Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Temmuz '12

 
Kategori
Deneme
 

Yabancılaşma üzerine bir Deneme girişimi

Ben bu yazımda daha çok yabancılaşma sorunu üzerinde durmak istiyorum. Yabancılaşma derken, Kapitalizm'in insanları nasıl önce kendilerine sonra çevrelerine, doğaya, topluma, aşka, sevdaya kısacası insan yaşamına ait ne varsa bütün herşeye nasıl yabancılaştırdığını yazmak istiyorum. Bu konuyu yazarken Karl Marks'ın yabancılaşma çözümlemesinden yararlanacağım izin verirseniz eğer...

Geçenlerde bir İtalyan filmi izlemiştim. İşçi Sınıfı Cennete Gider adlı. Bu filmde işte başrol oyuncusu Massa (Lulu diye de geçer) yabancılaşmanın çok canlı bir örneğidir. Filmin konusu ise kısaca şöyledir:

Massa bütün herşeyini fabrikadaki çalışmasına verir. Yani kendisini öylesine kaptırmıştır ki fabrikadaki çalışmaya, önceleri eşine, oğluna, birlikte yaşadığı kadına ve oğluna, işyerinde birlikte çalıştığı arkadaşlarına, ve yaşamına yabancılaştığının farkına varamaz. Fabrika dışındaki tek yaşamı ise futboldur. Hatta o denli yabancılaşır ki - ki kabalığımı bağışlayın lütfen -birlikte yaşadığı kadınla bile cinsel ilişkiye giremez ve yatakta "Ben bir itim, itim"diyerek yavaş yavaş hayatındaki bütün herşeye yabancılaştığının farkına varır.

Bilindiği üzere Sosyalizmin üzerinde durduğu konulardan birisi de yabancılaşma konusudur. Karl Marks özellikle 1844 El Yazmaları eserinde bu konu üzerinde yoğunlaşır. K.Marks'ın yabancılaşma ile ilgili çözümlemesine göre, işçi ne kadar çok üretir ve ürettiklerinin gücüyle yaygınlığı ne kadar artarsa o oranda yoksullaşır ve fakirleşir. İşçi emeğinin ürünüyle yabancı bir nesne olarak ilişki kurmak zorunda kalır. Buna göre işçi kendini emek sürecinde ne kadar harcarsa, kendisine karşı yaratmış olduğu nesneler dünyasıda o kadar güçlenir ve işçinin içsel yaşamı dahada yoksullaşır ve fakirleşir. Çünkü üretim araçlarının belirli ellerde yani patronların ya da iş verenlerin ellerinde toplanmasıyla birlikte, bu araçlara sahip olmayan çoğunluk olan işçiler için emek, yaşadığı insancıl anlamını yitirerek yabancılaşır. Emeğinin ürününden ayrı düşen işçinin nesneye kattığı yaşam işçinin gelişmesi ve zenginleşmesi sonucunu doğurmaz. Tersine, emeğin yarattığı nesne, yani işçinin kendi ürünü, işçinin karşısına deyim yerindeyse yabancı bir varlık gibi, sanki bağımsız bir kuvvet gibi dikilir. Böylece işçi, amaçlar koyan bir varlık olmak niteliğini kaybeder ve üretimin bir amacı haline gelir. "Yabancılaşmış emek insanın asıl yaşamını, fizik varlığının aracı haline getirmiştir."diyen K.Marks, emeğin yabancılaşmasından insanın kendine, çevresine, doğaya,topluma, aşka, sevgiye kısacası yaşamına ilişkin herşeye yabancılaşmasına geçer. K.Marks'a göre emeğin yabancılaşması, aynı zamanda tek kelimeyle insanın yaşamını ve düşünsel doğasını yabancı bir varlığa ve kendi bireysel varoluşu içinde bir araca dönüştürür. İnsanın tüm yaşamına yabancılaşması diğer insanlarlada yabancılaşmasına ve diğer insanlarında başka insanlarlada yabancılaşması anlamını taşır kısaca. Yani yabancılaşma dediğimiz olay diyalektik bir süreçtir. Önce insanın işine, kendisine ve giderek ailesine ve topluma yabancılaşmasını diyalektiğin Tez, Antitez ve Sentez süreçlerine benzetebiliriz...

Karl Marks insanın öz yapısını özgür, bilinçli etkinlik olarak değerlendirir ve yabancılaşmamış üretici yaşam diye tanımlar. Yabancılaşmayı ise en ağır şekilde işçi sınıfında görülmesine rağmen her insanın çektiği bir hastalık olarak değerlendirir. Karl Marks'a göre yabancılaşma ve Kapitalizmin özel mülkiyetinin yarattığı çıkarcılık, bencillik, bireycilik ve egoistlik insanın bütün insancıl değerlerinide yozlaştırıp saptırır. K.Marks'a göre ekonomik anlamda kazanç, çalışma,tasarruf vb.değerleri yaşamının vazgeçilmezi haline getiren Kapitalist toplumdaki insan, insana dair erdemli, onurlu, dürüst ve iyi bir insan olma değerlerini yitirir. Çünkü emeğin nesnelleşmesi ve nesneninde işçi ya da insan üzerinde egemenlik kurması insanın özgür fiziksel ve zihinsel üretiminide engeller K.Marks'a göre. İşte böylelikle insan fiziksel ve zihinsel yönden insanlığını yitiren ve deyim uygun düşerse kendi kendine işleyen bir robot haline gelir -Ki İşçi Sınıfı Cennete Gider filmindeki Massa'nın kendisini tümden fabrikadaki işine vermesi olarakta okuyabilirsiniz burayı-. İşte bu otomatlaşmış ya da robotlaşmış insan kendisi ile dış dünya arasında bağlantı kurmak için yalnızca bir yol bulabilir. Bu yolda dış dünyaya sahip olmak, onu tüketmek ve kullanmaktır-Massa'nın fabrika dışındaki yaşamında sadece futbolu düşünmesini, ya da birçok insanımızın futbola, sekse veya da Tv'lerdeki dizilere düşkünlükleri olarakta okuyabilirsiniz burayı-. Karl Marks'a göre insan hayatına ne denli yabancılaşırsa, sahip olma, tüketme ve kullanma duygusu dünya ile olan ilişkisini o kadar çok oluşturur ve kendi yarattığı güçlere ve maddelere boyun eğer. Böylesi bir toplumda her insan, diğer insanlar için yeni ihtiyaçlar yaratarak onu yeni bir bağımlılığın içine itmeye çalışır. Kendi ihtiyaçlarını karşılamak için başka insanların üzerlerinde egemenlik kurmaya başlar. Artık deyim yerindeyse her insan her insanın kurdu olur, düşmanı olur. Herkese bir bardak su yeter karşısındaki insanı boğmak için. Yani insanlar o noktaya gelir ki ellerine olsa kendillerinden başka kimsenin yaşamasına izin vermezler. Düşene bir tekmede kendileri vurmak için sonsuz bir istek duyarlar...

 
Toplam blog
: 4
: 1941
Kayıt tarihi
: 01.07.12
 
 

Lise'yi terk ettim. Emekliyim. Tarih, sinema ve politika ilgi alanım.  ..