, İran sınırı üzerinden Mezopotamya'ya ve bugünkü Irak'a inmeye çalışan Rus Birlikleri'de, Kasr-ı şirin ve Hanikin'i ele geçirmişlerdi...


Eylül 1915'de, Kafkasya cephesinde, Ruslar savaş için, 7 kolordu da, 700.000 asker hazırlamışlardı.Osmanlı 3.Ordusu, gene zayıf destekli, 64.000 askere sahipti...Rus ordusunda, 386 top, 288 süvari bölüğü, Osmanlı'da, 150 top ve 28 süvari bölüğü vardı. Yani Ruslar, hareketli atlı birliklerde, bizden ''on kat'' üstünlerdi...Bu güce karşı koymak, fiziksel olarak mümkün değildi... Ruslar; Köprüköy ve Horasan üzerinden yaptıkları saldırılarda, kanlı çatışmalar sonucunda, durdurulup geriletildiler...Azap (Horasan) Muharebeleri çok şiddetli olmuştu...Ancak Ruslar bu kez altı kat daha fazla bir kuvvetle bu cepheye yüklenip, 33.Tümeni yardılar ve Hasankale'ye (Pasinler) kadar geldiler. 3.Ordu Birlikleri Erzurum'a çekilip, savunma mevzilerine yerleştiler... Bu sürece kadar, 22.000 şehitle, ordunun üçte biri kaybedilmişti...Ruslar'ın kaybı da 18.000 kişiydi...Mustafa kamil Paşa'nın tehlikeli durumu görüp, askeri destek istediğinde, Enver Paşa; '...Sıkışırsan, Sivas'a kadar çekilebilrsin, demişti...'' Beş günlük bir savunmadan sonra, 16.Şubat.1916'da Erzurum düştü... Bu olay, Irak ve Çanakkale savaşlarını kaybeden ''İtilaf devletlerine'' bir moral kaynağı oldu...Cephe'nin güneyinde Muş , Bitlis, Van ve Hakkari 'de işgal edilmiş, Çoruh Vadi'sinden İspir'e girilmiş, Rize'ye asker çıkarılmıştı... Ruslar, Of-Bayburt-Mamahatun hatlarına dayanmışlardı... 3.Ordu Erzincan'a çekildi.3.Ordu Komutanı Mustafa Kamil paşa, görevi bıraktı. 2.Ordu Erzurum'u kurtarmak için Trakya'dan, Elazığ-Malatya bölgesine Ahmet İzzet Paşa yönetiminde sevk edilirken, komutanı Vehip Paşa'da, 3.Ordu'nun başına getirildi. 3.Ordu; Of- Kop Dağı-Muş-Bitlis'in batı çizgisinde cephe'ya yerleşti. General Yudenich, Erzurum'u işgal ettiğinde ordusuna hitap ederken şunları söylemişti: ''... Karşımızda artık, Türk ordusu diye bir şey kalmamıştır.Çarın emri gereğince, Haziran ayında İstanbul önlerinde olacağız!...İleri...'' Bu yüzden Stratejik Kop Geçidi'nin, bulunduğu, Tebrize kadar uzanan, ''Tarihi İpek Yolu'nun ''geçtiğ, Trabzon-Erzurum Yolu'nu ele geçirmeleri gerekiyordu... Ruslar, Of-Bayburt, Mamahatun(Tercan) hatlarına saldırdılar. Trabzon'a ve ardından Erzincan'a kadar ulaştılar.Ancak Stratejik Kop Geçidi'ni , halkın ve askerin şiddetle savunmasından dolayı, 1916 Temmuz'una kadar aşamadılar... Çok güçlü topçu desteği ve avcı taburları sayesinde, bu kahramanca direniş kırılabildi... Savaşı ve düşmanın stratejik hedeflerinı uzatan bu kahramanca direniş için, Mareşal Fevzi Çakmak; '' ...Bayburt Savunması, başarılmış ''Plevne'' sayılmalıdır ...'' der... Bayburt, Haziran'da İstanbul'da olmayı hedefleyen General Yudenich'in birliklerince, 16.Temmuz.1916'da ele geçirilebildi...Karl Marx'ın , 1853 yılı İngiltere'sinde, yapmış olduğu Ruslar'la ilgili stratejik yorum da, bu bölgelerin ele geçirilmesiyle, bir kehanet gibi gerçekleşiyor; Ruslar, Asya içlerine, İran ve Türkistan'a, Fırat ve Dicle Vadileri' ne ulaşan ticeret yolunun pazar merkezi ve limanı Trabzon'u ele geçirdikleri gibi, ''Doğu'nun Kilidi'' Erzurum, Aras Vadisi, ''Simgesel Çobandede Köprüsü'' ve bu ticaret yolu üzerindeki, Horasan, Hasankale, , Aşkale, Mamahatun(Tercan), Fırat ve Dicle boylarını, Muş ve Bitlis'i de ele geçirmiş oluyorlardı... ErmeniTehciri gibi ses getirmese de, bu işgal sürecinde, 1, 200.000 kadar, Kafkas, Türk ve Kürt kökenli Müslüman Osmanlı tebaası, göç yollarına düşecek, Rus Ordusu içinde bulunan, ''Antranik'in Yönettiği'' İntikamcı Ermeni Taburları'nca, onbinlerce Müslüman; bulundukları köy, kasaba ve şehirlerde ve de yollarda, vahşice kırıma uğrayacaklardı... Bu kırıma göz yuman Rus Kurmayları ve subayları, 1916'da bu Milli Ermeni Birlikleri'ni kendi askeri bünyeleri içine alarak, eritip, yeni bir politika oluşturmaya başlayacaklardı. Amaç, Doğu Anadolu'ya Rus Kazakları'nı getirip yerleştirmek, bölgeyi tamamen ''Ruslaştırmaktı''... . ''1917 Ekim Devrimi'' , arifesinde bu sefer; boşalttıkları topraklara yerleşen Ermeniler'in, katliamlarını azaltmaya yada sözümona engellemeye çalışacaklar ve bu olayları da onları suçlarcasına, anlatacaklardı...Çünkü bu yapılanlara dolaylı olarak destek çıkmak bile, en azından savaş suçuydu... Osmanlı Devleti'nin bir ''Muhaceret Planının'' olmayışı, Anadolu'nun içlerine ilerlemeye çalışan bu insanların aç ve sefil bir şekilde yollarda hastalanıp yok olmasına, gittiği bölgelerde, bu savaş koşullarından etkilenmiş halkla çatışmalarına, onlardan kötü muamele görmelerine neden oldu...


Irak sınırında, Hanikin'e kadar gelen Rus Kolordusu'na , 15.Kolordu'nun yaptığı baskın; onları geri püskürttü. Ve kolordu, Hemendan'a kadar ilerledi... Temmuz'da Kop Geçidi'ne saldıran Rus'lar, Muş Bölgesinde'de 2.Ordu'ya saldırdı ve Eylül ayına dek sürecek kanlı çatışmalar da başlamış oldu. 2.Ordu'nun Muş-Bitlis cephesini, 16.Kolordu'nun Komutanı, Mustafa Kemal Paşa yönetiyordu... 2 Ağustos'da Muş'da düşmanı bozup ve Hınıs'da yollarını kesip, bu şekilde, Bitlis ve Tatvan'ı da boşaltmalarına, doğu ve kuzeydoğuya çekilmelerine neden oldu...Bölgede kış şartlarının başlaması, iyice yorulmuş her iki tarafın da, karşılıklı ufak hareketler dışında beklemeye, kendilerini yenilemeye geçmesine neden oldu... Ancak 1917 Mart'ında, Rusya'da başlayan ''Devrimci Ayaklanmalar'', Rusların, cephede çok fazla bir yapmamalarına, ''Ekim Devrimi'' ile işgal ettikleri bölgeleri boşaltmaya başlamalarına neden olacak, bu boşalan bölgelerde de, Antranik komutasındaki Ermeni'ler; ''Batı Ermenistan Geçici Hükümetini'' kuracaklardı!... Emperyalistlerin, Kafkaslar , Anadolu ve Mezopotamyadaki, çıkar savaşlarına alet olup, milyonlarca, Ermeni, Kürt, Türk ve diğer Müslüman ve Hristiyan Osmanlı tebaasının kanının akıtılmasına neden ve taraf olan bu insanlık düşmanı zihniyetleri ve bugün dahi körü körüne onları destekleyenleri, ''İnsanlık Tarihi'' unutmayacaktır...


Gözlerini kan bürümüş, bu canilerin hedefinde, ''Büyük Ermenistan Projesini'' gerçekleştirmek, Batı'ya bağlı bir devlet kurmak vardı. Şebinkarahisar doğumlu(!), Antranik'e göre, Türkler, Ermenilerin, tarihsel ebedi düşmanı idiler ve kesinlikle ve de tümüyle imha edilmeliydiler... O ve adamları, bu imha politikası çerçevesinde, kendilerine karşı çıkan Ermeniler de dahil, yüzbinlerce, Müslüman Türk ve Kürd'ü canice; yakarak, işkence ederek, gözlerini oyup, kulaklarını kesip, diğer uzuvlarını kesip, parçalayıp, karınlarını oyarak katlettiler... (Ne yazık ki, zamanında Fransızlar'dan''Légion d'Honneur'' madalyası alan bu cani, XXI.Yüzyıl'da da, bu zihniyetlerce kahraman ilan edilip, hala üzerlerinden, -bir başka yazımızın konusu olacak- insanlık adına utanç verici, ''gerici'' politikalar yapılıyor; Ermenistanın ilk başbakanı, ilerici insan, mimar, H.Kaçaznuni'nin gerçekçi görüşleri ise, Batı'da kütüphanelerden bile kaldırılıyor, hafızalardan silinmeye çalışılıyor!...)


Osmanlı Ordusu
karşısında tutunamayan bu kuvvetler, geçtikleri yerleri, mahvedip, onbinlerce insanı öldürerek, Erivan'a doğru geri çekildiler... 3.Mart.1918 tarihinde, Bolşeviklerle imzalanan, Brest-Litovks Antlaşmasıyla, barışa kavuşuldu... Halil Paşa yönetimindeki ordu, Tiflis'de Gürcü ve Ermenilerce kurulan , Transkafkasya Cumhuriyet'ini dağıtarak, Nahçıvan ve Bakü'ye kadar ilerledi ve Mondros Mütarekesiyle de, 1914 yılındaki, Osmanlı sınırlarına çekildi...


Arap Milliyetçiliği,
1860'lı yıllarda, Osmanlı Türkleri arasında daha milliyetçi düşünceler şekillenmeden ; Suriye deki, Hristiyan kökenli Arap entellektüeller arasında başlamıştı...Sekülerizm'in etkisi altında kalan, diğer Müslüman entellektüel Araplar'da, ''Faris Şadyak, Corci Zeydan, Butros El- Bustani ve Nakkaş'' gibi entellektüellerin başını çektiği bu harekete destek vermişlerdi... Çünkü, İslam; ırkçılığı ve milliyetçiliği, İslam felsefesi düşüncesi olarak, reddediyordu... Bu yüzden, İslami felsefeyi benimsemiş Arap aydınları arasında derinlemesine pek yerleşemedi. Sultan II.Abdülhamid'inde , sağlam, ilkeli ve kurnaz politikaları da, bu süreci hem uzattı hem de büyük savaşın sonuna kadar, önemli bir Arap Nüfusunun , ayrılıktan yana tavır koymamasına katkı sundu...


Lawrens , '' Hikmetin Yedi Sütunu'' adını verdiği anılarında şöyle der: ''...Şerif Hüseyin, isyan hazırlıklarını tamamladığı zaman, Hicaz ve Irak topraklarında, Türklerin yanında (etkisindeki bazı aşiret ve aileleri dışında)kalan yegane kişi, Irak Şeyh-ül Meşayihi, Uceymi Sadun Paşaydı... Bu kişinin, Türkleri hangi maddi koşullar altında terk edeceğini öğrenmek için, Emir Abdullah'ı, kendisiyle ilişki kurması için görevlendirdik!... Emir Abdullah, herhangi bir teklife olumlu bakmayacağını bilmesine rağmen, babası Şerif Hüseyin'in de isteğiyle, Lawrens'in teklifini , Uceymi Sadun Paşa'ya , bir adamıyla, elçi olarak iletir. Lawrens, bu teklifinde, İngiliz Ordusu'nun zorda kalması durumunda, Osmanlı Ordusu'nu, arkadan, Sadun Aşireti güçlerince çevrilmesini, bunun karşılığında da, nihai olarak, paşaya, Irak Krallığı'nı önermektedir!... Irak'ın bu ''Şeyhler şeyhi'' asil insanının cevabı oldukça serttir: '' O hain elime geçmesin!...Bir insan sadakati bilmeyebilir...Fakat kendi ihanetini, bir başkasında da düşünmesi içini bir neden gerekir!... Ona birgün, bana böyle bir teklifi yapabilme cesaretini nereden bulduğunu soracağım!... Bu insan ve onun silahlı adamları, 350 yıl Irak'da beraber oldukları, Osmanlı Hilafetini, yıkılışa kadar desteklemiş ; Kurtuluş Savaşı sürecinde de, Mustafa Kemal Paşa ve Ankara Hükümeti'ne katkı sunmuştu... Bu yıkılişa giden süreç içersinde, Şerif Hüseyin, Irakda Şeyh Mahmutun'' Bağımsızlık hareketi'' çevresinde toplanmış Revanduz ve Erbil'deki bazı Kürt aşiretleri ve Assirdeki işbirlikçi Seyyit İdris dışında ve de milliyetçi, ırkçı ve devrimci komitacı örgütlenmelerle, en ciddi karşı devlet kurma çabalarında olan Ermeniler'in önemli bir kesimi bile, bu karşı hareketlerin içinde yer almamıştır . Eti tırnaktan çok iyi ayırmasını bilen, Batı Emperyalizm'i Balkanlar'daki başarısını, Kafkasya, Anadolu, Mezopotamya'da , ''Aralarındaki Oluşan Yüksek Rekabetin'' etkisiyle, tümüyle başaramamış, Ortadoğu'da bugünlere dek uzanan sorunsalın sarmalından bir türlü kurtulamamış , bu büyük finans - oligarşi, temel hedeflerine ulaşmasına rağmen, büyük nihai hedeflerine henüz tümüyle ulaşamamıştır...


(devam edecek)

Fotograf: Mustafa Kemal Paşa
 
Toplam blog
: 392
: 4592
Kayıt tarihi
: 12.03.07
 
 

İstanbul doğumluyum. Sağlıklı beslenme, yüzme, doğada yürüyüş ve çevre özel ilgi alanlarım. Şiiri ve..