Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Kasım '13

 
Kategori
Deneme
 

Yazın ve eleştiride tarafsızlık sorunu

Yazın ve eleştiride tarafsızlık sorunu
 

YAZIN VE ELEŞTİRİDE TARAFSIZLIK SORUNU


Yazında tarafsızlık var mıdır ? Bu yakıcı soru her dönem yazın tarihinin konusu olmuştur. Yazarlar, şairler hatta eleştirmenler kendilerini tarafsız olmakla nitelerler. Aslında tarafsızlık, yaşayan bir canlının tabiatına aykırıdır. Doğa insanın karşısına her zaman belli kararlar verme zorunluluğu çıkarmıştır. Yaşam kendi sınırlarını koyarken belli kavramları da bize hediye etmiştir. Bu kavramlarla düşünür , bu kavramlarla karar verir, bu kavramlara göre hareket ederiz.

Nazım Hikmet kendisini taraflı olmakla suçlayan Halide Edip’e bir yazısında şöyle cevap verir; Halide Edip burada diyor ki: “İçlerinde ‘Taranta Babu’ sırf ideoloji propagandası olan parçalar çıkarılırsa ‘Benerci Kendini Niçin Öldürdü’ derecesindeki eserleriyle gençler arasında, hatta bu devirde dahi sıfatını alabilecekler vardır.” … yazıyı bir daha okudum, beni gençler arasında sayması tuhafıma gitti. Hem içerledim, hem sevindim. Sonra ve belki hepsinden önce ‘ideoloji’ meselesine güldüm. Hey sersem bayan, dedim, ben bir dahi değilim, fakat iyi bir sanatkarım ve bunu her şeyden önce ideolojime borçluyum. Eğer sizin iyi sanatkarlarınız yoksa ideolojinizin bugün artık iyi sanatkara muhteva olamayacak kadar tefessüh etmiş olmasından gelir.” diyerek.(1) Kendinin bir tarafı tuttuğunu ve bu taraf sayesinde üretebildiğini aksine taraf tutmayanların iyi bir sanatkar ve iyi ürünler üretemeyeceğini açıkça belirtiyor.

İyi bir sanatçı gibi iyi bir eleştirmende taraflı olması gerekmektedir. Çünkü eleştirmen neye ve hangi ölçülere göre eleştiri yapacağını bilmesi eleştiri yaparken  elzemdir. Yazın hayatında iyi bir eleştirmen değer vereceği herhangi bir eseri, hangi değer yargısına göre yargılayacağına kendi karar verir. Bunu yaparken geçmiş alışkanlıkları, bilgi birikimi ve değer yargıları ona yol gösterir. Örneğin bir esere “iyi, güzel,doğru” derken de “kötü,çirkin, yanlış” derken de hep kendi öznesinin, değer yargılarının dışına çıkma savı yanlış bir savdır. Eleştirmen “kötüye, çirkine, yanlışa” karşı “iyiyi,güzeli,doğruyu” savunurken tarafsız olamaz. Koyduğu tavır “iyiden, güzelden, doğrudan” yana bir yan tutmaktır. Bu da bize “tarafsız eleştiri olmaz” ı gösterir.

Nazım Hikmet yine bir yazısında sanatçıların her türlü baskılara rağmen ilerici ve çağının mutluluğu için uğraşan insanlar olması gerektiğini , bu sanatçıların  iyiye , güzele ulaşmak için haklının yanında taraf olduklarını ve  taraf tutarlar hiç korkmadan gelecek kuşaklara örnek olduklarını belirtmektedir. “Dönemlerinin karanlık güçleriyle savaşan ilerici sanatçılara her ülkede ve her çağda rastlanır. İnsanların mutluluğu ve dünyada güzel bir yaşam için savaşa giren bu ilerici sanatçılar her zaman karanlık güçlerce kuşatılmış,kovuşturmalara, baskıya uğratılmış, hapsedilmiş ve öldürülmüşlerdir. Fakat onlar hiçbir baskı ve tehdidin, hiçbir ölümün, hiçbir yalanın; tarihin akışını, iyiye, güzele, haklıya ve mutluluğa yönelişini durduramayacağını bilirler. Ve bu yazarların yapıtları ve bütün yaşamları gelecek kuşaklara örnek olur.” (2)

Gennadiy N. Pospelov’un “Edebiyat Bilimi” kitabında Lenin’in makalelerinden çözümlemeler yaparak taraflılık , tarafsızlık sorununa açıklık getiren çeşitli yazılarından önemli derlemeler yapmayı konuyu kafamızda açacağını düşünüyorum.Bir başka deyişle taraflılık, gerçekliğin olgularını ve görüngülerini değerlendirmede belli bir toplum grubunun, belli bir sınıfın çıkarlarını ve görüşlerini doğurdan ve açıkça savunmaktır.Lenin ilk makalelerinin birinde şöyle demektedir; “ Öte yandan Marksizm, her bir olayın değerlenişinde dosdoğru ve açıkça belirli bir toplum grubunun bakış açısından bakmakla yükümlü olduğu için, taraflılık denen şeyi de içinde taşır.”

Siyasal mücadelede taraflılık ve bunun edebiyatta aldığı ifade biçimleri üstüne görüşlerinin daha geniş ve ayrıntılı açıklamasını Lenin daha sonra 1905 sonbaharında  yazdığı “Parti Örgütü ve Parti Edebiyatı” makalesinde açıklamıştır. O dönem Rus devrimci hareketinin bir yükselme dönemiydi ve devrimci işçi sınıfı partisinin, yani sosyal demokrasinin görüşlerini temsil eden edebiyat artık illegaliteden kurtulup serbestçe yayın ve dağıtıma geçe bilme durumuna kavuşmuştu. Bundan dolayı Lenin, legaliteye geçtikten sonra edebiyatın artık taraflılığını tam olarak ortaya koymasında ısrar ediyordu. “ Edebiyat etkinliği, örgütlü, planlı, birlikli, sosyal demokratik parti çalışmasının bir bileşeni olmalıdır.”

O zaman bu sistemin karşısında şu olgu vardı: Kimi edebiyatçılar sosyal-demokrasi partide örgütlü bulundukları halde, bunların basında yayınlanan ürünleri, siyasal programın  ve parti çalışmasının temeli olan tarihsel- toplumsal dünya görüşüyle gerekli uyumu ve ilkesel tutarlığı gözetmiyordu.

Hatta partiye girdikten  sonra kendini “burjuva-anarşist bireycilik”e kaptıran yazarlar vardı. Böylece bu yazarlar “burjuva- bezirgan edebiyat ilişkileri”ne, “burjuva okuyucu kesimi”nin zevk ve isteklerine ve burjuva yayıncılıkların “rüşvetlerine” bağımlı duruma düşünebiliyorlardı. O zamanlar burjuva  aydın çevrelerinde bütün bunlar çoğu kez bir “mutlak özgürlük” ideali adına yapılıyordu.

Lenin bu yanılsamaları açığa döktü. Böyle bir özgürlüğün bulunmadığını belirtti: “ İnsan hem toplum içinde yaşayıp, hem de ondan tümüyle bağımsız olamaz.” Ayrıca sanatsal yaratışın, girişimcinin çıkarlarıyla ve onun sunduğu olanaklarla güdümlendiği durumlara işaret etti. “ Burjuva yazarının, sanatçısının ve oyuncusunun özgürlüğü, para cüzdanına, baştan çıkarılıp kullanılmaya bağımlılığın maskelenmiş ( ya da ikiyüzlüce kendi kendini maskeleyen) biçiminden başka bir şey değildir.”

“Sözde özgür, ama gerçekte burjuvaziye bağımlı” edebiyatın karşısına Lenin, “gerçekten özgür ve açıkça proletaryaya  bağlı” edebiyatı koyuyordu. “ Özgür bir edebiyat olacak bu” diye yazmıştı., “çünkü bu edebiyatın saflarına sürekli yeni güçlerin katılımını sağlayacak olan şey, kazanç hırsı ya da kariyer değil, sosyalizm fikri eve emekçilere yakınlıktır.”  “ Bu, sosyalist proletaryanın deneyimlerinin ve canlı çalışmasının ürünü olarak devrimci düşüncenin son sözünü doğuran özgür bir edebiyat olacaktır.”

Parti örgütü içinde yer alıp da eserlerinde “burjuva-anarşist bireyciliğin” çizgileri görülen yazarlara karşı polemikte ise Lenin, sosyal demokratik partinin de “özgürce katılınan bir birlik” olduğu ve elbet bu birliğin de , “partiye ters düşen görüşlerin edebiyatını yapmak partinin tabelasını kullanan üyeleri, üyelikten çıkarma özgürlüğü”nün bulunduğuna işaret ediyordu. İşte Lenin’in , “Partisiz edebiyatçılar kahrolsun ! Edebiyatsal insanüstü’ler kahrolsun ! “ deyişi, doğrudan doğruya ve yalnızca bu kişilere yöneliktir. Yoksa sosyal demokratik davanın bir parçası, birlikli, büyük sosyal demokratik  işleyişin “çarklarından ve vidalarından” biri durumuna getirme istemi karşısında “çığlık” koparan “histerik aydınlar”la tartışmada, bu metafizik ifadelerin koşulluğunu da açıklıyordu Lenin. “Kuşkusuz”, diyordu, “bu alanda kişisel yetkinlik ve bireysel eğilimler için, düşünce ve fantezi için, biçim ve içerik için geniş bir esnekliğin güvencesini sağlamak, kaçınılmaz bir gerekliliktir.” Ama “edebiyat çalışması”nın parti çalışması bütününe “ayrılmaz biçimde “bağlı olması” da bir o kadar gerekliydi.

Demek ki Lenin’in düşünceleri uyarınca siyasal devrimci işçi hareketinin görüş ve ideallerini diye getiren edebiyat, yüksek dereceden bir taraflılık içermektedir. Taraflılığın bu yüksek dereceden bir taraflılık içermektedir. Taraflılığın bu yüksek derecesi ilkin, sosyal demokratik edebiyatı yaratan kişilerin, yaratışlarını devrimci proletaryanın dünya görüşüne ve toplumsal mücadelesine bilerek ve özgür bir içtenlikle bağlamlarında yatıyor; ikinci olaraksa, bu dünya görüşünün “insanlığın devrimci düşüncenin son sözü”nün meydan getirmesinde yatıyor.

Sanatsal edebiyatta bir de, dışa karşı kendini “tarafsızlık” bayrağı altında gösteren bir üstü kapalı taraflılık vardır. Bu, özellikle eserlerini zamanın toplumsal ilgi ve çıkarlarıyla  bağlantısız, “ezelden edebe” bir doğru’nun, “zamanlar üstü” bir iyi’nin ve güzel’in peşindeki “arı sanat” alanına yerleştiren yazarlar için söz konusudur.

Sanatsal yaratışta toplumsal bakış açısını yadsımaları, yalnızca sözde bir tarafsızlıktı. Yoksa gerçekte bu sanatçılar, toplumsal çelişkilerden kaçarak,kişisel yaşantılar dünyasına, çoğu kez de dar ve kapalı bir iç çevreye ve romantik bir doğa hayranlığına sığınmak istiyorlardı. Böyle bir tutumda, aslında bir çöküş havası dile geliyordu, fakat aynı zamanda yeni ilerici güçlerden ve ulusal gelişmenin yollarından kuşkulanma da vardı bu tutumda – ki kuşkulanma, adı geçen yazarların dünya kavrayışlarının bilinçli bir demokratlıktan yoksun oluşundan ileri geliyordu-. Yani bu yaratışın “tarafsız”lığı, yalınızca sözde kalıyordu.

Edebiyat sanatı, gelişmesi içinde her zaman, ya açık , ya üstü kapalı, ya da bilincinde olunmayan bir taraflılık düzeyi göstermiştir. Daha sınıflı toplumun ilk gelişme evrelerinde bile edebiyat- bütün  sanatlar gibi-, toplumsal bilincin özel bir bileşeni olmuş ve eserlerinde, toplum düzeninin belirli temellerini ve gelişim perspektiflerini, toplumsal bilincin özel bir bileşeni olmuş ve eserlerinde, toplum düzeninin belirli temellerini ve gelişim perspektiflerini, ya olumlayan, ya da yadsıyan, bir ideolojik yönsemeyi dile getirmiştir.” (3)

Eleştiri genel olarak iki temel şekilde yapılır. Öznel eleştiri ve nesnel eleştiri. Eleştiride bulunan, eleştirisini yaparken öznelci eleştiri yönteminden yararlanabilir. Öznel eleştiride eserin niteliğinden çok, yargılayanın kendi duyguları, izlenimleri,inançları, eğilimleri, beğenileri ağır basar. Hatta zaman zaman ilişkileri,dostlukları,düşmanlıkları, çıkarları verilen yargıyı etkiler.

Eleştirmen nesnelci eleştiri de ise, kişisel etkenleri elden geldiğince bir yana bırakmaya çalışır. Eserin özelliklerini bulmaya çalışır. İnceden inceye çok yönlü, ayrıntılı, önyargısız , incelediği nesneyi olduğu görmeye ve tanıma çalışır. Bu sürecin elbette büsbütün olması beklenemez. Ama elinden geldiği kadar çaba sarf edebilir. Eserin biçim ve içerik olarak tanıma yani çözümleme aşamasını yargılama evresi izler.  Yargılama değer biçme, tarafsızlığı daraltır. Burada tarafsızlıkla nesnellik aynı şey değildir.

İnsanın sosyal bir varlık olduğu ve toplu halde yaşadığı göz önünden çıkarılırsa, tarafsızlık fikri doğru gibi hatta insanın gözüne hoş gözükebilir. Ancak topluluk halinde yaşayan insanın yerleşik değer yargıları, doğruları ve yanlışları vardır. Öyle ise tarafsızlık etkin, kabul edilmiş değer yargılarının yani güçlü olanın kabul ettirdiği değer yargılarının yanında yer almaktan başka bir şey değildir. Eleştirmen tarafsızım sanarak yan tutmadığını sandığı şeylere göz yummuş olur.

Sözü Nazım Ustaya bırakırsak; “ Dünya tarihinde, çağının sorunları karşısında büsbütün yansız ve edilgen kalmış bir tek büyük yazar göstermek kuşkusuz güç olacaktır. Yansız olunduğu sanılabilir ve söylenebilir, ama nesnel olarak hiçbir zaman yansız olunamaz. Bana gelince, ben kesinlikle yan tutmayı yeğlerim.” (4)

Öyleyse nesnellik kabul görmüş genel geçer şeylerle yeni ama doğru olduğu düşünülen şeylerin harmanlanmasıdır. Kişinin bilgi birikimi, geçmiş izlek alacağı tavırda ona yardımcı olur. Gerçekte de güzele ilişkin “estetik” değer ve yargılar ile iyiye, doğruya,gerçeğe, ilişkin “estetik dışı” değer ve yargılar birbirinden ayrılamaz.  Az çok bu değer ve yargılar iç içedir.  Hatta “estetik dışı” değerler “estetik” değeri etkiler. Buradaki “estetik dışı” değer  ve yargıların, toplumdaki ahlaksal, siyasal, kültürel  oluşum yani ideolojiye bağlı olduğunu da unutmamamız gerekir.

Peki ideoloji neye göre belirlenir. İnsanın içinde yaşadığı toplumsal sürecin üretim tarzıyla direk ilişkilidir. Sınıflı toplumlarda her sınıfın, üretim ve mülkiyet ilişkileri yani işbölümü,değişim ve dolaşımın niteliklerinin yarattığı kendine özgü bir ideolojisi vardır. Ahlak, siyaset, kültür ve felsefe bundan etkilendiği gibi onlarda sanat ve edebiyatı etkileyerek genellikle sınıfsal ideoloji ile donatırlar. İdeolojiler arasında geçişler  ve ortaklıklar elbette vardır. Ama bu geçişler ve ortaklıklar  sınıfsal niteliği değiştirmediği için sınıflar üstü ve bağımsız olamazlar. Bunun içinde tarafsız sanat savı yanlış ve yanlı bir tavırdır. Etkin olan sınıfın yanında yer almanın üstü örtük savunusudur.

Peki sanatın sınıfsallığı neyi getirir. Elbette eleştirmenin de sınıfsallığını getirir. Peki bu her zaman kendinde yani bilinçli bir tavır mıdır? Bu tavır bilinçli olduğu gibi bilinçsiz de olabilir. Yani açık ve dolaysız olduğu gibi örtük  ve dolaylı da olabilir. Ama hiçbir zaman onsuz olamaz. Çünkü eleştirmen yaşadığı toplum da bir yer kaplar bir sınıfa üyedir. İsteyerek ya da istemeyerek kişiliği ona göre yoğrulmuştur. Kısacası ya ezen sınıfın ya da ezilen sınıfın ,ya geleceğin ya da geçmişin savunucusudur.

Peki bilinçlilik eleştirmen ve sanatçı için gerekli midir? Elbette bilinçli esastır. Peki bilinçli olmak nedir? Bilinçli olmak, bilimsel bir yöntemle , gerçekçi bir kavrayışla, ilerici bir tutum alarak yaşadığı toplumun yapısını inceleyerek vardığı sonuçlarla belirli sınıfın yanında olmaktır. Sanatçı böylece kendi değer yargılarını belirlemiş olur. Kendisini o idealler çerçevesinde ileriye götürecek, geleceği örecek sınıfı seçerek onun ideolojisinin aydınlığında onunla birlikte, onu destekleyerek bir yolculuğa çıkar. Bunu yaparken dikkat etmesi gereken tek şey eserinin içerik ve estetik açıdan bütünlüklü olmasıdır. Burada ne sanatını ne de değer yargılarını zayıf düşürmemek sanıldığı gibi bağımlılık ilişkisiyle değil yetenek ölçüsüyle ölçülmelidir. Bir ideolojiye bağımlılık “kısırlık ve kuruluk” yaratır bu da sanatçıyı “köreltir” yargısı yanlış bir değer yargısıdır.

” Güdümlü sanatın da aleyhindeyim. Çünkü sanatkarı koyun saymıyorum. Hiç kimseyi de bu koyunu güdecek çoban payesinde göremiyorum. Sanatçının güdümü kendi sosyal, felsefi inançlarından gelmeli. Sanatkar, yapılan tenkitleri dinlememeli demek istemiyorum. Dinlemeli. Ama işi güdüme, gütmeye, güdülmeye dayandı mı sanat denilen nesne de ortadan yok olur.” (5) Bu alıntıda Nazım Ustanın bahsettiği gibi söylenen birilerinin güdümüne girmek değil, ideolojik bir bakış açısına taraf olma sorunudur.

Bir ideolojiye bağımlılık “kısırlık ve kuruluk” yaratır bu da sanatçıyı “köreltir” yargısı yanlış bir değer yargısıdır. Yetenekli bir sanatçı kısırlığa kuruluğa düşmesini kendi yeteneği ile aşabilir. Tek başına yetenek eğer ideolojik destekten yoksunsa bireyciliğin en üst boyutuna  ulaşır. Asıl kısırlık kuruluk o zaman başlar. Yaşamdan kopuk, deneyimden eksik ve gelecekten umutsuz yani tekil kaygılara saplanır. Bu sanatçının yeteneğinin körelmesi aynı yörünge de dönmesini getirir. Sorun burada başlar.

Nesnel eleştiri bazı eleştirmenlerce  “bilimsel eleştiri” olarak da adlandırılır. Elbet kaygı yine gelip tarafsız sorununa dayanır. Çünkü “bilimsel eleştiri” dendiğinden sonul anlamda bir gerçeklikten bahsediliyormuş gibi gelir insana. Oysa sonul gerçekler yoktur. Döneme, içinden geçilen somut nesnel koşulların yarattığı gerçeklerden bahsedebiliriz Sonul gerçekler değil dönemsel gerçekler vardır. Önemli olanın insanı diğer canlılardan ayıran şeyin hep gelecek ve yeni olana merakı ve özlemi olduğunu verili olanı hep değiştirdiğini gerçeğidir.

Sosyal bilimlerde mutlak bir deneysel ortam yoktur. Çünkü işin içinde insan vardır. Onun iradi müdahalesi her an her şeyi değiştirebilir. Onun içinde denenen bir yöntem bir yerde geçerli iken, bir başka yerde geçerliğini yitirebilir. Daha önce de belirttiğim gibi, nesnel eleştiri ; bir eserin en ince ayrıntısını göz önüne alıp, konunun öncesini ve sonrasını kontrol edip, geçmiş izlek ve gelecekle bağlantıyı gözden geçirip, eserin yeni olanı ilerici ve devrimci olanı yaratma tutkusuyla yaratılmış   olup olmadığının incelenmesi sorunudur. Bilimsellik yerine nesnel olanın doğru kabul edilmesi köhneleşmiş, eskimiş olan yerine yeni ve gelişenin yanında taraf olma nesnelliğidir.

Bilimsel eleştiri derken murat edilen “sınıflar üstü nesnellik”i yakalama savıdır. Bu sav sınıflı bir toplumda geçerliği var mıdır ? Elbette yoktur. Sınıflı toplumlar tarih boyunca değişik evreler geçirmiştir. İçinde yaşadığımız kapitalist toplum ve onun küreselleşmiş , tekelleşmiş boyutu “emperyalizm” yani “can çekişen kapitalist toplumda” etkin olan sınıf burjuvazi  de yükselen bir  sınıfken tüm yükselen sınıflar gibi devrimci, gerçekçi ve maddeciydi. Yine tüm toplumsal sınıflar gibi iktidara gelince kendi iktidarını sınıfsal çıkarlarına göre düzenleyene kadar ilerici , düzenledikten sonra bu düzenini korumak için zamanla tutucu olmuştur. Buna bağlı olarak da ideolojisi gitgide aldatıcı, yanılsamacı, saptırıcı ve idealist bir kimliğe bürünmüştür. Önce yükselen, ilerleyen ardından gerileyen süreç çöküşle noktalanma dönemine girmiştir.

Burjuvazi sanılanın aksine nesnellikten değil öznellikten hoşlanır. Tekelleştikçe nesnel yani gerçekliği “olduğu gibi “ tespit etmek isteyen değil öznel, bireyci yani  toplumsal gerçeklerden kopuk olanı ister. Böylece üretim ilişkileriyle mülkiyet ilişkileri arasındaki uyumsuzluk gözler önüne serilmemiş olur. Toplumsal çelişkileri açıklayan, baskı, sömürü, eşitsizlik, zorbalık, savaş, açlık, çevre kirliliğine karşı insanlığın başka bir dünyaya olan inancını perçinleyecek her üretimden kaçınmayı ister.

Böylece kendi çöküşünü, yok oluşunu gizlemek, geciktirmek , toplumsal gerçekleri çarpıtmak için yanıltıcı felsefi ve sanatsal ürünleri destekler. Öznelciliği,idealizmi, mistisizmi, metafiziği yaymaya çalışır. Nesnel sanattan kaçan soyuta hayale öncelik veren, biçimci,bireyci, tutucu eğilimlerin önünü açar. Kuramı (teoriyi) kılgıyla ( pratikle) birleştirmeyen toplumsal / sınıfsal çelişkileri, ekonomik bunalımları, emperyalist savaşları araştırmadan bunların aralarındaki bağlantıları incelemeden insanı geleceğe yönelik istemlerine çözüm üretmek mümkün değildir. Sanatçı ürettiği ürünü “bilimden yana” “bilim için” üreterek toplumuna önderlik misyonunu  üstlenir. Eleştirmense bu yolda onu hep daha ileriye götürecek yapıcı ve geliştirici bir yöntemle eleştirisini bilimsel gerçeklerle besleyerek destekler. 

Burjuvazinin sözcüsü eleştirmenlere göre sanatçı sınıflar üstü olmalıdır. Eleştirmende onu  eserlerini tarafsızca incelemeli, yalnızca estetik açıdan çözümlemelidir. Yaratıcıdan ideolojik, politik bir tutum beklenilmemelidir. İyilik, doğruluk, gerçeklik, kötülük gibi “estetik dışı” ölçüt ve değerlere  sırt çevrilmelidir. Eleştiri için eleştiri sanat için sanat yapılmalıdır. Böylece nesnellik korunur. Görüldüğü amaç aslında nesnel eleştiri değil tarafsızlık adı altında edilgenlik, sorumluluktan kaçmanın ideolojisini üretmektir. Pratikte tarafsızlık,burjuvazi ve yandaşlarının yüzlerini gizledikleri bir oyundur. Güçlüden yana güçsüze karşı bir maskedir. Kendi yan tutuculuğunu, çıkarlarını gizleyen ikiyüzlü bir kurnazlıktır.

Edebiyat, gerçekliği estetiğin gereklerine göre yansıtmakla kalmaz. Aynı zamanda da onu yorumlamak, değiştirmek ve dönüştürmek için çaba göstermeyi de içerir. Olayları, nesneleri, varlıkları tek yanlı bir birinden bağımsız soyut idealistçe gerçekler gibi görmez. Olayları çelişkili, parçalı biriyle ilişkili somut gerçekler olarak görür. Edebiyatçı geleceği düşünerek bireyin toplum içindeki yerini doğru değerlendirerek  içinde bulunduğu ve etkilendiği kültürel ( bilgisel, siyasal, ahlaksal, düşünsel, eğitsel) değerlerle iç içe sınıfsal gerçekliğinden koparmadan yeteneği ölçüsünde estetik değerlerle besleyerek geleceğin sanatını yaratarak ilerler. Edebiyat bu sanatçıları bilimsel,maddeci,diyalektik, gerçekçi ve toplumcu görüş ve yönetmelerle yapıcı ve geliştirici eleştiren eleştirmenlerle doğruya ulaşır.

Mehmet Özgür Ersan

Dipnotlar:

1)     Nazım Hikmetin Malatya Cezaevi’ne 1943’te gönderilmiş bir mektuptan.

2)     Nazım Hikmetin 11 Ekim 1955 tarihli günceden.

3)     Edebiyat Bilimi Gennadiy N.Pospelov Çev. Yılmaz Onay s.173-192  (İtalikler Lenin’in)

4)     5 Eylül 1956 tarihli günceden .(Nazım Hikmet burada Arjantinli bayan şair Lila Herrero ile konuşmaktadır.)

5)     age

Kaynak:

1)     Sosyalizme Doğru Geçmişten Geleceğe II Asım Bezirci Evrensel Yayınları

2)     Sanat Ve Edebiyat Üstüne Nazım Hikmet  Hazırlayan: Aziz Çalışlar Evrensel Yayınları

3)     Edebiyat Bilimi Gennadiy N.Pospelov Çev. Yılmaz Onay Evrensel Yayınları

 
Toplam blog
: 447
: 1524
Kayıt tarihi
: 20.09.13
 
 

06 Mayıs 1974 Çorum Sungurlu'da doğdu. Yaşamının büyükçe bir bölümünü Mamak'ın gecekondu mahalleler..