Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Aralık '14

 
Kategori
Futbol
 

Yarım kalan hikâye Alex

Yer Fenerbahçe Stadı...

Hava ancak, annelerin dışarı çıkan çocuklarına, "üzerine bir şey al, üşüyeceksin" dediği kadar soğuk. Takvimlerde Ağustos’un kalan yaprak sayısı bir elin parmaklarını geçmezken, günlerden haftanın en güzel günü; Cumartesi...

Tribünlerde yediden yetmişe on binler var ama Kadıköy’ün en son ne zaman bu kadar “bayram yeri” olduğunu hatırlayan kimse yok. Eski zamanlarda bilet almak için erken saatlerde stadın yolunu tutan taraftalar bu kez biletleri ceplerindeyken aynı işi yapmış, biletsizler ise bir mucize olmasını bekleyerek, en kötü ihtimalle “bu ortama ne kadar yakın olsam o kadar iyi” diyerek Saraçoğlu’nun kapılarına dayanmış. Neticede tribünlerde atılan iğne yere düşmezken stadın çevresi de bir o kadar kalabalık, Cadde’de her yer hınca hınç dolu.  

Sahanın içi, dışına kıyasla oldukça “normal”. Bir grup sarı lacivertli futbolcu aralarına aldıkları iki arkadaşına topu kaptırmadan paslaşmaya çalışırken onlara kıyasla daha küçük bir grup, bir yandan kalecilerini ısıtırken diğer yandan şut tekniklerini geliştirmeye çalışıyor. Rakip takım futbolcularından, atmosferin elektriğine kendini kaptırmayıp ara ara tribünleri seyretmeyenler de sarı lacivertli meslektaşları gibi maç için ısınma çabasında. Fakat doğrusunu söylemek gerekirse futbolcuların saha da ne yaptıkları tribünlerin pek de umurunda değil. Hatta ısınma sırasında yarı sahanın ortasından çekilip kalecinin müdahalesine rağmen iki direğin kesiştiği yerden ağlarla buluşan top dahi dikkatli birkaç kişinin alkışı dışında tribünlerde hiç yankı bulmadı.

O an tribünlerin tüm odağı, sahanın kenarından futbolcularını dikkatli gözlerle izleyen arada bazılarının ismini söyleyip onlara uyarılarda bulunan, onu görmediğimiz zamanlarda var olanların derinleşmesinin yanı sıra, yüzüne birkaç yeni kırışıklık daha eklenmiş ve saçı kafası ile ayı şekilde uzamış tanıdık bir sima; Alex De Souza.  

Bugün, takımlarının 2004’ten sonraki sekiz senesine tanıklık etmiş ve doktorlarının bir günde, sebepsiz yere ve hiç hoş olmayan bir şekilde takımdan ayrılmasına gözyaşı dökmüş Fenerbahçe taraftarlarının umutla ve inançla bekledikleri, dileklerinin kabul olduğu gün. Ağabeyleri Cihan, Lefter ve Can ile tribünde yerini alan on yaşındaki Fikret’in babasına dönerek “baba biliyor musun Alex duvarımdaki posterine pek de benzemiyor”  dediği gün de bugün; ki o baba birkaç yıl önce arkadaşlarına istek ve itirafla dolu şu sözü söylemişti: “yaşım ilerledi, artık olmaz ama bir oğlum daha olsa onun adını mutlaka Alex koyardım”.

Bugün Maraton’un sağ alt köşesindeki beton, demir ve koltukların dile gelip şarkılar söylediği, kale direklerinin gülümsediği, tüm stadın dışarıdan bakınca bir kaya kadar sabit ama aslında içten içe sevinçten yerinde duramadığı gün.

Maç bitti.

Çubuklular kazandı.

Saraçoğlu’da istisnasız her dudak kulaklara yakın, her gönül huzurlu, hür yürek tatmin.

Maçın son düdüğünün üzerinden bir devre süresi daha geçmiş olmasına rağmen tribünler “profesör”lerinin soyunma odasına gitmesine izin vermiyor; bıkmadan, usanmadan ve aralıksız bir şekilde onun adını haykırıyor, bir yandan onu tekrar aralarında görmelerinin sevincini yaşarken diğer taraftan jübilesiz gidişine gösteremedikleri hüznü bugünkü mutluluklarıyla telafi etmeye çalışıyor.  Alex ise başlarda soğukkanlı alkışlarıyla yanıt verdiği bu yoğun duygu seline daha fazla dayanamayıp gözyaşlarına hâkim olamıyor, akına buradaki onlarca golü, sevinci, sonra vedası, hasreti ve nihayet bugünü gelince, yanaklarından süzülen gözyaşlarına derin hıçkırıklar eşlik ediyor, kendisine destek olmak için tribünden koşarak gelen hayat arkadaşı Dianne’a sarılıyor, yıllarca sabır, inanç ve umutla beklediği bu anı yaşadığı için Tanrı’ya şükrediyordu.

Fenerbahçe’nin adı çok duyulmamış ve futbolu profesyonellere bırakmış başkanı tribünün kendine ayrılmış bölümünde tüm olan biteni tüyleri diken diken izlerken, bu anları tıpkı maçın kendisi gibi canlı yayınlayan televizyonlar sayesinde, Alex’in Türk Bayraklı fotoğraflarını, şehit isimleriyle dolu tişörtünü, Erzurum’da maç sonunda Selçuk İnan’la orta sahadaki kucaklaşmalarını kızı Maria’nın Türkçe şarkılarını ve onun diğer yüzlerce sıcak karesini hatırlayan her futbolsever, belki de kendilerine en çok çektiren rakip futbolcunun bu tarihi anlarına şahitlik etmekten kendilerini alıkoyamıyordu.

Alex o gün maçın kaç kaç bittiğini ve eve nasıl geldiğini hatırlamıyordu. Hatta Türkiye’de doğan kızı Antonia (namı diğer Anatolia) koşarak ve Türkçe kelimelerle “babacığım, bugün her şey çok güzeldi” diyerek Alex’in kucağına atlarken ayağına bastığındaki acıyı hissetmese tüm yaşananların gerçekliğinden dahi şüphe edecekti. “Evet kızım” dedi Alex “çok güzeldi ve çok daha güzel olacak.”

can.nizamoglu@gmail.com         

 
Toplam blog
: 788
: 1417
Kayıt tarihi
: 11.11.07
 
 

Çoğu çocuk gibi ben de futbolcu olmak istedim, olmadı. Bu oyundan kopmamak adına üniversite yılla..