Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Mart '12

 
Kategori
Söyleşi
 

Uzakdoğu'nun Gizemi/ röportaj

Uzakdoğu'nun Gizemi/ röportaj
 

Tamer Develioğlu'nun objektifinden


Gençlik dönemimin  (1975) arkadaşı Tamer Develioğlu’nu  o dönemlerde düzenlediğim ve hala özenle sakladığım Anket Defteri’mdeki isminden yola çıkarak  Facebook sayesinde buldum.  Kendisinin Uzakdoğu gezilerini yaptığını paylaşımlarından öğrendim. Gittiği ülkelerden aktardığı fotoğrafların hepsi birbirinden harikaydı!   Uzakdoğu’yu birçoğumuz hep merak etmişizdir. Kültürü bize hiç uymayan bu ülkeleri birde arkadaşımdan öğrenin istedim ve sorularımı kendisine yönelttim:

·         Kendinizden ve görevinizden bahseder misiniz?

1973 yılında medium format körüklü makine ile fotoğrafçılığa başladığım lise yıllarında okul fotoğrafçılığını sürdürürken çektiğim siyah beyaz fotoğraflarımdan iki tanesinin 1975 yılında bir dergide yayınlanmasıyla profesyonel fotoğrafçılığa meraklandım.  Daha sonra 1980 yılında Makine Mühendisi olduktan sonra iş hayatıyla birlikte fotoğrafçılığı da hobi olarak devam ettiriyorum. Bu arada Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği’nde (AFSAD)’ın eğitimlerini tamamlayıp fotoğraf sergileri dışında sosyal sorumluluk projelerinde de yer aldım. Muhtelif dergilerde kapak fotoğrafı olarak yayınlanan fotoğraflarım yanı sıra 2003-2005 yılları arasında Posof-Kars-Ardahan bölgesinde Atlas Dergisi’nin fotoğrafçılarından "Alkım Ün"le birlikte çalışma fırsatı buldum.  Makro fotoğrafçılığın başlandığı dönemlerde, fotoğraf tutkusunu eğitmenliğe taşıdım. Ankara ve İstanbul'da

farklı ortamlarda “Temel ve Makro Fotoğraf Eğitimi” konularında eğitmen olarak da çalıştım.

2010 yılında "Muammer Yanmaz" ile tanışmamın ardından "portre" çalışmalarına başladım. Bu etkileşim sonrası büyük bir keyifle farklı projeleri keyifle sürdürmekteyim. Bunun dışında 32 senedir iş makineleri konusunda çalışmaktayım. Mühendislik hayatıma başladığım günden beri hep aynı konu üzerinde çalışmanın keyfini sürmekteyim. Şu an İstanbul’da Hyundai iş makineleri Türkiye temsilcisi olan HMF firmasında (STFA +Işıklar Holding ortaklığı)  Satış sonrası Hizmetler Grup Müdürlüğünü yapmaktayım. İşim gereği her yıl çok sayıda yurt içi, 3-4 kez yurtdışı seyahati yanı sıra 1-2 kez de tatil amaçlı yurtdışı gezilerim olur. Bu gezilerde amacım hem dinlenme hem de yeni yerler görmekle birlikte.  tek amacım  çektiğim fotoğraflarla anılarımı ölümsüzleştirmektir. 

·         Farklı ülke ve kültürlerini görmek nasıl bir duygu?

          Çok keyifli… Bazen de çok şaşırtıcı ve tabii ki enteresan…

·         Hangi ülkeleri gezdiniz ve sizi en çok etkileyen ülke hangisi?

Evet, zor bir soru…  İsviçre,  Fransa, Almanya, Hollanda, İsveç, İspanya, Belçika, Avusturya,   özetle Avrupa ya çok kez gittim..  Brezilya, Amerika Birleşik Devletleri,  Japonya,  Kore,  Çin gibi uzak ülkeleri de sayarsak ki,  bunların birçoğu da birden fazla gitmiş olduğum yerler. En son Hong Kong’taydım…

Beni en fazla etkileyen ülkelerin başında Brezilya oldu  İlk gittiğim ülke ise 1984 yılında İsviçre ‘dir.. Cenevre’de bu konuda beni etkileyen yerler arasındadır..

·         Uzakdoğu’nun yemek kültürü malum bize göre çok farklı, böcekler, fareler vs yiyen insanları gördüğünüzde neler hissetiniz ve lokantada bilmeden yediğiniz böyle yemek türleri oldu mu?

Öncelikle o kültürlerdeki mantığı anlamak gerek.  Nüfus kalabalık ve bölge de malum çok büyük.  Denizler,  canlılar açısından çok zengin.  Bölgenin besin kaynakları da belli. Dolayısıyla denizden çıkan her şeyi yemelerini çok doğal karşılıyorum. Ancak çiğ ve hatta canlı olarak tüketmelerini yadırgamamak elde değil ama buda onların sağlık kaygılarıyla başlamış ve yıllar içersinde damaklarında yer etmiş.

 Ben birçok şeyin tadına baktım. İpek böceği larvasından( kurtçuk diyince kötü anlam çıkıyor) canlı bazı deniz ürünlerine kadar yemediğim bir şey oldu mu? Hayır, ancak illa ki ye deseler, kocaman  “HAYIR” derim.   Uzakdoğu ülkelerinin yemek kültürlerini Japon, Çin ve Kore olarak üçe ayırmak gerekir.  Hepsi aynı gibi görünse de çok farklılıklar var.  Tıpkı her çekik gözlüye “Çinli”  yada  “Japon” dememiz gibi mutfaklarını da tek kalıba sokmak mümkün değil.  Bu arada Uzakdoğu’ya çok gidip- gelince Japon ve Çinliyi ya da Koreliyi ayırt etmeye başlıyorsunuz. Örneğin. en beyaz kadınlar Japonken, en sarı kadınlar da Çinlilerdir.  Çin’e son iki gidişimde kadın makyaj malzemeleri arasında birinci sırada ten beyazlatıcı kremlerin olduğunu görmek (Japonya ya olan özenti)  bu tespitimi iyice güçlendirdi. 

Çin’de ilk gittiğimizde restaurantta menüde tanıdık gelen makarnayı sipariş vermiştim.  Gelen yemeğe epeyce bakakalmıştım.  Sıcak su dolu büyükçe bir kâse düşünün, suyu berrak ve hafif kahverengiydi. İçinde komple bir elma yüzüyordu,  Bu arada garsona “ Makarna istemiştim “ dediğimde,  garsonda  “elmanın yanında top gibi duran ikinci nesneyi gösterdiğinde,   karşımda saygıyla eğiliyordu.  Baştan beni çok şaşırtan bu makarna çorbasını sonradan çok sevdiğimi de itiraf etmeliyim.

Neticede bilerek sipariş vermek bu mutfaklarda gerçekten tecrübe gerektiriyor, Japonların  “Hot Plate”leri  (bir aşçı size sıcak masa üzerinde birçok şeyi hazırlayıp sunar) ,ya da Korelilerin tüp gazlı barbekü masaları her biri başka tecrübelerdir.

·         Seneler önce Almanya’nın SAT1 Kanalında bir belgeselde Uzakdoğu’nun bir ülkesinde bir masa etrafında toplanan insanlar masanın ortasındaki çukurdan kafası görünen bir maymuna elindeki kaşıklarla vurarak beyinlerini yemeye çalışıyorlardı, böyle bir şeyleri gördünüz mü veya işittiniz mi?

Böyle bir şey görmedim. Ama bir gidişimde Seoul’de köpek eti yiyenlere karşı çok ciddi protestolar vardı.  Hatta bunları fotoğrafladım.  Bugün yok dense de maalesef bu devam ediyor. Genellikle yabancıların giremediği özel ortamlarda bahsettiğiniz gibi akla ziyan yemek tarzlarının olduğunu oralı arkadaşlarımdan da duydum.  Yılan, solucan, akrep dahil her tür böcek ve deniz yaratıkları doğal beslenme kültürlerinde.  Birçok ürün kurutularak tüketilirken,  (böcekler, deniz canlıları ve hatta bizim akvaryumlardaki lepistesler)  Bunları da genelde canlı ve çiğ olarak tüketiyorlar.

·         Uzak doğu insanı ile Türk insanını kıyaslama yapsanız olumlu veya olumsuz yönleri neler olurdu?

Kültürler arasında çok ciddi farklıklar var. Birbirimizi daha iyi tanıyoruz, en iyisi bizden bahsetmesem daha iyi olacak. Fakat Uzakdoğu kültüründe çalışmak, iş sahibi olabilmek çok önemlidir.  Onurlarına çok düşkün olmalarına rağmen çalışma hayatlarında aşırı disiplinli olmaları bana ilginç geldi. Eğer hata yaparsanız amiriniz size her türlü hakareti yapabilir.  Hepsine “Tamam” demek zorundasınız,  zira bu toplumlarda iş bir kez bulunuyor ve ömrünüzün sonuna kadar da aynı firmada devam ediyorlar.  Ben 32 yılda beş firma değiştirdiğimi söylediğimde,  çok şaşırmışlardı.   Onların böyle bir şansı da yok. Bir yerden kovulduklarında başka bir iş bulma şansları neredeyse sıfır denecek kadar az.

Ticari çalışanları daha çok bize benziyor. Global ekonominin gereklerini öğrenmişler. Bu kadar çok diş fırçalayan başka bir toplum görmedim. Örneğin Kore uçağında yemekten sonra tuvaletlerin önünde ellerinde diş fırçalarıyla bir sürü insan kuyruk olur. Spor ise hayatlarının bir parçası ve vazgeçilmezleridir.  Minyon tipli olmalarıyla birlikte oldukça genç görünürler.  25 yaşında zannettiğiniz bir kişi 45 yaşında olabilir.

·         Onların Türk insanına, Türkiye’ye ve Türk siyasetine bakış açıları nasıl? Sohbetlerinizde ülkemizi eleştirdikleri durumlar var mı? Varsa hangi konularda?

İşim gereği pek fazla siyaset konuşmadım ama toplumun alt kesimleri siyasi fikirlerini beyan edebilecek yapıda değil. Özellikle Güney Kore de Türkleri çok severler. Türk olduğunuzu anladıklarında size mutlaka teşekkür ederler. Orada şehit olan askerlerimizle ilgili bilgi sahibidirler. Orta üst kesim İstanbul’a mutlaka gelmiştir. Çoğu İngilizce konuşur. Çin ve Japonya için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Saygıda kusur etmezler ama onlar için çok bir şey ifade etmediğimizi düşünüyorum.

·          Uzak doğu’nun her ülkesinde farklı dinler var. Din kültürleri hakkında izlenimleriniz nelerdir? Müslümanlara bakış açıları nasıl?

Bizdekinden daha iyi baktıklarını söyleyebilirim.  Müslümanlık da oldukça yaygın dinlerden ancak orada din ön planda değil. Yaşamın bir parçası,  o kadar.  Örneğin Shanghay ‘da Budist bir tapınak ziyaretimizde oradaki görevlilerden bir genç bizim Türk olduğumuzu örgenince, bize; “Bende Müslümanım” dedi. Bende;  “Burada çalışmanız problem olmuyor mu?” diye sorduğumda, yanıtı ilginçti: “Burada iş var, onlar için problem değilse benim içinde değil”

·         Başınızdan geçen ilginç olayları paylaşır mısınız?

Bu röportaja sığmayabilir.   Farklı kültürlerdeki insanların normallerini yaşamak yeterince ilginç bence, Şöyle ki; İlk Kore’ye gidişimde onlarca tabakla yerde kurulan sofralar, kendi içkini koyamayışın ve önüme gelen tabaktaki canlı ahtapotlardan başlarsak, Japonya da bir bayan mağazasının vitrinindeki silikon protez popo karşında donup kalmış arkadaşlarımın hali gibi örnekleri çoğaltmak mümkün. Ya da son Amerika seyahatimde kullandığım arabadaki navigator un gps bağlantısında problem olunca demo moduna geçip beni alakasız yerlerde gezdirip kaybetmesi ve hiç niyetim yokken Lincoln tüneline sokup Manhattan’a geçirmesi gibi. Bu arada Amerika’da arabayla şehirler arası seyahat ediyorsanız yeterli bozuk para bulundurmalısınız.

·         Gördüğünüz ve hayran kaldığınız hangi ülkeyi Türkiye’de böyle olsa iyi olurdu, dersiniz?

Aslında iç Avrupa ülkeleri gerçekten çok öndeler. Yaşam kalitesi, önce insana verilen değer,  her yerde hakim.  Keşke bizde de olabilse…

·         Uzak doğu’lu insanı güne nasıl başlar ve nasıl bitirir? Zengin ve fakir arasında uçurum var mıdır? Sosyal yaşantılarını gözlemlediniz mi?

Bence zengin ve fakir her ülkede aynı durum. Uzakdoğu insanı gününe sporla başlar. Çok ilginç olaylardan birini aktarayım. Bir sabah Busan’da bizdeki AVM ler tarzı bir yerin kapısında bir sürü üniformalı insanın sıraya girip hep beraber spor yapıp,  bir şeyler söyledikten sonra halkı ve birbirlerini selamlayıp işe başlamalarını ilgiyle izlemiştim. Meğerim, üniformalılar AVM nin oto vale elemanlarıymış.

Bir gidişimde ise Seoul havaalanında Duty Free elemanlarının kapı önünde kapanış seremonilerini izlemiştim. Tabi bunu izleyince de Duty Free den hiçbir şey alamadan geri dönmüştüm.

Kore’de yeni evli bir çift şirketin görevlendirmesiyle bana iki gün rehberlik yaptılar.  Bu süreç onlar için bir ödüldü.  Çok sade bir yaşamları olduğunu gördüm. Birlikte market alışverişi yaptık,  yemek yedik ve doyasıya gezdik.  Kadınların erkeğe saygıları,  hizmet anlayışları, evliliğe bakış açıları erkek egemen gibi bir tablo yaratsa da bence sosyal yaşantılarında kadınlar öne çıkıyor.

Televizyonlarda inanılmaz reklam bombardımanı onlar içinde geçerli. Bizde olduğu gibi TV ve özellikle de cep telefonları,  insanların yaşamlarına inanılmaz derecede hakim gözüküyor. Geçmiş yıllardaki gidişlerimde metrolarda çok sayıda uyuyan insan görürken şimdilerde herkesin elinde cep telefonlarından kafalarını kaldırmıyorlar.  Yürürken, ayakta, otururken sürekli cep telefonlarıyla oynuyorlar. Konuşanı az görürsünüz.

Büyük işletmelerde herkesin aynı kıyafeti giymesi sınıf farkını ortadan kaldırıyormuş gibi gözüken etkenlerden biri olsa gerek. Tabi ki aralarında patronlar belli oluyor.   İşyerlerinde, ofislerde öğlen saatlerinde koltukta uyumak serbest ve muhtemelen verimliliği artırmak adına ihtiyaçtan doğmuş bir gelenek.  İlk başta size ters gelse de,  keşke bizim işyerlerimizde de böyle olsa diye hayal ediyorsunuz.

·         Hep derler ya, “Çok gezen mi, çok okuyan mı bilir?” diye, tercih etsen, sizce hangisi?

Okuyarak, gezen

·         Gittiğin ülkelerde çektiğin fotoğrafları Facebook üzerinden takip ediyorum ve her biri harika görüntüler. İleride bunları kitaplaştırmayı veya bir sergi açarak paylaşmak gibi bir düşünceniz var mı?

Şu an bir web sitesi yapmaya çalışıyorum. Ama birçok şeyi baştan not almamak gibi bir hata yapmışım. Onun için gezdiğim ülkelerin hepsine bir kez daha yolculuk yapsam fena olmayacak (!) Bazı fotoğraflarım internet üzerinden sergilerde ve satışta,  ancak gezi fotoğraflarımdan oluşan bir sergi açmayı da düşünüyorum.

Röportaj için çok teşekkür ediyor son kez söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?

Bende teşekkür ederim.  Gezmek insanın ufkunu açan en önemli etkenlerden biri.  Sadece yurt dışında değil,  yurt içinde de sürekli seyahat eden ve bunu seven olarak herkese imkanları ölçüsünde aynı şeyi tavsiye ediyorum ve sözlerimi çok bilinen ama az uygulanan bir sözle tamamlamak istiyorum.

 

Üşenme….Erteleme… Vazgeçme…

 

Ertuğrul ERDOĞAN

Mart 2012/Bursa

Twıtter: @erterd

www.erdoganlaedebiyat.com

 
Toplam blog
: 300
: 466
Kayıt tarihi
: 06.05.08
 
 

Ertuğrul Erdoğan, 1958 yılının sonbaharında Ankara'da doğdu. 1968 -1980 yılları arasında babasını..