Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ekim '12

 
Kategori
Öykü
 

Yalnız yıldızlar

Amcasının oğluyla nişanlanalı bir hafta olmuştu. Ağabey gözüyle baktığı bir adamın kocası olacağı fikri çok yabancıydı genç kıza. Alışmaya çalışsa da yapamıyordu bir türlü. Böyle bir şeyi aklından bile geçirmiş değildi daha önce. Ona soran da olmamıştı zaten. Söz hakkı yoktu.

Ablalarına yaptığı gibi, babası onu da kendi seçtiğiyle evlendirecekti. Çoktu akraba evliliği ailede. Mal bölünmesin diye, nice gencecik kalp mutsuzluğun tam ortasına atılıp, orada tek başına, çaresiz bırakılıyorlardı. Dinlerdi bu hikayeleri çokca ama bir gün kendi başına da gelebileceğini hiç mi hiç düşünmemişti. Aşık değildi nişanlısına ve hiç olamayacağını da çok iyi bilmekteydi. Hayallerinde hep çok aşık olup da evlenmek vardı tıpkı filmlerdeki gibi. Oysa şimdi hayallere veda vaktiydi.

Kendine en yakın bulduğu küçük ablasıyla dertleşirdi sıkça genç kız. Aşktan konuştukları bir gün şöyle demişti ablası;

_Hangimiz aşkla evlendik ki sanki! O sandığın aşkla bir tek filmlerde var. Bir de masallarda! Gerçek hayattayız biz. Acımasız bir hayatta! Aşkı meşki çıkar kafandan.  Sen de bizim gibi kaderin çizdiği yolda yürüyeceksin.

Hak vermişti ablasına Doğruyu söylüyordu. Ama genç kız henüz onaltı yaşındaydı. Keşke biraz daha kalabilseydi hayallerinin renklerinde. Biraz daha uzun hissetseydi o mutluluğu. Kendisi değil ama hayalleri özgürdüler ve hep de öyle kalacaklardı. Yağmurlar kadar hür. Yaşamak istediği ne varsa yaşardı alabildiğine düşlerinde. Nasılsa, gün gelip yüzleşecekti gerçek dünyayla. Keşke uzatabilseydi elinden geldiğince düşerine yaptığı o yolculuğu.

Oysa şimdi, kendi hakkında verilen en önemli kararı sadece seyretmekle yetiniyordu. Sevmediği bir adamla  yuva kurmaya hazırlanırken, içinde eser yoktu hep aradığı duygulardan. Hissiz, bir taş gibiydi denizlerde yosun tutmuş.

Yengesi oldum olası sevmezdi onları. Genç kız kaynanasının bakışlarında bu sevgisizliği apaçık görüyordu. Kızı gelini olarak istemediği o kadar aşikardı ki. Her hareketinde bir kusur arıyor, en ufak hatasını yüzüne vurabilmek için tetikte bekliyordu adeta. Genç kızı en çok korkutan da, böyle bir kadınla aynı evde yaşayacak olmasıydı Nasıl zorlu bir hayatın onu beklediğinden adı gibi emindi. Tutunabileceği ufacık bir çare bulsa, gözünü kırpmadan sarılırdı . Lakin geceler boyu düşünüyor, hiçbir çıkar yol göremiyordu.

Daha küçücükken şehre göçmüşler, amcasıyla ailesi köyde kalmıştı. Şehirde büyümenin farklılığı vardı. Her ne kadar kendi anası babası da çok kısıtlayıcı olsalar bile, yine de nişanlısının ailesinin tutuculuğu en üst boyuttaydı. Onlar çok daha katı kurallara sahiptiler. Giydiği sıradan kıyafetler bile laf oluyor, en masum gülümseyişi hafifmeşreplikle suçlanmasına yol açıyordu. Annesinin etkisi altındaki nişanlısı, her gelişinde daha da baskıcı bir tutum içine giriyordu ona karşı. Her şeyine karışarak, onu gün be gün ruhsuz bir varlık haline getirmeye uğraşıyordu.  Nafes alamıyordu genç kız artık. Nasıl bir karanlığa sürüklendiğini görüyor ama buna engel olmak gelmiyordu elinden. Korkutucu geleceğine her gün bir adım daha yaklaşmak yüreğini daraltıyordu. Ferahlamalıydı. Uzun, derin soluklar almaya o kadar ihtiyacı vardı ki. Sanki bir el mütemadiyen boğazını sıkmaktaydı.

Uykusuzlukla mücadele ettiği bitmek bilmeyen gecelerde, yatağından kalkıp odanın penceresini açar, gökyüzünü seyre dalardı. Bu seyir çoğu kez uzun saatler sürer, genç kız rahatlamış bir ruh haliyle dönerdi yatağına. Uykunun kollarına atılarak, güvenle gözlerini kapayabilmek için uğraşıp da bunu başaramayınca yatağından doğrulduğunda, o ilk anda her seferinde bir korku kaplardı kalbini.  Ay’ın da yıldızların da her gece gökyüzündeki yerlerini aldıklarını bildiği halde, onları gözleriyle görüp, emin olana kadar, o korku kalırdı olduğu yerde. Onları görünce, etrafını masum bir sükunet  duygusu çevrelerdi. Her gece yanında olmaları, ona aydınlık bir yol sunmaları için bildiği tüm duaları okurdu içinden.

Ekmek almaya köşedeki fırına gittiği bir öğle vakti, kaldırımda ilkokul arkadaşlarından biriyle burun buruna geldi. Neredeyse tanımayacaktı delikanlıyı ama gözler hiç değişmiyordu. Ayaküstü bir iki kelime ettiler. Liseye gittiğini anlatan arkadaşını dinlerken içi sızladı. Ne çok istemişti okumayı. Onun önünde uzanan bir gelecek varken, kendininki çoktan yokolup gitmişti. Ayrıldılar sonra. Büyük bir ihtimalle bir daha birbirlerini görmeyeceklerdi bile. Genç kızın aklında sadece, arkadaşının okulla ilgili sözleri, üniversiteye hazırlandığını söylemesi kalmıştı. Hiç ulaşamayacağı üniversite kapısı, bir an bir resim olarak takılmıştı gözlerine.

Her şey böylesi safiyane harelerle çevriliyken, iyi niyetli olmayan bakışlardan kaçmak olanaksızdı çoğu kez. Nişanlısını tanıyanlardan biri, derhal telefona yapışmış, karanlık zehirler saçılmıştı ortalığa.

_Seninki daha demin oğlanın tekiyle fingirdeşiyordu yolda.

İşte bu söz, zaten annesi tarafından her saniye vıdıvdılarla canından bezdirilen genç adamın  başlamıştı.  Ne çalışabiliyordu doğru dürüst, ne başka bir şey yapabiliyordu. Zihninden genç kıza bildiği bütün aşağılayıcı kelimeleri sıralarken ard arda, anasının ne kadar haklı olduğuydu tek düşündüğü.

O akşam kuruldu aile meclisi hiç vakit kaybetmeden. Anası, babası, kardeşleri sedirlere yerleşmiş, bir genç kızın kaderini en umursamaz halleriyle belirlemek üzere tartışırlarken, hiç birinin yüzünde en ufak bir vicdan sızısından iz yoktu. Hepsi için gayet sıradandı tüm bu yaşananlar. Henüz on altı yaşındaki bir kızın hayatı, onların töreleri karşısında o derece önemsizdi ki. Hiç sevmemiş, sevilmemiş, mutlu olmamış, hiçbir hayalini gerçekleştirecek fırsatı henüz bulamamış bir genç kızın yok olması, onların namus meselesinden başı eğik gezmelerinin yanında öylesine küçüktü ki. Orada o anda bulunan bütün yürekler atmayı bir kenara bırakmış, zalimliğin en son noktasında bekleşmekteydiler. O zavallı kız öldüğünde kurtulacak olan itibarları, hepsinin güzel bakmayı hiç bilemeyecek olan gözlerini kamaştırıyordu.

Bir ana kalbi başka renklerde değil midir diğerlerinden! Orada herkesten farklı şarkılar yok mudur!  En acımasız kararı vermek için can atan kaynananın kalbinde yoktu. Nefretin soluk kıvılcımlarının gezindiği gözleri oğluna odaklanmıştı sadece.

_Nasıl gezecen bu arla? Oğlum demem sana bilesin! Sütümü helal etmem! Nişanlın kendine oynaş tutmuş, sen hala burada oturuyon. Namusunu temizlemeyen ere er mi denir!

Genç adam ona o güne kadar öğretilmiş erkeklik gururunun damarlarından çekildiğini hissediyordu. Sanki vücudundaki bütün kan boşalmaktaydı yavaş yavaş.  Anasının sözleri her bir yanına hançerler gibi saplanırken, git gide daha da küçülüyormuş gibi geliyordu.

Babasına baktı küçük bir oğlan çocuğunun yardım dileyen gözleriyle.  Hiç konuşmuyordu adam. Onun yerine anasının nefretle dolu sesi çalındı kulağına;

_Yarından tezi yok gidiyoruz. O kaltağı gebertmeden başımız dik gezemeyiz gayrı!

   Annesi, nişanlısının geldiğini söyleyince istemeye istemeye gitmişti yanına genç kız. Genç adamı ayakta onu bekler buldu.

_Anamgiller arabada bekliyo. Biraz alışveriş yapalım dedik.

Geri geri gitmesine rağmen ayakları, yine de bindi o arabaya. Hepsinin suratı asıktı, bakmamışlardı yüzüne bile. Hava kararırken, arabada şehir dışına doğru ilerliyordu.  Bir ürperti sardı her yanını. Bir şeyler olacağını hissetmişti. Issız bir yol kenarında arabayı durduran nişanlısı, kolundan tuttuğu gibi indirdi aşağıya onu. Sürükleyerek ana yoldan uzaklaştırmaya başladı. Kız bağırıyor, çırpınarak kurtulmaya çalışıyordu boş yere. Nihayet, kuytu bir yere geldiklerinde, onu yere doğru fırlattı. O sırada, arkalarından gelen nişanlısının kardeşlerini de farketti ve ellerinde parlayan bıçakları.  Dehşetle açılmıştı gözleri. Çığlıkları ağaçların dallarına çarpıyor, onları duyacak birini arıyorlardı. Yoktu kimse.  O anda yeryüzünde kimse yaşamıyordu. Adamlar rastgele saplıyorlardı bıçakları. Ayaklarına, kollarına, karnına……

Ona çok uzun gelen bu vahşet, sadece birkaç dakika sürmüştü.  Yoruldular. Her yanı kanlar içindeki kızı bırakıp, döndüler arabaya.  Anası, “Sana şöyle ehli namus bir kız bulurum aslanım!” diyerek, sırtını sıvazlıyordu oğlunun.

Genç kız yatıyordu yerde. Doğrulmak istese de, yetmiyordu gücü. Bağırmaya çalışıyor, sesi çıkmıyordu. Gökyüzüne doğru kaldırdı gözlerini. Ay da, yıldızlar da oradaydılar. Her şey, hala alabidiğine masumdu.

SON                                              

 
Toplam blog
: 58
: 1128
Kayıt tarihi
: 26.07.12
 
 

Anadolu şehirlerine özgü o sıcaklığı havasında barındıran Tokat'da, büyük bahçeli bir evde doğdum..