Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ocak '13

 
Kategori
Deneme
 

Unutuş ve sanatkâr

Unutuş ve sanatkâr
 

Ressam yılların tecrübesi ile salladığı fırçalarının artık nihayetine gelmiş, eserinin karşısına geçerek, şöyle bir seyretmişti. “Bunu ben yaptım”. Dedi. “Bu benden, benim eserim.” Biraz daha geri çekildi, tablonun tamamını daha rahat görebilmek, kendisini de o tablonun içine dâhil edebilmek için. Eserindeki, dağ, deniz, kıyı, kuşlar, rüzgâr, uzaktan belli belirsiz görünmekte olan ay, küçük bir çocuğun ağlayarak koşuşturması, dökülen gazeller, havlayan bir mahalle köpeği… Neler görebiliyorsa içindeki, içi idi. Tam da kendisi orada bir yerlerde duruyordu. Kendinden bir parça.

Tuvali, şövaleden incitmeden aldı, ince kâğıtlarla kapladı, kirlenmeyecek, muhafazalı bir dolaba yerleştirdi. Eseri bitmiş miydi? Kesin kararını daha sonra, üzerinde uzun uzun düşünceleri ve kendi kendine eleştiri ve tartışmalarından sonra verecekti. Evet, muhafazalı bir yere yerleştirdi ve çıktı. Bir süre unutmalıydı resmini. İlişkisini kesmeli, irtibatını bitirmeli, ondan uzaklaşmalı ve birkaç hafta sonra yeniden eserinin içine girmeliydi. Bu yolu usul edinmişti. Neredeyse tüm eserlerinde böyle yapardı. Kendisini, eserine unutturacaktı.

Unutturacak ve her güneşin doğuşunda, doyumsuz seyirlerine yeni zevkler tattıracaktı. Zevk unutma ile unutturma ile açığa çıkacaktı. Esere düşen görev sadece hatırlama ve anış olacaktı.

Sanatkâr, hayal süresi kadar, düşünebilme zamanı kadar vücuda getirir eserlerini. Hayal ile düşünceyi karıştırmaya başladığı vakitler ise kendini uykuya verir. En iyisi kopmaktır bu dünyadan. Ayrı bir unutuş halidir uykuya varmak. Göz kapakları ağırlaştıkça, dizlerden aşağıya doğru hissedilen kaçış gibi. Unutmakta bir yenilenme arzusu da vardır belki, belki, yeni bir dünyada yeni eserlerin başlangıcı uyku sonrasındadır. Kendisini sıcak yatağın, yumuşak yorganın kollarına uzattığında sanatkâr, bir sonraki eserinin eskizlerine başlamıştır bile.

Vatan Gazetesinde karşılaşmıştım haberle:

 “Kanada’daki McGill Üniversitesi ile Harvard Üniversitesi’nin ortaklaşa çalıştığı incelemede, bilim adamları propranolol isimli bir ilaç geliştirdi. Tansiyon için kullanılan ilacın beyindeki hafızaları canlandıran amigdala bölgesini kontrol altına aldığı açıklandı. Özellikle savaş sonrasında askerlerin yaşadığı travmaların tedavisi için kullanılacak ilacın aşk acısına da çare olması bekleniyor.

Bilim adamları: “İlk denemeler çok başarılı geçti. İlaç, beyinde hatıraların geri getirilmesini sağlayan protein salgılamasını durduruyor” Dediler.

Tam da, insanın dünyaya gönderilişi sırasında hafızasının silinmesine benzer. Hatırlama nasıl oluyor derseniz, zannımca, kelime, kelime olmaktadır. Topyekun değil, yavaş, yavaş. Öğrenilen her kelimeye anlamların yüklenmesi gibi… Yeniden hatırlama için, prensiplerin sistemleştirildiği ve hayata geçirildiği, Kur’an’ı Kerim var.

Unutup, rahata kavuşmak isteği, belki de en çok sanatkârlara yarayacak. Alıyorsunuz bir ölçü ilaç, yarım saat sonra unutuyorsunuz ve bir-kaç saat hatıralarınızdan kurtuluyorsunuz. Bu durum en azından bir-kaç haftanın kazanılması demek. Yeni eserlere doğru at sürmek için eskilerin beyinden silinmesi iyi olacaktır. Sanatkâr unutarak, hafızasını silerek yeni eserlerin zevkine koşturur. Demlenme faslıdır aslında bu zaman. Önceki eser demlenirken, yeni eserin beyinde döllenme zamanı.

Sıra, son yaptığı eserini inceleme ve son kararını verme zamanına gelince sanatkâr, yeniden nüfuz edecek, içine girecektir tablosunun. Ya, hayal kırıklığı yaşayacak, ya da imzasını atıp bitmiş tablolar rafına kaldıracaktır eserini. Daha önce yaptığı tablolarda resmettiği binlerce çehrenin arasına yerleştirecek yeni eserini. Kendisinin göründüğü, kendisini tanımlayan, binlerce çehre. Her biri, ayrı ayrı kendisinin değişik kompozisyonları olan ve fakat asla kendisinin tamamı olamayan çehreler. Sanatkâr dehasının, ruhundan dökülerek, fırça ve boyalarla tuvale, kimi sanatkârlarda da kelimelerle kâğıda dökülmüş hali.

İş o ki, her seyreden tablolarda, her okuyan mısralarda sanatkârını görüp, duyup, yaşayabilsin.

Görüp, duyup, yaşamaktan sonraki unutuş günahıdır, küfürdür.

Günahı tanıyamayanların da, sevaba yaklaşmaları mümkün olmaz, günahtan kaçmaları.

Kaçış, günahtan, sevaba doğrudur. Unutuş, Var Olanın Hakk’ının sahibine verilmesi.

Ne demişti erenler:

“Çıkar kendini aradan, görünsün sana Yaradan”

 

 

 
Toplam blog
: 64
: 425
Kayıt tarihi
: 25.05.11
 
 

"Bom boş, Boşlukta" Konuyla ilgili eğitimim yoktur.Merak ve özel çabalarla bir şeyler yapmaya çal..