Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Mart '07

 
Kategori
Doğal Hayat / Çevre
 

Yaslı, yaşlı yalnız çorç' un (George) öyküsü

Yaslı, yaşlı yalnız çorç' un (George) öyküsü
 

Dolaşırken kanallar arasında bir akşam odamda, rasgele bir yerde takıldım kaldım. Yeni kıtanın batısından adalardan, yalnız çorç’tan söz ediyordu mikrofonlu adam. Buruk, sakin utangaç. İşaret etti bol yapraklı ağacın gölgesini. Ekranı kapladı hüzünle, uzun buruşuk boyunlu cüsseli. Dile getirdi, kelimeler kullanmadan çektiği çileleri yıllardır yaşlı Çorç’un yaşlı gözleri. Kalbim kevgire döndü, damarlarımdaki gel-gitten. Koşarak gitmek istedim yanına. Severek armağan ederdim yoluna ömrümden birkaç yılı. Gerek kalmadı fedakârlığıma.

Bakışları hortum gibi çekti, ruhumu bir anda zapt etti.
Kendimden daha yakındım ona. Sarılmak geldi içimden.
Kulaklarımı çınlattı sessiz cümleleri: Yaklaşma! Dokunma! Dinle yeter!
İnsan, insan kokuyorsun! Bu benim için ölümden de beter!

Kurdun kuşun sevgisiyle dolup taşsan da buna kaplumbağalar dâhil olsa da, aramıza mesafe koymak zorundayım; yalnız Çorç benim adım. Anam babam akrabalarım vardı bir zamanlar. Aslında kimsesiz değildim. Dedelerim anlatırdı, dedelerinin Galapagos adalarına nasıl geldiklerini. Çocuktum delikanlılığa aday. Âşıktım okyanusta oynaşan balinalara. Seyrederdim bıkmadan.

Bilirdim yaşamda tehlike vardı. Doğanın bir kanunu. Korku ve kâbus, ansızın ufukta beliren kara gölgelerle birlikte geldiler. Aydınlığımızı yok etmeden, karanlıklarına dönmediler.

Bir illetti aramıza dadanan, iki ayaklı pis kokulu acımasız! Balilerin şarkıları ağıtlara, sohbetleri yakarışlara dönüştü. Koyu maviydi deryanın bir zamanlar rengi, şimdi kızıla boyanan.

Vahşet iliklerine işlemiş, namert gözü dönmüş, merhametsiz avcılardan kaçamadılar. Karaya da attılar kancalarını gelmez olasıcalar.

Elleri kolları bağlı kardeşlerimi sırıklara astılar! Soyum sopum diri, diri aç susuz sırt üstü korsanlara taze konserve, gemilerin ambarında beklediler ölümü!

Günlerim saklanmakla geçti bundan böyle, yıllarca deliklerde. Tek arkadaşım gagalı, gözleri keskin iri yarı ve kanatlı. Allah şahit inanılmazdı anlattıkları. Suda oynaşanlarımı, soydaşlarımı tüketmişti yağmacılar.

Fermanları fes edilmedikçe kaçış yoktu ellerinden. Bıraktım saklambaç oynamayı, kaybedecek bir canım kalmıştı, var mıydı? Onu yitirmeyen bir canlı! Başladım ortalıkta gezinmeye, korkusuz sorgusuz aheste, aheste. Merhamete gelmiştir sandım, yılların ardından, kızları oğulları insanoğlunun hiç biri yan gözle bakmayınca.


Sırıkları yoktu artık sırtlarında, çok daha iyi donanmışlardı. Zehirli iğneler, tüfek tabanca, neye kime karşı savaştıklarını, utanırsın sormaya!

Kendi başlarına, yürüyerek yüzerek isteyerek gelmemişlerdi. Adanın yeni sakinleri, onları gemilerle getirmişlerdi atalarımı tüketenlerin sülâlesi.

Maksat okşamak değil, faydalanmaktı elbet. Keçinin keçesi, eti sütü bu bir gerçek, daha sonra başları boş kalınca tırmanmışlar uygunsuz yerlere üremişler gönüllerince yaban ellerde.

Amilere (Amerikalılar) ne demeli adaya gelirken kedileri peşlerine takmışlar, evlerine dönerken başlarından atmışlar. Kedicikler ne yapsınlar? Sahipsizlik, açlık kolay değil! Onlar da sürüngenlerin yavrularını yutmuşlar.

Turist falan gelmez korkusu. Mantıklı? Kocaman mazeretler.

Böylece katliam başlatılmış. Üst düzeyde teknolojik donanımlı.

Tarih tekerrürden ibarettir, buna inanmayalım mı?

Kaçamamış güzel gözleri, güzel tekirin gece dürbününden ele vermiş saklandığı yeri. Kırmızıya boyanmış boynuzları, sinyal yayan kolyesi; bilmeden tuzağa düşürürmüş kardeşlerini jüdas keçisi.

Gerine gerine demeçler vermişler: Sorumsuz sorumlular! demişler.

‘Ne o sararıp soldun? Sen istemedin mi? Öykümü dinlemeyi, öndekiler nereye giderse takip eder onu arka tekerlekler. Akıtma boşuna gözünün yaşını, olanları olacakları değiştiremezler. Direnebilir miydik? Bir kez denemedik karşı koymayı, bazı düşünceler süslüyor düşlerimizi. Altın madalya az gelir, dünyayı asmak yakışır felsefesi özürlü faninin boynuna!

Ve bana bir yavuklu bulmak uğruna ne kadar çırpınsalar da yetmiyor yaraları sarmaya. Su hava bitki hayvandan yoksun yıldızlar var sizlere uygun, giderseniz kim ağlar arkanızdan üzgün, üzgün!

Ama sen! Bükme boynunu dönerken evine. Vaktin dolduğunda bir yer bulmaya çalışırız bizim cennetimizde’

Ne diyebilirdim, beni dinlemek istemediğinden emindim. Ona göre hızlı bana göre yavaş, yavaş sırtını dönmüştü bile.

Çok eskiden bir komşumuz bahçesinde kaplumbağa beslerdi. "Kaplumbağalar havlamaz ve duymazlar" derdi.

İster duysun, ister duymasın yaslı çorc’un arkasından seslenmeliydim. Lonesome George! Saymakla bitmez eksiğimiz, her yaratıktan bir parça olsa da içimizde; Yine de mükemmel değil genlerimiz.

Kökümüz kurur dayanamaz, desteğinizi esirgerseniz. Çözemedi bu gerçeği hâlâ çoğumuz. Bir yandan yapıyoruz derken, yıkıyoruz yakıyoruz diğer yandan.

Yüce bir arada yaşamamızı istedi; vardı onun mutlak bir bildiği.

Dua et! Ya teslim etseydi kısıtlamadan dünya düzenini ellerimize;
Batmıştı yer küresi şimdiye!
Gitme! Dur! Dinle! Söz verdin unutma!
Görüşelim sizin cennetinizde!

 

 

 

 
Toplam blog
: 584
: 853
Kayıt tarihi
: 01.03.07
 
 

Dinleyenin olmadığı yerde anlatmanın önemi! Nasıl YAZAN oldum. 'Yalnız doğar, yalnız göçer' eskile..