Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Ocak '14

 
Kategori
Siyaset
 

Yaşananlara da ayna olabilecek, tarihten çok ciddi bir yaprak

Tarih hep tekerrürden ibarettir. Ve maşa olarak hedefinde hep, okumuş ve her konuda hiç bilgisi olmayan ama fikri bol, zikri bol eblehler, salaklar dangalaklar vardır!.. Onların da hedefinde hep, mutlaka kıvamında bir suçlama ile esasen sebepli sebepsiz infaza müstahak, Başefendiler bulunmaktadır!..

İttihat ve Terakki Partisi, tüm tarihi boyunca, Osmanlı aleyhine olan ve akla gelen her türlü herzeyi yedikten sonra, büyük bir maharetmiş gibi, Sultan Abdül Hamid Efendi’yi de devirmiş, bu vesile ile bu işe büyük katkıları bulunan İngiliz’lerin, Beyoğlu’ndaki sefarethanesine, seçkin bir heyyet de, Büyük elçiden takdir ve tebrikler almak için, kendisini ziyarete gitmişti. Bu heyyeti üçüncü katip karşılamış, ön kabul salonuna almış, Katip Efendi çekilmiş, Sefir Beyefendi beklenilmeye başlanmıştı. Bu sırada bir hizmetkâr gelerek, heyyettekilere ikramda bulunmak üzre, beylerin kahvelerini nasıl alacaklarını sormuştu. Protokolda ağır hakaret olarak kabul edilen, bu abes misafirperverlik gösterisi üzerine, heyyettekiler birbirlerine bakınmış, Hizmetkâra Kâtip Efendi ile görüşmek istediklerini söylemişlerdi. Üçüncü Kâtip geldiğinde, kendisine Büyük Elçinin nerede olduğu sorulmuş? Cevaben de, Elçi Hazretlerinin biraz rahatsız olduğu ve heyyeti kabul edemeyeceği bilgisi kendilerine verilmişti. Soğuk duş almış gibi, kendi kendilerine rezil olan bu heyyet, bunun üzerine İngiliz sefarethanesini, kendi sefillikleri ile birlikte terk etmişti. O gün bu heyyetin için de, maalesef Filozof Rıza Tevfik Beyefendi de vardı.

 

Bu olaydan belli bir süre sonra, Çanakkale zaferi kazanılacak, Momdoros Mütarekesi yapılacak, bu mütarekeye göre, Osmanlı Ümmeti millet olarak, Türklerin yoğun bulunduğu yerlerde, kendilerine bir de ülke kuracaktı. Okumuş cahiller, bu işlerin böylece ve kolayca olacağını zannediyordu. Ne hazindir ki;  Çanakkaleyi topla tüfekle geçemeyen düşman armadası, belli bir süre sonra  boğaza demirleyecek ve şeklen bu abes hareketine karşı, bir bahanesi de, kendine bile bir yararı dokunmayan İttihat”çı”ları yakalayacak, ülkeyi bu müsibetlerden kurtaracak olması iddiası olacaktı. Bu sebeple, İttihatçılar çil yavrusu gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasına parçalanmasına sebep oldukları, başka köşelerine kaçmışlardı. Yunan da bu karmaşada, İzmir’e çıkartma yapmıştı. Ve bütün bu senaryoyu seyreden okumuş dangalaklar da, ancak ve neden sonra, durumun fevkalâde azametli vahametini kavrayabilmişlerdi. Rıza Tevfik bey de bu sebeple kaçmış olduğu Mısır’daydı. Yoksulluk içindeydi. Ne yapacağını bilemez bir haldeydi. Ve tek emeli de oğluna müfid olabilmek, Onu okutup, adam edebilmekti. Ancak bunu yapabilecek hiç bir imkânı da yoktu. Hep olduğu ve hep olacağı gibi: Devrim kendi yardakçılarının başını yemekteydi. Rıza Tevfik Bey, bu konu üzerinde çareler ararken, merkeze alındığını öğrenmiş olduğu ve kendilerine o mahut günü yaşatan İngiliz Büyük Sefiri geldi aklına. Oturup kendisine bir mektup yazdı. Ve müemmen bir istikbâl için gereken tahsil konusunda, oğluna her türlü manada burs sağlayıp sağlayamayacağına dair, kendisine recada bulundu.

 

İki ay sonra Rıza Tevfik Bey, Büyük Seferden, kendisi ile oğlunu İngiltere’ye davet eden, kısa bir mektup ve iki vapur bileti aldı. Telâşla hazırlanıp, yola koyuldular. İngiltere’ye vardıklarında, Sefir Bey Rıza Tevfik Beye, oğlunun okul ve iyaşe ibate bursunu sundu. Bir gün sonra delikanlı leyli meccanî bir okula başlamıştı bile. Sefir Bey bununla da kalmayıp, Rıza Tevfik Beyin içi rahat edene, oğlunun halinden ve istikbâlinden emin olana kadar, İngiltere’de kendisine gösterilen otelde, misafireten kalmasını da reca etti. Yaklaşık Bir ay kadar, bu nazik misafirperverliğe icabet eden Rıza Tevfik Bey, Arık İngiltere’den ayrılmak istediğini Sefir Beye bildirdiği zaman, Kendisi Rıza Tevfik Beyi bir veda yemeyiğine davet etti. Bir gece sonra Sefir Beyin kâşanesinde birlikte yemek yemekteydiler. Rıza Tevfik Bey uzun zamandır merak ettiği İki sualini, yüzünü kızartıp, Sefir Beye,

 

“- Muhterem Sefir Hazretleri, hep merak etmişimdir. Heyyetimiz ile ziyaretiniz için sefarethaneye son olarak geldiğimiz gün. Zat-ı Aliniz neden bizleri kabul buyurmadınız? Şimdi ise, Size ebediyen borçlu kalacağım vüsatte, bana ve oğluma karşı büyük bir lûtufda bulunuyorsunuz. İstanbul’daki davranışınızla kabil-i kıyas olmayan bu davranışınızın izahı konusunda da, acaba Zat-ı Alinizden bir açıklama alabilirmiyim?..” diye sormuştur.

 

Sefir Bey, büyük bir içtenlikle: “- Sayın Rıza Tevfik Beyefendi, şahsen Size muber değilim. Kaldı ki; Size karşı filozof olmanız hasebi ile muhabbetim de vardır. Söz konusu burslar, zaten ihtiyacı olanlara dağıtılan üst seviye burslardır. Bunu da temin etmek benim için çok zor değildir. Dolayısı ile Size ve oğlunuza karşı abartılacak bir şey yapmış değilim. Ben de bir babayım. Sıkıntınızı anlamamam mümkün değildir. Bu işi eski bir dostun, dostuna her zaman yapabileceği şahsî bir yardım olarak kabul buyurmanızı reca ederim. Bu mes’elenin resmî hiçbir yanı da yoktur tabii...”

 

Sefir Bey bunları söyledikten sonra, sesindeki sıcaklığın yerini, bir aristokrat soğukluğu alarak, “- İkinci sualinizin cevabı ise, tamamen resmi bir cevaptır. İngiltere Krallığı Dünya siyasetini her daim şekillendiren ve şekillendirecek olan bir Büyük Krallıktır. Bu sebeple de, her ülkede kendisine yardımcı olabilecek, iş birliği kurulabilecek olduğu, bazı yandaş ebleh fertler arar. Onları bulduğu zaman da, Onlar ile yoluna devam eder. Ancak, Sultan Abdül Hamit Efendi’nin saltanatına, Sizlerle birlikte son verirken, açıkça gördük ki; Sizler aradığımız kıvamda ebleh değil; düpedüz salak insanlarsınız. Bu sebeple de Sizlerle yollarımızı ayırmayı, Büyük İngiltere İmparatorluğu için, çok daha hayırlı gördük!..”

 

Fazla söze bilmem gerek var mı? Fatih’ten, III.Selim’den, Abdülhamit’den, Gazi’den, Menderes’ten, Özal’dan ve bu arada halledilen, herbiri gübahsız, diğer zevattan bu yana, bu filmi acaba kaçıncı def’adır, seyrediyor ve aynı salaklıkları yapmaya ısrarla devam ediyoruz?!. İnsan her On yılda bir, aynı kazığı iştahla yiyorsa, zaten bu hâli izaha, hiçbir sözlükte bulunabilir tek söz yoktur.  Ancak bu sefer bu bilindik filmde, çok ufak ama çok ciddi bir fark var. Burnundan kıl aldırmayanların karşısında, “-Biz Başbakanımızı yedirtmeyiz!..” diyen %50’nin üzerinde bir halk kitlresi var. Çünkü, kendini elit zanneden ama pelit bile olamayanların, başkasının da maşası olarak, bu kelle alma adeti, Yedi’den Yetmiş’e herkesin canına fazlası ile tak etmiş durumda. Yani “-Yeter artık!.” deniliyorsa. Bence de yetmelidir. Zîra bunca katledilmiş günahsız insan karşısında, her insanda arlanmak, utanmak, hatta kendine rezil olmak gibi, bir akıl ve ahlâk olur...

 

Haydar Volkan

Kozyatağı: 06.01.2014

 
Toplam blog
: 148
: 492
Kayıt tarihi
: 04.02.09
 
 

Haydar Volkan: 21.05.944 Rebabi bestekar Sabahaddin Volkan ve Piyanist Mukadder Volkanın oğlu olar..