Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Mayıs '16

 
Kategori
Öykü
 

Yaşlılık hastalıklı adam

İlçenin tam orta yerindeki parktaki banklardan birisine oturdu adam. ”Şimdi bir yerlerden çıkar gelir. Yanıma oturup konuşmaya başlar” diye düşündü. Epeyi bir zaman geçti. Gelen giden olmadı. Garibine gitti adamın.”Acaba öldü mü” diye düşündü.” Seksen dört yaşında olduğunu söylemişti.
 
Geçen yıl, bu saatlerde yine ortasında fıskiyeli büyük havuzu olan bu parktaydı. Seksen yıl önce yapılmıştı bu park yeri. Her yanı, ulu ağaçlar çevirmişti.
 
O adam yanına gelmiş ve “Selamün aleyküm” deyip oturmuştu. 
 
O da onu selamlamıştı.
 
Adam, bir süre deli gibi boş gözlerle çevreye bakınmış; sonra ona dönüp anlatmaya başlamıştı.
 
Cumhuriyetin ilk yıllarında doğmuştu.
 
O zamanlar yeni açılan meslek lisesine gitmiş bitirdikten sonra bir matbaada çalışmaya başlamıştı.
 
“Askere gitmeden önce bir meslek edineceksin. O zaman askerlik kolay olur. Dağda bayırda gezmezsin. Askerde de  mesleğini yaparsın” diyordu.
 
Ona da öyle olmuş. Ankara’da bir askeri matbaada askerliğini tamamlamış.
Yugoslav göçmeniydiler. Sarıya yakın saçları vardı. Çoğu beyazlamıştı.
Askerden sonra, bu ilçeye geri dönmüştü. Bir süre sonra, ailesinden aldığı borç para ile ilk matbaasını kurmuştu. 
 
Yıllarca çalışmış, ekmeğini bu meslekten çıkarmıştı.
 
İlçede tek olduğundan, zenginlemişti bile.
 
Bin dokuz yüz elli beş yılında; ilçede üniversite kurulmuştu. Üniversitenin ilk rektörü, onun matbaasına gelmiş ona üniversitede maaşlı matbaacı olarak çalışmasını önermişti.
Böyle bir işe gereksinimi yoktu. Ama,  yeni bir üniversitenin kuruluşlunda ,matbaacı olarak da olsa yer almak ona çekici gelmişti. Hele, onun gibi göçmenler için bu şereflerin en büyüğüydü. Öneriyi kabul etti.
 
Yıllarca o matbaada çalıştı. Matbaayı kurdu ve geliştirdi..Ülkenin tek üniversite matbaası yaptı neredeyse. O nedenle de çok iltifat gördü.
 
Sonunda, yaş haddinden emekli ettiler onu. Oysa, o daha çok çalışırdı. Ama devlet baba dinlemiyordu.”Bugün gel deseler gider, matbaada çalışırım” diyordu.
 
Başka matbaacılar da tanımıştı adam. Bitmeyen meslekler vardır. Seksen yaşına  girse bile o kişiler matbaa makinalarının başında ve mürekkep kokuları arasında çalşımak isterlerdi.  
 
Emeklilikten sonra, damadı ona bir matbaa açmayı önermişti. 
 
O sermayeyi koyacak ve yaşlı adam matbaayı çalıştıracak ve işi damadına öğretecekti. Kabul etmiş ve işe girişmişti.
 
Damadının kurduğu matbaa halen çalışıyordu ama artık onu oraya sokmuyorlardı. Yaşlanmıştı. 
 
Oysa o yaşlandığını kabul etmiyordu. Ama bu arada elleri hafif hafif titriyordu. Belki de o bunun ayrımında değildi.
 
Bir süre sonra kırk yaşlarında birisi geldi ve “Gel baba eve gidelim artık” dedi. Adamla vedalaştılar.
 
Bir hafta sonra yine günlük alışılmış yürüyüşlerinden birinde o parka gitti adam. Banka oturur oturmaz, yaşlı adam yanımda bitti.
 
Selamün aleykümden sonra, ayni öyküyü kelimesi kelimesine anlatmağa başladı. Sabırla dinledi. O, kendisi  kimdi,  ne iş yapardı, orada ne işi vardı. Bunları hiç sormuyordu. Kurulmuş makine gibi, ayni öyküyü anlatıyordu. Sabırla dinledi yaşlı adamı  ve bir süre sonra kalktı ve yürüyüşünü sürdürdü.
 
Benzer bir olay sonraları Çandarlı’daki yazlıkta başıma gelmişti. Üstlerindeki katta oturan bir emekli hava albayını Çandarlı’dan Dikili’ye götürecekti. 
Adam iyice yaşlanmıştı.
 
Seksen dört ya da seksen beş yaşında olmalıydı. Öyle diyordu.
 
Otomobiliyle yarım saat içinde onu Dikili’ye götürürken üç kez aynı anısını anlatmıştı ve adam  da sabırla dinlemişti onu. Ne de olsa alışkanlığı vardı!
 
On gün kadar sonraydı. Yine aynı parka gitti adam. Yine yanına geldi o yaşlı adam. Onda ne bulmuştu acaba diye kendi kendine düşünüyordu.
 
Yine aynı öyküyü anlatmağa başlayınca bu kez sonuna dek dinleyemedi. 
Özür dileyerek yanından ayrıldı.
 
O lanet olası adı bile zor söylenen hastalığa yakalandığını düşünmeğe başlamıştı. Alzeimer mi ne diyorlardı. Eskilerin, bunaklık ya da daha eskilerin ateh dedikleri şey. Daha hastalığın başında olmalıydı. 
 
İleri aşaımalarda  bilinç tamamen yok oluyor, yakınlarını bile tanımıyor ve dayanılmaz pislikler bile yapabiliyorlardı. 
 
Eh o da az sayılmazdı yani. 
Altmışlı  yaşlarına girmişti. Onda da unutkanlıklar başlamıştı. Neyse ki daha henüz aynı anıları kırık plak gibi anlatma aşamasından uzaktı.
 
Belki de,gelecek yıllarda  o adam da bu parka gelip kendinden gençlere mesleki anılarını anlatırıdı kim bilir! 
 
Parktaki diğer emekliler gibi politika tartışması yapmaktan iyidir.
Ne denli ve neden yaygınlaştı bu berbat sayrılık böyle...
 
Y A Z A N : U Ç A R  D E M İ R K A N   
 
 
 
Toplam blog
: 142
: 578
Kayıt tarihi
: 04.09.13
 
 

1940 yılında İzmir'de doğdum İzmir Atatürk Lisesi'ni bitirdim 1961 yılında Mülkiye(Siyasa..