Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Nisan '11

 
Kategori
Sosyoloji
 

Üç konu üç çelişki

I. Büyüyoruz
Türkiye ekonomisi 2010 yılında % 8.9 büyümüş. 1960'larda tutunduğumuz planlı büyüme atılımlarından sonra ilk olarak küresel bağlamlı liberal gelişme yolunda bir gelişme yakalanmış. Yıllık üç, dört, beş, altı derken % 8.9 büyümüş olmak gerçekten sevindirici bir gelişme. Anlaşılan Türkiye'nin mal ve hizmet üreticileri her ne hikmet ise yeterli sermaye, ucuz hammadde, ucuz emek, mükemmel pazarlama ve ucuz enerji bulmuş. Çünkü bunlar olmadan gelişme olmaz. İşin içindeki nüfus, müteşebbislik, para-kredi ile yürürlükteki mevzuat gibi unsurları bir yana bırakarak bakınca olayın özü bu. Demek ki üretime ve pazarlamaya kafa yoranlar başarıyı yakalamışlar. Gözlemlerime göre geniş halk kitleleri bu önemli olaya sevinemiyor. Çünkü onlar yine iki yakalarını bir araya getirmek ya da kıt kanaat geçinmek zorundalar. Seçimler için ortaya atılan kimi ödeme tutarları ilgi çekse de çoğunluk kaçanı kovalamak peşinde.
Anlaşılan o ki küreselleşme sürecinde ağırlık kazanan özelleştirmeler yanında kâr için her yola başvuran sermayedar yıllardan beri özlemi çekilen bir başarı yakalamışlar topluca. Resmi açıklamalara göre düşmekte olan; oysa gizli bir artış içinde ilerleyen enflasyon (hayat pahalılığı) ile yine başımız dertte. Herkese açık faizli kredi desteği ihtiyaç içindekileri kıvrandırırken, sermaye kesimini nasıl etkiliyor, bilmiyoruz. Bu gelişmeye sevinenlere sevinemeyenlerin de katılması isteniyor. Kimileri büyüdükçe büyürken kimileri ya olduğu yerde sayıyor ya da açlık sınırındaki gezintileri önlenemiyor. Çünkü iş bulma imkânları genişlemiyor. Çünkü dar gelirliler ile emeklilerin gelirleri artmıyor. Oysa gözlemlerime göre de Türkiye dalga dalga büyüyor gerçekten: Zengin daha zengin olurken fakirler ya yerinde sayıyor ya da resmi ve özel alanlardan iş ve aş istemekte olanların sayısı bir türlü durmak bilmiyor. Suçların nasıl yaygınlaşmakta olduğu ise başlı başına bir sorunumuz olsa gerek.
Söz konusu büyümeyi ben de küçük esnaf da bunu duyamıyoruz. En büyük dayanağımız sağlığımız için şükretmek kısaca. İşsizlik sorunumuzun varlığını kimse inkâr edemez. Özellikle gençlerin iş bulması ya yeteneklerine ya bazı sertifikalara ya da KPSS adlı içinde kimi hinliklerin döndüğü sınav soncuna bağlı. Türkiye her alanda büyüyor, deniliyor sık sık. Kimileri üzümü ye bağını sorma, demek istiyor. Kimileri hep birlikte sevinelim, diyor. Değirmenin suyunun nereden geldiğini öğrenmek de hakkımız. Piyasalar, yıllar önce yükseldiği yerde az çok dengede duruyor. Oysa işsizler, işten atılmış olanlar, mevsimlik işçiler, ev kadınları, orman köylüleri, ellerindeki mesleki diplomalarına rağmen KPSS'de başarı (!) gösteremeyenler, suçlarının bedelini ödeyerek hapisten çıkanlar ile Sosyal Yardımlaşma Vakfı'ndan destek görenler ve yasalar gereğince doğrudan para yardımı alanlar pek sevinemiyor bu gelişmeye. ''Büyüyen büyüyor. Benim büyümediğim belli'' diyorlar. Çoğunluğa iş imkânları sunmakta hasis davranan mutlu azınlığın büyüme sevincine, bir emekli olarak ben de katılamıyorum. Sanırım eli malalı duvarcı Ali, üç çocuklu ev hanımı Ayşe, iki inekli sütçü Duran ile diplomalı on binlerce genç de sevindirici olduğu yayılmaya çalışılan bu büyüme için sevinemiyor. Dünyanın on altıncı ekonomisi olmakla övündüğümüz ülkemiz bu tür açmazlara düçâr olmamalıydı bana göre. İşin içinde ''görünmez eller'' yanında ''kara para'' gibi bazı ekonomik girdiler mi var, bilemiyorum.
II. Bitiriyoruz
Ben beni bildim bileli kökleşmiş bir eğitim sorunumuz var. Her şeyin başı sağlık, deyişimizde olduğu gibi çoğu yönleri ile her şeyin başı eğitimdir de diyebiliriz. Devlet de özel kesim de eğitimli kişi ister. Uzun bir süreç olduğu kadar pahalı bir çalışma alanıdır eğitim. Bu yüzden özel kesim devletin eğittiği ya da işe alarak yetiştirdiği kişileri işe almak ister. Ne yazık ki ülkemizde mesleki eğitim ile yüksek eğitim sorunları üretimde pek çok kalitesizliği de içinde barındırıyor. İşin içine kalabalık okul sınıfları, yetersiz eğitimciler ile tarafgir sınavlar da girince kamuoyu güvensizlik bunalımına giriyor. Çünkü eğitimde sağlanması gereken fırsat eşitliği ne yazık ki yıllardan beri Batı'dan Doğu'ya doğru giderek tehlike çanları çalıyordu, kulaktan kulağa. Kimi seçim sandıklarında da bu türden dedikoduları sağır sultan bile duymuştu. Bu süreçte son tıkanıklık 2010'daki KPSS ile bu ay 2011 YGS'da yaşandı. Anlaşılan kimileri ne yetenek ne akıl ne kul hakkı ne emek ne umut ne alın teri ne de insanlık gibi değerleri hiçe sayarak en önde olmak istiyor. İyi niyetle çıkılan sınav yollarında ne türden yanlışlıklar, acemilikler ve tarafgirlikler yapıldığını vicdan sahipleri ile adalet sahipleri bir gün anlamaya başlarlar umarım. Yaşananların bu çağda bile ''sakınılan göze çöp batarmış'' yaklaşımı ile çözülemeyeceği çok açık. Adalet, liyakat ve emniyet çerçevesinde hükmedilmekten kaçınıldıkça daha neler gelecek başımıza kim bilir. Artık el insaf!
III. Batıyoruz
Batı'ya açılma tutkusunun gönülleri sarmış olduğu yüzyıllardan beri Türkiye'de önce Fransızca, sonra da İngilizce baş tacı edilmiştir. Önce münevverler ya da aydınlar kesiminde başlayan bu salgın bütün eleştirilere rağmen her kesime yayılmış bulunuyor. Yabancı kökenli pek çok teknik kelimelere Türkçe karşılıklar bulma çabası, az da olsa başarı sağladı. Bilgisayar alanına anlam genişlemesi çerçevesinde sanırım yirmi bin kelime vermiş Türkçemiz. Prof. Negroponte Dijital Olmak adlı eserinde Türkçe'yi konuşulduğu gibi yazılan bir dillerden olması bakımından ''bilgisayarın ideal dili'' olarak nitelendirmişti 1994'te. Bütün bunlara rağmen ne yazık ki ülkemizde ya alıntı markalar ile ya da körü körüne bir özenti uğruna Türkçemiz bulandırılmak isteniyor. Bu konuda çok yazıldı; çok söylendi. Ne yazık ki ne özel kesim ne de belediyeler bu konularda gerekli duyarlılığı gösteremiyor. Yazışmalarda olsun iş yeri adlarının verilmesinde olsun dil bilinci ya bile bile ya da bilgisizlik yüzünden gelişemiyor. Kimilerince özenilen Batı'da dil bilinci ilk değerler arasında yer alır; bizde ise yerlerde sürünse bile kimsenin kılı kıpırdamaz. Bir tek TDK Derneği de bu işin üstesinden gelebilecek özelliklerden yoksun ne yazık ki. Osmaniye ile Düziçi de bu eleştirilerden kendisini kurtaramaz bence. Adım başı yabancı işyeri adları ile karşılaşıyoruz çarşılarda gezinirken. Ya başımızı önümüze eğiyoruz, çar naçar; içimizden söylenerek ya da ağlanılacak bu durum için gülüp geçiyoruz.
Son günlerde Osmaniye'de değişik nedenler yüzünden gündeme gelen City 328 adlı alış veriş merkezi (avm) de bu kapsamda ilginç bir örnek. (City) bizim kelimemiz değil. İngilizce'de şehir ya da kent anlamında bir kelime. (328) ise Osmaniye'nin telefon kodu. Bu adlandırmaya imza atanlar kim bilir Batı'ya bir adım daha yaklaştık, diye ne kadar sevinmektedirler. Ben onlara da onlar gibi diğer öykünmecilere katılamıyorum. Osmaniyeliler sanırım yakında açılacak olan yeni alış veriş merkezi için bu ucube yakıştırmaya oldukça içerlenmişlerdir. Osmanlılardan bize bir teberik olarak kalan Osmaniye adına yakışan bir isim bulunamaz mı bu alış veriş merkezi için? Osmaniye İl Genel Meclisi öncelikle bu iğreti adlandırmayı uygun bir biçimde değiştirmelidir. Kentimizin kurucusu Ahmet Cevdet Paşa AVM ya da Osmaniye AVM adlarından biri verilebilir buraya bence. Osmaniye İl Genel Meclisi'nce bu AVM ile ilgili dedikoduların giderilmesi için tez elden; projelendirme hataları yanında alım-satım-kiralama ve takas içerikli ayrıntılı bir açıklama yapılması gerekiyor. Ayrıca beş bin yıllık Haruniye Kaplıcaları da umarım içine düştüğü yönetim boşluğundan bir an önce kurtarılarak işletmeye açılacaktır. 

(09.04.2011) 

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..