Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Haziran '21

 
Kategori
Öykü
 

TURNALAR GÖÇERKEN

TURNALAR GÖÇERKEN

  • Guşlaar!

 Ey nazlı nazlı süzülen uçuşan guşlar, ne şanslısınız, derdi ninem. Sonra gözlerini dikerdi belirsiz bir noktaya. Bedenini bir rüyaya teslim etmiş de kımıldasa gözlerinin önünde oluşuveren bulutlar dağılıp kaybolacakmışçasına kıpırtısız, bir an nefesi yüreğinde tıkanmış gibi hiç solumazdı. Ardından ulaşılamayanın hayalini tekrar yaşayarak derin bir iç çekerdi. Ben alaycı:

             -N’oldu nene, daldın derdim. Gözleri buğulu, yarı titrek sesinin sevecenliğiyle:

            -Oy guzum, derdi başımı bağrına gömüp sertleşmiş elleriyle saçımı okşarken. Renkli patiskadan entarisi, el örgüsü yeleği ekşi ayran ile çam reçinesi gibi kokardı her zaman. Sıcaklığı hoşuma giderdi. Ama onunla eğlenmeye devam edebilmek için başımı şefkatli kollarından kurtarır; yüzünü gözlerini araştırırdım. Yaptığı yaramazlıklar varmış da onları kimse duymasın diye sesini kısarak çapa tutmaktan artık dümdüz açamadığı işaret parmağını dudaklarına götürsün, sus işareti yaparak göz kırpsın bana isterdim. Uzanır, beş şişle ördüğü çorabını alır;  arada bir hayalî bir yarene ne yapayım dercesine boynunu bükerek omzunu düşürerek örerdi.

      - Ne yapacaksın nene bunca çorabı, derdim.

Konuşsun, susmasın isterdim. Kimi zaman öyküler anlatırdı. Yine anlatsın isterdim. Bunlar güzel öyküler de değildi, ya acıklı ya korku dolu gerçeklerdi.  Güzel olan sesiydi, türlü biçime giren yüzüydü, derdi içen gözleriydi.  İpeği kıla koş ederler, iyiyi kötüye eş ederler, derdi her seferinde.

- Nene, o ne demek derdim, anlatırdı.

Hem anlatır hem ağlardı hem yüreğimi yakardı. Öyle bir sarsış sarsardı ki beni meseli, ne zaman bir ipek görsem elimde olmadan parmaklarımla ezer, hassas yapısının sağlamlığını ve kırılganlığını nenemin anlattığı Cemile ile bir tutarım.  

Seferberlik yıllarıymış. Her evden şehit çıktığı, evinin eri de beyi de; hanımı da kölesi de kadınların olduğu yıllarmış. Cemile on dördüne bile değmemiş taze bir fidanken yetim ve öksüz kalmış. On beşlik, on yedilik iki ağası da cepheye gidince yaşlı ninesine, damdaki iki ineğe, dört yaşındaki kardeşine bakmak da eşkıya ve düşman korkusuna rağmen tarlada çalışıp eve iki ağız lokma getirmek de omuzlarına binmiş. Çok yorulur, az doyarmış ama köyün neşesiymiş Cemile.

Sözün burasında susar, uzaklara bakardı ninem. Yüzündeki donmuş gülümsemesi, anlatamadığı hüznünü, her an, gözyaşlarıyla ıslatacakmış gibi titrerdi. Elini tutar, gözlerini arardım. Balköpüğü göz bebekleri kısılır; kirpiğinin ucunda parıldayan damla, öyle engelsizce yaz günü pırıl pırıl gökten aniden dökülen yağmur gibi, asırlarca aynı yatakta akan dere, aynı yalağa boşalan pınar gibi doğal ve arı dökülürdü. Sıkıntıyla bunaltan hava dağılır, sesiyle açılırdı içim.

Lapa lapa kar yağan bir günde düşmanın köye yaklaştığı haberi gelmiş. İki çift öküzü olan, eski püskü kağnılara doluşup bilmedikleri yollara yollanmış. Cemile bir ninesine bakmış bir de yemeğini bile yemekten aciz kardeşine,  gözü kesmemiş yola düşmeyi. Kaderine razı gelip köyde kalmış. Bir iki yaşlı ve sakattan başka köyde kimseler kalmayınca neşesi de kaybolmuş Cemile’nin. Korkmamış ama ölüm gibi bir şeymiş yüreğine oturan.

- İnsan, umarı olursa korkar; hepten kolu kanadı düşünce bir güç gelir adama. Ne olacaksa olsun bir an evvel, der. Bir can değil mi taşıdığımız, Hakk’ın divanında vereceğimiz, bak nasıl solup dökülüyor yaprak, nasıl çürüyor dalından bile kopmamış yemiş? Hah! Hah, işte çürür gideriz, n’olur, der insan, derdi ninem, dediklerine yürekten inanarak.

Zorlukla geçirilen kışın ardından köye dönenler olmuş. Başka köylerden kalkıp düşman önünde kaçarken Cemile’nin köyüne sığınanlar da. Hasan da o gelenler arasındaymış. Sırım gibi delikanlıymış. Seferberliğin yokluğunda avurtları avurtlarına geçmiş olsa da kara üzüm gözleri, hançer bakışları varmış. Yazın harmanda ne kadar ekin varsa tırpanla bir çırpıda tepelemiş. Ninesinin elini öpmeden bir gün evlerinin önünden geçmezmiş. Pek ses etmezmiş Cemile’ye. Kardeşi İsmail’in başını okşarken öyle bir göz ucuyla bakarmış sade. O sessiz bakışları Cemile’nin yüreğini deler de geçermiş. Bir gün dayanamamış Cemile, sormuş ona:

  • Kimin, kimsen yok mu senin?
  • Yok
  • Ne yatıyorsun bizim damın alt yanında?
  • Heç! Yatmayım mı?
  • Ben ne biliyim, ben?
  • Ne çalıştın bizim harmanda? Demediydik ki sana?
  • Cepheye almadılar mı seni?
  • Kafa kâğıdım yok benim. Cepheye gideyim diye yola çıktımdı, esir düştüm M..’nın o taraflarda. Kaçtım, kurtuldum daha yenice, işte buralara geldim şu kervanın ardına takılıp. Gidem mi?
  • Gidem mi, ha sana sorarım.
  • Ben ne biliyim, ben?
  • Gideceğim, bitmedi harp daha. Gideceğim ama dönerim geri buralara. Döneyim mi?

O güz, kuşlarla birlikte gitmiş Hasan. Karanlık günler boyu yol gözlemiş Cemile. Açlık ve safalet dolu aylar geçmiş, sulh olmuş. Gidenler dönmeye başlamış. Sarı Emirgilin Sümüklü Musa, aşağı evlerin Çördük Kazım, Deli Duran dönmüş. O güz giden leylekler, turnalar, kırlangıçlar, kelaynaklar bile dönmüş. Her güz gitmiş o kuşlar, her bahar dönmüş.

Hasan yolunu kaybeden turnalar gibi mi ola ki? Bir o dönmemiş. Cemile beklemiş, beklemiş.

Yaş kemale ermeden demiş köyün büyükleri ninesine, senin de gözlerin yumulmadan bu sabinin başını bağlamak düşer hepimize. Cemile, sessiz; yüreği,  cenderelerde ezik. Bir allı bohçaya sarmış hayallerini, kaldırmış anasından yadigâr ceviz çeyiz sandığının en kuytu yerine.

  • E, sonra nine?
  • Sonra

          Üç elmayı kesmişler,

           Sıra sıra dilmişler

           Vermemiş meraklıya

           Afiyetle yemişler.

  • Aman nine!

Sonunu bir hızla bağlardı bu hikâyenin. Daha soru sordurmazdı. Bir bahaneyle kalkar, tatlı bir nem ve lavanta kokan sandığını açar, oyalanır oyalanır kapardı. Bazı, bana sandıktan bir iki çorap, patik verirdi. Ya da anan seslendi bir bak hele, diye başından savardı. Her güçlüğe göğüs geren tüm köyün Koca Nine’si, bir sevdaya yenilmiş dedirmek istemezdi.

O gün de öyle olmuştu. Diyeceğini demiş, patiğini vermiş, tatlı tatlı gülümsemişti. Eksik günlerin, yaşanmamış güzelliklerin, kabullenişin, boyun eğişin gururuyla bir ikindi üzeri kuşlarla birlikte göç ettiğinde, yolunu kaybeden turnasının peşinden. 

 

 
Kayıt tarihi
: 30.05.17
 
 

Yaşam bize sunulmuş bir armağandır. Kıymetini bilelim. Okuyarak, yazarak, paylaşarak çoğaltalım ömr..