Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ocak '11

 
Kategori
Güncel
 

Ucube olan heykel değil ülke siyasetinin ta kendisi...

Ucube olan heykel değil ülke siyasetinin ta kendisi...
 

Bir başbakan bir heykeli beğenmek zorunda mı? (Ahmet Altan bugünkü yazısında sevmekle, beğenmeyi ayırmış bence aralarında pek bir fark yok)


Elbette değil, onun da bir eseri sevmeme ve beğenmeme hakkı elbette var.


Peki bir başbakanın bir esere “ucube” deme hakkı var mı?


Yok ya da olmaması gerekir!


Hatta başbakan olması dolayısı ile değil, normal bir vatandaş olarak bile “ucube” dememesi gerekir. Çünkü kendi sevmediği ve beğenmediği bir eser, başkaları tarafından seviliyor ve beğeniliyor olabilir. Zevkler ve renkler tartışılmaması gerektiğine göre, başkasının sevgi ve beğenisine hakaret etmek sıradan bir insana bile yakışmaz. Bu basit bir nezaket ve terbiye kuralıdır.


Kaldı ki, bir başbakan bu ifadeyi asla kullanmamalıdır, çünkü kendi kullanacağı ifade kişisel bakış açısını aşıp, erkin, otoritenin emrine dönüşür. Zaten başbakan olayı beğenip beğenmeme sınırlarının dışına taşıyıp, eserin varlığının ortadan kaldırılmasını talep etmeye kadar taşıdı.


Tabii, başbakan burada eserin ortadan kaldırılmasını yasal bir zemine dayandırmaya çalıştı ve Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulunun kararını gerekçe gösterdi. Doğru bir zemin gibi gözüküyor. Ama değil.


Çünkü Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulunun eserin kaldırılmasına dair kararı olsa olsa, yerinin bir koruma alanına denk gelmesi nedeni ile olabilir. Eser “ucube” bulunduğu için değil. Adı üstünde koruma kurulunun böylesi bir esere değer biçme yetkisi yok. Sadece eserin yerleştirileceği alanın niteliklerine uygun olup olmadığına karar verebilir. Yani oraya dünya şaheseri bir eser de dikseniz, konumu itibari ile koruma kurulu kendi mevzuatı, planları gereği yıkılmasını talep edebilirdi. Bu nedenle, kurulun “yıkılması” ya da “kaldırılması” kararını vermiş olması, başbakana esere “ucube” deme hakkını vermez.


Ama bu noktada sevindiğim bir şey varsa, o da Başbakanın Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulunun kararına saygı duyması ve arkasında olmasıdır. Çünkü özellikle doğal sit alanlarında yapılmak istenen Hidroelektrik Santrallerine karşı aynı kurulun aldığı kararlara ateş püsküren ve kurul kararlarını aşmak için türlü mevzuat oyunları gerçekleştirenler yine bu hükümetin kendisi. Bir heykele karşı kurulun arkasında durup, HES’lerde kurula karşı durmak çok dürüst bir davranış olmasa gerekir.


Tabii, bizim ülkemizde olayın tek yönlü olduğunu düşünmek için biraz fazla saf olmak gerekir. Çünkü hepimiz biliyoruz ki, bu ülkede tüm kamu görevi yürüten kurullar, konseyler, müdürlükler filan aynı zamanda siyasi birer birimdir. Daha doğrusu buralarda görev yapan ve yetkili olan kişiler, teknik ya da uzmanlık bilgilerinden önce siyasi fikirlerini devreye sokarlar. Bu ülke, siyasi inançları gereği hukuku perişan eden kararlar alan çok hukukçu gördü. 2007 yılı Cumhurbaşkanlığı seçimindeki 367 şartına dair alınan kararlarda bunu gördük.


Aslında üzerinde yorum yapılan heykel, bir sanat eseri olmasından çok siyasi anlamı ile önem kazanıyor. Yani Türk – Ermeni dostluğu adına atılmış bir adım. İlgili Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulunun da, ortadan kaldırılma kararı verilirken, ne kadar teknik ne kadar siyasi bir karar verdiğini bilemiyoruz. Açıkçası ben kararın, özellikle, AKP’nin Ermeni açılımına karşı atılmış bir adım olmasından da fazlası ile şüpheleniyorum. Bu heykelin yıkılması, ülke içinden çok, aslen ülke dışına verilecek bir mesaj ve kurul kendisine verilmiş milli bir görevi yerine getirmiş de olabilir. Bu kararla, AKP'nin uluslararası arenada zor durumda bırakılması ve açılımın sekteye uğratılarak iç politikada da işleri yüzüne gözüne bulaştıran bir parti konumuna sokulması hedeflenmiş olabilir.


Ancak şans bu ya, bu karar, bir seçim öncesi AKP’nin MHP’nin oylarına göz diktiği bir dönemde AKP için kullanışlı bir hale gelmiş de olabilir. Yani neresinden bakarsanız bakın eser milliyetçi hesapların gümbürtüsüne gitmiş gibi görünüyor.

Oysa bunun benzeri bir heykeli ilk gündeme getiren Alparslan Türkeş olmuştu. Can Dündar’ın 26 Nisan 2005’de Milliyet Gazetesinde kaleme aldığı yazıda, 12 Mart 1993 yılında Paris’te Türkeş’in zamanın Ermeni Cumhurbaşkanı Petrosyan ile yaptığı görüşmede, Türk-Ermenistan sınırına 1915'te ölenlerin anısına müşterek bir anıt dikilmesin de konuşulduğunu, anıtın Ermenistan'a bakan yüzünde Türkçe, Türkiye'ye bakan yüzünde ise Ermenice 'Verdiğimiz acılardan dolayı üzgünüz' yazmasının düşünüldüğünü yazmıştı. Bu yazılanlar benim bildiğim kadarı ile bugüne kadar kimse tarafından tekzip edilmedi.

Peki tüm bu eğik büyük duruşlara, duruma göre tavır alışlara, hizmet amacı dışına çıkmalara karşı tutunacak bir dal var mı? Ben göremiyorum. Çünkü olayı basitçe başbakanın bir heykele “ucube” demesine indirgeyenler, aslen heykelin siyasi anlamına da fazlası ile karşılar. Örneğin Cumhurbaşkanının Ermenistan ziyaretine, AKP’nin Ermeni açılımına ateş püsküren ve bunu milli çıkarlara dayandıran CHP’nin, ulusalcıların, resmi ideoloji solcularının bugün, bu siyasi simgeye sahip esere sahip çıkar gibi görünmesi, olsa olsa mide burkucu bir iki yüzlülük olabilir. Anti-AKP’ciliğin her türlü politikayı belirlediği bir ortamda, karşı çıkar gibi görünmek timsah gözyaşlı muhalefetten başka bir şey değil.

Açıkçası ucube olan eser değil, bu ülkenin siyasetinin kendisi….

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..