Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Nisan '12

 
Kategori
Tarih
 

Yahya Efendi- Kanuni Sultan Süleyman’ın sütkardeşi...

Yahya Efendi- Kanuni Sultan Süleyman’ın sütkardeşi...
 

  

Kanuni Sultan Süleyman’a söylediği sözleri:

 

Saltanatta gaflet olmaz. Unutma seni ahrette tacın ve tahtın değil ancak ve ancak adaletin kurtarır.”

 

Halk arasında, Üsküdar’da Özbekler Tekkesi Şeyhi Abdullahi’l-Ekber,

Beşiktaş’ta Yahya Efendi,

Beykoz’da Yuşa Hazretleri,

Sarıyer’de Telli Baba’nın İstanbul’un manevi bekçileri oldukları yolunda yaygın bir inanış da mevcuttur.

 

Evliya Çelebi ‘’ Yahya Efendi’nin her Cuma gecesi Hızır Aleyhisselam ile buluştuğu ve ondan ilm-i ledünnü öğrendikleri ‘’ bildirilmektedir.

 

Yazıma başlamadan önce:

Kanuni Sultan Süleyman ve sütkardeşi Yahya Efendi arasında gelişen bir olayı aktaracağım, sonra da onu tanıtacağım…

 

Kanuni Sultan Süleyman’ın sütkardeşi Yahya Efendi bir gün atının üstünde giderken ağlamakta olan bir papaz ile karşılaşır.

Papaz hemen durdurur Yahya Efendi’yi ve “Bu da adalet mi?” diye bas bas bağırır.

Yahya Efendi sorar olan biteni.

Papaz: “O karındaşım dediğin kişi bizi soyuyor, doğru düzgün defter bile tutamıyor. Ölülerimiz için bile vergi kesiyor ne biçim iştir bu?”

Yahya Efendi tabi ki üzülür büzülür, papaza

“Hele gel gidelim padişaha” der ve giderler.

Yahya Efendi sözünü esirgemeyen bir hoca efendiydi.

Padişahın huzuruna çıkar ve hesap sorar.

Papazın dediklerini anlatır. Tabi Kanuni’nin hiçbir şeyden haberi yok.

Padişah:

“Bu işleri alt kadrolar hallediyor, benim haberim yok.”

Yahya Efendi:

“Onlardan kim mesuldür?”

Padişah:

“Amirleri”

Yahya Efendi:

“Amirlerden kim mesuldür?”

Padişah:

“Onların da yüksek amirleri var.”

Yahya Efendi:

“Bu nereye kadar gidiyor?”

Padişah: “Elbette ki bana kadar.”

Yahya Efendi:

“Benim demem de o memurları sıkmazsan sana bir suru sorumluluk yüklerler. Cennet yüzü göremezsin. Bu büyük bir gaflettir. Saltanatta gaflet olmaz. Unutma seni ahirette tacın ve tahtın değil ancak ve ancak adaletin kurtarır.”(alıntı)

 

Çok uzun yıllar önce İstanbul’a geldiğimizde, arkadaşım, can yoldaşım Nurhan, bizleri Hazreti Yahya’nın türbesine götürmüştü.

Dualarımızı etmiştik.

Allah Rahmet eylesin…

Nurhan muhterem zat için bilgi vermişti. Zamanla benim aklımda onun büyük bir âlim, büyük bir değer olmasının yanı sıra; Kanuni Sultan Süleyman’ın süt kardeşi olduğu kalmıştı.

Şimdi bu yazıyı hazırladığımda daha detaylı bilgiler edindim.

Sizlere aktaracağım.

 

Osmanlı âlim ve evliyâsından. İsmi Yahyâ, nisbeti Beşiktaşî olup, Şamlı Ömer Efendi’nin oğludur.

Aslen Amasyalıdır.

 

Beşiktâşî müderris Yahyâ Efendi; İbn-i Ömer el-Arabî, Yahyâ bin Ömer Beşiktâşî ve Molla Şeyhzâde gibi isimlerle tanınıp meşhur olmuştur.

1494 (H. 900) senesinde Trabzon’da doğdu.

Babası Şamlı Ömer Efendi, uzun müddet Trabzon’da kâdılık yapmıçtır..

 

Kânûnî Sultan Süleymân da, Trabzon’da aynı sene aynı haftada doğmuştur.

Kânûnî ile süt kardeşi olmuşlar.

Kânûnî, Yahyâ Efendi’ye ‘Ağabey’ derdi.

 

Şehzade Süleyman’ın annesi Hafsa Sultan’ın sütü az olduğundan, Kadı Ömer Efendi’nin refikaları ve Yahya Efendi’nin validesi olan Trabzonlu Afife Hatun küçük şehzade Süleyman’a süt vermiş ve onun sütannesi olmuştur.

 

Böylece Yahya Efendi de meşhur Kanuni Sultan Süleyman’ın sütkardeşi olmuştur.

 

Okul çağı gelen Yahya Efendi ilk derslerini babası Ömer Efendi’den aldıktan sonra, Trabzon’da bulunan meşhur âlimlerden ve zamanın velilerinden kabul edilen Müfti Ali Çelebi’nin rahle-i tedrisinde bulunarak maddi ve manevi sahada bir hayli mesafe katetmiş,’mülazemet’ payesini almıştır.

 

Trabzon’riyazat ve mücahedat ile zahir ve batın ilimlerini tahsil ettikten sonra artık Trabzon’da öğrenebileceği bir şey kalmadığını gören Yahya Efendi ilmini ikmal etmek için İstanbul’a gelmiştir.


İstanbul’da ilk önce Anadolukavağı’nda ‘Haydarpaşa Çiftliği’ denilen mevkide bir çilehane yaptırmış ve orada çilesini ikmal ederken komşularının iz’acından kurtulmak için kendisinden sonra ‘Yuşa Tepesi’ adını alan ve bugün de aynı isimle anılan Sütlüce üzerinde ve Beykoz ile Anadolu kavağı arasındaki mevkie yerleşmiştir.

 

İstanbul’da ilmi kemalatını çoğaltmak ve ikmal etmek için zamanın müderrislerinin derslerine devam etmiş ve nihayet Yavuz ve Kanuni devirlerinin büyük ve meşhur âlimi olan Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi’yle sohbetlerde bulunmuştur. Bu sohbetler Yahya Efendi’nin her bakımdan olgunlaşıp yüksek mertebelere ulaşmasında vesile olmuştur.

 

Yahya Efendi, Zenbilli Ali Efendi’den iki yıl feyz aldıktan sonra Zenbilli Ali Efendi’nin vefatı üzerine 1526 yılında hocasının yerine günlük 15 akçe ücretle Canbaziyye Medresesine müderris tayin olmuştur.

 

Bu tayinle birlikte Yahya Efendi ‘Müderris’ mahlasıyla anılmaya başlamış halk arasında da ‘Molla Şeyhzade’ denilmekle şöhret bulmuş ve ebediyetine kadar’da böyle anılmıştır.

Canbaziyye Medresesi’nde iki yıl görev yaptıktan sonra terfi ederek günlük 30 akçe ücretle Hacı Hasanzade Medresesi müderrisliğine, daha sonra da 40 akçe ücretle Efdaliyye Medresesi müderrisliğine tayin edilmiştir.


H. 952/1545 tarihinde günlük 50 akçe ücret ile Emir Hasan Çelebi’nin yerine Mustafa Paşa Medresesi’ne h. 958/1551 tarihinde Garik Arabzade yerine Üsküdar’da Mihr-i Mah Sultan payesine yükselmiş,

 

h.960/1553 tarihinde de Kadızade Efendi’nin yerine Fatih Camii’ndeki ‘Medaris-i Semaniye’den birinin müderrisliğine tayin olmuştur.

 

Bu görevini başarılı bir şekilde yürütmekte iken meydana gelen bir olay Yahya Efendi’nin hayatındaki dönüm noktalarından biri olmuştur.


Devrin hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman eşi Hürrem Sultan ile Sadazam ve aynı zamanda damadı olan Rüstem Paşa’nın telkin ve teşvikleri sonucu kendisine isyan ederek taht mücadelesine girecek iddasıyla 960/1553 yılında büyük oğlu olan Şehzade Mustafa’yı Konya Ereğlisi civarındaki ordugâhta boğdurtmuştur.

 

Mustafa’nın annesi olan mahidevran Hatun’u da saraydan çıkartmıştır.

Şehzade Mustafa’nın boğdurulması olayı bütün ülkede umumi bir tesir uyandırmıştı.

Adeta milli bir matem halini alan bu teessüre Yahya Efendi kayıtsız kalmamıştır, nitekim içinde bulunduğu bu teessür sonucu Yahya Efendi padişaha olan yakınlığına da güvenerek ‘’yaptığı hareketin yanlış olduğunu bildirerek, Gülbahar Hatun’u tekrar saraya alması’’ için padişaha şefkat ve merhamet isteğinde bulunan bir mektup yazmıştı.

 

Bu hareketi Kanuni tarafından cüret ve saygısızlık telakki edilen Yahya Efendi 962/1554–55 yılında evvela müderrislikten azledilmiş sonra da günlük 50 akçe ücret ile emekli edilmiştir.

İşte bu olay küçüklüğünden beri riyazet ve tefekkürü çok seven Şeyh Efendi emekli olunca Beşiktaş’taki evi ve mescidinde inzivaya çekilmiş ve böylece bütün ömrünü bu dergâhta ilim öğretmeye, tefekkür ve zikirle geçirmeye başlamıştır.

Önce azl, sonra da zoraki emekli edilmesi karşısında üzülen Yahya Efendi duygularını’’Yevmi elli akçe ekmek alırdım, ekmeğimizi kestiler, nihayet birkaç gün çorbamızı ekmeksiz içelim’’ diyerek yakınlarına ifade etmiştir.


Sultan II. Selim 974/1566 yılında tahta çıktığında kendisine büyük saygı duyduğu Yahya Efendi’nin emekli maaşını günlük 50 akçeden 100 akçeye yükseltmiştir.

Yahya Efendi ömrünün sonuna kadar mücahede ve ibadetle vakit geçirmiş, 978/1570 senesi Zilhiccesinde Kurban Bayramı gecesinde 78 yaşında iken Beşiktaş’ daki dergâhında ebedi âleme göçmüştür.

 

Cenaze namazını, bayram namazını müteakib Süleymaniye Camii’nde devrin Şeyhülislamı olan Ebussuud Efendi kıldırmıştır.
Üveys bin Amir bin Malik el-Karani’ye nisbet edilen ‘’Üveysi Tarikatı’’nın devrindeki piri olan Yahya Efendi gördüğü bir rüyanın neticesinde dergâhın bulunduğu bugünkü mahalli kendi parası ile satın alarak burada mescit, medrese, hamam, eşevi ve misafirlerin istirahat edebilecekleri yerler yaptırarak’’Hızırlık’’ adını verdiği tam bir külliye meydana getirmiştir…

Burada uzunca bir zaman şer-i ve manevi ilimler alanındaki istidadi ve kazandıklarıyla yaptığı hizmet neticesinde

 

‘’Beşiktaşi Şeyh Yahya Efendi’’

Diye XVI. Yüzyılında haklı bir şöhrete ulaşmıştır.

Arasıra Kanuni Sultan Süleyman’a süt ve bahçe mahsullerinden oluşan hediyeler takdim eder, padişah da karşılığında altın ve gümüş dolu keseler gönderirdi.

II. Selim’in de Yahya Efendi’ ye büyük bir hürmet ve rabıtası vardı.
Yahya Efendi, dini ilimlerde olduğu gibi Astronomi, Hendese ve Riyaziye’de de çok ileri derecede bilgi sahibi idi.(alıntı)

 

 

İstanbul; Erenlerin, Evliyaların şehri diye boşuna söylenmiyor…

 

 

Nazan Şara Şatana

 

 

Kanuni Sultan Süleyman, en yüksek duruma getirmiş olduğu devletin akıbetini hayâl eder, günün birinde “Osmanoğulları da inişe geçer çökmeye yüz tutar mı?” diye derin derin düşünmeye başlar... Bu gibi soruları çoğu zaman sütkardeşi meşhur âlim Yahyâ Efendi’ye sorduğundan bunu da sormaya niyet eder. Güzel bir hatla yazdığı mektubu keşfine inandığı Yahyâ Efendi’ye gönderir... “Sen ilahî sırlara vâkıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları’nın akıbeti nasıl olur? Bir gün olur da izmihlâle uğrar mı?” şeklinde mektubunu gönderir.

Güzel bir hatla yazılmış mektubu okuyan Yahya Efendi’nin cevabı bir bakıma çok kısa, bir bakıma içinden çıkılmaz bir hâl alır:

“Neme lâzım be Sultanım!”

Topkapı Sarayı’nda bu cevabı hayretle okuyan Sultân, bir mânâ veremez. Yahyâ Efendi gibi bir zatın böylesine basit bir cevapla işi geçiştireceğini pek düşünmez. Söylenmeye başlar: “Acaba bilmediğimiz bir mana mı vardır bu cevapta?” Nihayet kalkar, Yahya Efendi’nin Beşiktaş’taki dergâhına gelir. Sitem dolu sorusunu tekrar sorar:

“Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al!”

“Sultanım sizin sorunuzu ciddiye almamak kâbil mi? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz ettim.”

“İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece “neme lâzım be Sultanım!” demişsiniz. Sanki “Beni böyle işlere karıştırma” der gibi bir anlam çıkarıyorum.”

“Sultanım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık şâyi olsa, işitenler de “neme lâzım” deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa. Fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryadı göklere çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlâl de böylece mukadder hâle gelir...”

Bunları dinlerken ağlamaya başlayan koca sultan, söyleneni başını sallayarak tasdik eder, sonra da kendisini böyle ikaz eden bir âlime memleketinin sahip olduğu için Allah’a şükreder. Yahya Efendi'ye ise bu tür tembihlerini mutlaka söylemesi gerektiğini anlatır.

İlgili mektup, Topkapı Sarayı'nda sergilenmektedir.(alıntı)

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....