Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Haziran '21

 
Kategori
Öykü
 

ZOR

ZOR

İkindiüstü…

İki üç yüz metrelik yoldan aşağı iniyor, birkaç aydır ev bildiği lojmana doğru yürüyordu.  Evin iklime uymayan geniş camlarını havalansın diye açık bırakmıştı,. Kapatırken Muş ovasının soğuk mavi göğüne, yumuşak karla kaplı geniş düzlüğüne baktı.  Uzaktaki yoldan geçen bembeyaz bir minibüs, yılankavi yolda kıvrılarak yokuşu aşıyor beldeye gidiyor. Minibüsün içini düşündü: buğulu camları, bir türlü ısınmayan koltukları, üzerindeki hayvan kokusunu yıkasa da çıkaramayan, bir kimlik gibi taşıyan insanları,  başka bir dilde söylenen ağıtları, ağıtların doldurduğu ruhunu bir türlü gülümsetemeyen çocuk yolcuları, ağırbaşlılığın altında ezilen kadınları, bez çantaları, içi kışlık zerzevat dolu naylon un çuvallarını…

Gözleri kardan kararıncaya dek yola baktı. Şimdi bomboştu, Karın karnını bir bıçak gibi baştan aşağı yarmış ve koca düzlüğü iki eşit uçsuzluğa atmıştı yol. Bir ayrımdan çok bir birliğin işaretiydi, umut gibiydi ama üzerinde yol alırken yaşattığı bitmek tükenmek bilmez boşluk duygusunu şimdi özlemmiş gibi hatırlatıyordu.

Yavaşça içeri girdi. Ellerinin ve ayaklarının nicedir soğuktan hissizleştiğini ısınan kanının yarattığı uyuşmadan anladı. Yanakları, burnu, parmak uçları ısındıkça diken diken alevleniyordu. Gözleri kapanır gibi oldu. Kendini kanepeye bıraktı. İçi geçer gibi olurken telefonun sesiyle dikildi. Arayan muhtardı:

  • Akşam yemeğe bekleriz, buyurun Allah ne verdiyse…
  • Olur, gelirim Ahmet amca

 

Gitti, hemen her akşam birinin evine davet edilirdi. Gitmek pek işine gelmezdi ya gitmemek de olmazdı. Yer sofrasında adamlarla, lojman komşusu Reşit ağabeylerle bağdaş kurup kavurmalar, bazlamalar, peynirler, kuru fasulyeler, bol tereyağında pişirilmiş yumurtalardan yedi pek çok kez. Kadınlar, çocuklar içerideki odadaydı çok çoğunca. Ya kendisi kadın değil miydi? Neden onlar orada ben buradayım diye aklından geçirirdi bazen. Etrafında başını eğmiş yemeğini yiyen adamlara sonra da tipinin dövdüğü küçük camlara bakar bir romanda, bir film sahnesinde hissederdi kendisini. Türkçeyle karışık konuşulanları anlamaya çalışır bazen yemekten sonra yanına gelip oturan evin kadınlarıyla oradan burdan konuşur, onların üstünde başında yüzünde gezen bakışlarını görmemezlikten gelir, onların hayran bakışlarından süzülen ışıkta parıldadığını hissederdi. Gizli gizli bu durumdan hoşlanırdı. İçine sevgiyle acımanın karıştığı hafif bir sıcaklığın yayılmasını şaşkınlıkla izlerdi.

Eve dönerken hava evden çıktığı zamankinden de kat be kat soğuktu. Buna sadece soğuk demek yetmez diye düşündü. Bu bir bıçaktı. Üstündeki kat kat kumaşı aşıp tenine kesikler atan bir bıçak. Arka arkaya gelen darbelerle vücudunun sarmalandığını hissediyordu. Kanı damarlarında donuyor olmalıydı. Biraz daha böyle titreyerek yürümeye devam etmektense oracıkta ölecek gibi olmaya direnmemeye karar verdiğinde eve varmıştı. Evinin kapısına uzattığı eli demirlere yapışıp yandı

Hemen eve girip uyumalıydı ama ısınmak üşümekten de sancılıydı bu şehirde. Sabaha karşı iyice ısınıp uykuya dalana kadar geçen ay yaşadıklarını bir kâbus gibi yaşadı zihninde:

 

Bir pazardı. Erkenden kapısının çalındığını duymuştu. Reşit ağabey alı al moru mor olmuş bir şeyler geveliyordu ama ne dediğini anlayacak kadar uyanmamıştı henüz. Hâlâ rüyada olduğunu düşünürdü, acı ayaz yüzünü yalamasa, ayakları yerlere yapışmasa. Haşmet dediğini, düşmek, ateş kelimelerini duyuyor ama bunların bütünleşip ifade ettiği anlamı zihninde toparlayamıyordu.

  • Hocam, Haşmet tandır ateşine düşmüş. Eli, yüzü yanık içinde. Anasının ağırlığı varmış, korkudan olacak düşürmüş. Sağlık Ocağı 20 km uzakta, çocuk bas bas bağırıyor anasının durumu ondan vahim. Yetiş hocam, bir şey yap!
  • Geliyorum!

 

Geliyorum ama ne yapacağım? Evde ilaç niyetine bir iki kremden başka ne var? Hadi Haşmet’e baktık iyi ettik diyelim ya anasının durumu ne olacak? Ben anlamam ki sağlık ocağına götürün mü deseydim? Kapımı kapatır uyumaya devam ederdim. Devam edebilir miydim?  Devam edemezdim. Sağlık ocağında doktor yok ki! Ebe izinde değilse beldeye yollayacak hastaları mecbur. Belde buraya 80 km. Bu karda tipide yolda kalmazsa 2 saate varırlar. Ama ya yol kapalıysa? Hem neyle gidecekler?

 

Kafası binbir soruyla doluyken Haşmet’in evinin önüne vardılar. Tek katlı kulübeden bozma iki odalı bir ev. Daha sokak kapısından Haşmet’in çığlıklarımı duyacağını sanıyordu ama konu komşunun kalabalığının uğultusundan başka ses yok. Kalabalık yarılarak yol açtı hoca hanıma. İçeride yere serilmiş yatakta anası kıvrılmış yatıyor. Haşmetin kadın kalabalığının arasında yarı beline dek soyulmuş ayakta dikiliyor. Yüzü, kolları, bedeni kıpkızıl derisi çıkana kadar yanmış. Çakmak çakmak gözleri parlıyor. Kirpikleri, kaşları, saçlarının uçları ütülenmiş. Usul usul, ıh ıh diye inlediği duyuluyor. Ne bir bağırma ne bir feryat!

  • Haşmet, diyor, o, kekeleyerek:
  • Hocam, yandım ben diyor bir suçlu gibi. Anama bakın n’olur!
  • Tamam, Haşmet, sana krem getirdim sürelim acını alır. Elinden geldiğince tenine baskı yapmamaya çalışarak yanık kremi sürüyor, çocuk utanıyor, gözlerini yerden kaldırmıyor. Kendim sürerdim diyor. Acısını dişleriyle dudakları arasına kilitleyip inlemeden, şikâyet etmeden belki solumadan bekliyor. Kremlemek bitince soruyor:
  • -Azaldı mı acın biraz?
  • -Evet Hocam. Sonra hoca, kadınlara dönüyor:
  • Nasıl iyi mi biraz? Daha iyi yanıtını duydu ama inanmadı çünkü yüzü bembeyaz, kâğıt gibi kadının. Gözaltları çökmüş, derinleşmiş. Boncuk boncuk terlemiş. Birkaç saat neyi beklediklerini bilemeden belki 10-15 kadın ve çocuk bekledi, bekledi. Sonunda bu uğultulu bekleyiş yordu herkesi.  Birkaç kişi evine uğradı, çok oyalanmadan dönüp bekleyişteki yerini aldı. Sonunda öğretmen dayanamayıp dışarı çıktı Reşit ağabey muhtar be bir iki kişi daha bahçede bir tenekeye yakılmış odunların etrafında ısınıyorlardı.
  • Reşit ağabey babası nerede Haşmetin?
  • Babası şehirde, çalışmaya diye gitti iki yıl oluyor neredeyse
  • Arasak gelemez mi?
  • Gelemez!

Yaşanan her şey bu kelimede gizliydi:  Gelemez!

Bir zorluğu yaşamayan onunla ilgili hiçbir şey bilemez diye düşündü. Ne derdi eskiler:  “Yardan düşene soracaksın!”

 
Kayıt tarihi
: 30.05.17
 
 

Yaşam bize sunulmuş bir armağandır. Kıymetini bilelim. Okuyarak, yazarak, paylaşarak çoğaltalım ömr..