Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Eylül '16

 
Kategori
Deneme
 

Yarın ne olacak...

Yarın ne olacak...
 

Sabahları okula bıraktığım bir torunum var. Erken saatte yan yana iki ayrı eğitim kurumunun ayrı giysileri içindeki bir uykulu saati neşe içinde yükselen gürültüleriyle renklendiren bir genç kalabalıkla karşılaşıyorum her gün. Onu bıraktıktan sonra arkasından bakıyorum bir süre içim kabararak ve diğerlerinin. Ne olacak bu çocuklar diye düşünmeden yapamıyorum. Birisi “umut varsa yarın bekler” demiş. Umut var mı, yarın bekler mi bilemiyorum. Ne dersiniz?...
 
Sonra,özellikle son günlerde içimizi onarılması son derece güç acılarla kanatan gelişmelerin karamsarlık bulutlarını dağıtmaya çalışmanın, ama üstesinden gelememenin karamsarlığında kırılgan bir gün başlıyor. Sonra kendi çocukluğum geliyor aklıma. Umudun olduğu, yarının bizi beklediğini sandığımız günler. ”İmtiyazsız, sınıfsız bir milletiz” vurgusunun yoksullukta, üzerimizdeki önceleri siyah, sonraları gri Sümerbank kumaşından önlüklerde, gaz lambalarında, ayaklardaki “Gıslaved” kara lastiklerde, kara sabanda ortaklaştığı günler. Uzun sürmüş görkemli bir imparatorluğun son günlerindeki bitmek bilmez savaşlarına ve kurtuluşun “ateşle imtihan” günlerine sayısız genç ölülerini alın teri gibi akıtmış güzelim Anadolu. Sonra bir ilkokul şarkısı: Orada bir köy var uzakta…
 
Gitmesek de, görmesek de o köy bizim köyümüzdür, diyerek yabancılaştığımız, yabancı
laştırdığımız o köylerin dağları bu günlerde onlarca genç insanımızın kanlarıyla sulanıyor. ”Cumhuriyetin tunç siperi” genç göğüslerde bitmek bilmez kan çiçekleri açıyor durmadan.”Kanla, irfanla kurduk biz bu Cumhuriyeti” övüncü yerini "irfanı bir yana bırakarak" cumhuriyeti kanla korumaya bırakıyor. Biz nerede yanlış yaptık diye sormuyor kimse. Ölümü kanıksamış bir toplumun, ölümün nedenlerine engel olmak yerine, onu kutsayan, onun üzerinden vicdan sektirmesi yaparak kendisini haklı çıkarmaya çalışan bireyleri oluyoruz giderek. Daha dün değil mi, yerlerine okul, hastane yapıyor olmakla övüneceğimiz yerde, dört yıldızlı otel konforunda F tipi hapisaneler yaptık diye övündüğümüz? Daha dün değil mi, oralarda yüzlerce genç insanımızı açlık grevlerinde, ölüm oruçlarında ölüme verdiğimiz, onun beş fazlasını geri dönülmez bir şekilde sakatladığımız, daha dün değil mi?
 
Devlet kuşkusuz soyut bir varlıktır. İnsanları için vardır. Kutsalsa eğer, kuşkusuz bir varlık olarak insan, onun onuru ve yaşam hakkı daha kutsaldır. Ve devlet bunun için var olmalıdır! Ben kendi coğrafyasının bir bölümüne kendi memurunu, polisini, askerini, hakimini, doktorunu zorunlu olarak, zorunlu "şark hizmeti" adı altında göndermeyi bir türlü anlayamadım. Şimdi ne yazık ki devlet, zorunlu olarak hizmet götürmeye çalıştığı o coğrafyada zorla var olamaya çalışıyor.
 
Ve her gün o coğrafyadan Türk, Çerkez, Kürt, Laz genç insan ölüleri, sayıları giderek çoğalarak, tarifsiz acılar içinde umutları tükenmiş aileleri çoğaltarak ve giderek daha fazla sayıda insanımızın yüreklerini kanatarak al bayraklara sarılı tabutlar içinde güzelim Anadolu’nun her köşesine dağılıyor.
 
Barıştan söz ediyoruz. En başta teröre karşı çıkmadan, arkadaki oyunu görmeden, hedefi belli sinsi bir kanlı girişimi göz ardı ederek barıştan söz etmeyi, barışı istemeyi hak ediyor muyuz diye sormuyoruz. Acımasız düşünsel bir katılığın, elinde silah ve insan öldürerek barıştan ve özgürlükten dem vurmasını anlıyamıyorum. Özgür olmayan beyinlerin, yüreklerinin de özgür olamayacağını, yanlışı savunmakla barışa ulaşılamıyacağını görmemelerini de. Biz hala sınırları kanla yeniden çizilmeye başlanan bir coğrafyada, bu ülkenin güzelliklerini tüketerek, yaralayıcı bir kanıksama içinde suyunu bitirip, ormanlarını keserek, yolsuzlukları çoğaltıp bilimselliğe ve evrensel değerlere sırt dönerek, umudu azaltıp yalnızca bayrakların boyutunu büyütüyoruz durmadan. Yaşamın güzelliğini, yaşam hakkının kutsallığını savunacağımıza, emperyalizme, yoksulluğa, haksızlıklara karşı çıkmadan, giderek artan genç ölümleri görmezden gelerek barıştan yana saf tuttuğumuzu sanıyoruz.
 
Yolunuz bir gün sabah saatlerinde okul önlerine düşerse şöyle bir durun. Giden çocukların arkasından bir bakın. Aklınıza sormaktan korktuğunuz soruları vicdanınıza sorun. Orası size doğru cevabı verecektir. Hem belki rahatlarsınız da, kim bilir? Sonra düşünün, çocukları düşünmek sizi rahatlatır. Onları düşünmek yaşamı düşünmektir. Hem onların umutları var. Yarın onları bekliyor, onlar da yarınları.
Engellemeyin...
 
 
Akın Yazıcı
29 Eylül 2016/İzmit
 
 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..