Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Haziran '10

 
Kategori
Güncel
 

Yeni dış politikamız; Kötüye kötülük yapma fırsatı vermek

Yeni dış politikamız; Kötüye kötülük yapma fırsatı vermek
 

Eğer cumhurbaşkanı beni kabine kurmakla görevlendirse idi, kabine listesinin başbakandan sonraki ilk sırasına dışişleri bakanı olarak Ahmet Davutoğlu’nu yazmaktan çekinmezdim.

Son gelişmeler bu fikrimi değiştirmiş değil. Ama zihnimde soru işaretleri oluştuğunu inkâr edemem.

……

Komşularla sıfır sorun politikası gütmesi, her tarafın kazanmasını öngören bir ilişkisi sistemi kurmaya çalışması, Ahmet Davutoğlu’nu tanık olduğum en aktif ve olumlu dış işleri bakanı yapmaya yetiyor.

Ancak özellikle son olayda giderek miktarı artan düzeyde, “büyük devlet olma misyonu”, “bölgenin güçlü ve etkin bir aktörü” gibi tanımlamaların yapılması endişelerimi arttırıyor. Aslında bunlar bir devlet ve o ülkenin toplumu için övünülecek kavramlar gibi görünebilir. Ancak bu kavramlar belirli riskleri de beraberinde getirir. Hele ki, bulunduğunuz coğrafya Ortadoğu, yaşadığınız ülke Türkiye ise.

Tarih boyunca, Ortadoğu’da büyük devlet olma hayali, birçok ülke için diktatörlüğü de beraberinde getirdi. Çünkü bu coğrafyada etkin olmak, güç sahibi olmak ve söz geçirmeye çalışmak beraberinde güçlü bir askeri yapıyı, daha fazla silahlanmayı ve yoğun/derin bir devleti de ister istemez mecbur kılmakta. Bu nedenle, son yıllarda ulusalcı cepheden yükselen “güçlü Türkiye, güçlü ordu” sloganın bir benzerine, muhafazakâr iktidarın bölge politikası ile ulaşacak olmak beni tedirgin ediyor.

Türkiye’nin atak dış politika hayalinde, ayağına dolaşmaya aday olan iki zihniyet hep var oldu. Birisi milliyetçi kesimin turan hayali, diğeri muhafazakâr siyasetin İslam birliği hayali. AKP son gelişmelere kadar, Türkiye adına bu ham hayallerden birisinin peşine koştuğuna dair net bir izlenim yaratmadı. İsrail’e karşı zaman zaman giriştiği sert söylemler, vicdanı olan tüm insanların kabul edeceği bir düzeyde gerçekleştiği için, bu çıkışlarının muhafazakâr kimliğinin arka planında yatan bir hayalin yansıması olduğuna dair bir şüphe yaratmadı.

Ancak yaşadığımız son gelişmelerde, kimi şüphe kırıntılarının oluştuğunu itiraf etmem lazım.
…………..

Bir olayda, kötünün ve kötülüğün suçlu olduğu su götürmez bir gerçek.
Peki, kötüye kötülük yapma fırsatı vermek bir kabahat midir?
Eğer ki, risk düzeyi yüksek bir durumdan bahsediyorsak, kötüye kötülük yapma fırsatı veren adımın sahibi de, suçlu olmasa dahi kusurludur.

Peki, kötünün kötülük yapma olasılığı üzerinden bir politika geliştirmeyi nasıl tanımlarız?

…………….

İsrail’in büyük bir sapkınlık ve gözü dönmüşlükle, masum insanları katlettiği bu girişimi kınayan insanların çok büyük bir kısmı, bu girişimin, İsrail’i zor durumda bırakmak adına Türk dış politikasının bir adımı olduğunu düşünüyor. Örneğin, dünkü yazısında Mehmet Ali Birand “Bu konvoyun Türk ayağı da Ankara’nın gözetiminde organize edildi. Ankara istese bunu durdurabilirdi ancak yapmadı.” dedi. Bunu da eleştirmek için değil, aksine Türk dış politikasının akıllıca bir adımı olarak değerlendirdi. İsrail bu şekli ile köşeye sıkıştırılmıştı.

Zannedersem benim esas korktuğum da bu. Bir yandan kendi vatandaşlarına değer verdiğini göstermek için uçaklar kaldırıp, insanları memleketlerine taşımaya çalışılırken, diğer yandan vatandaşlarının öldürülme ya da şiddete maruz kalma riskini göze alıp politik bir adım atılıyor. Yaşadığımız, büyükmüş gibi davranmaya çalışan küçük devletlerin, kendi vatandaşlarını piyon gibi kullanma, yaşanan acıları kahramanlaştırma, efsaneleştirme yönteminin kötü bir örneği mi? Böyle olmadığını umuyorum.

Eğer, bu gerçekten insani yardım çabası dışında politik bir adımsa, AKP en başta kendi dış politika ilkelerini çiğnediğini itiraf ediyor demektir. Türkiye’nin tüm dış politika kulvarlarında olduğu gibi, şiddet üretmeyen, şiddete bahane olmayan ve uluslararası diplomatik alanı terk etmeyen çabasını, İsrail’le olan ilişkilerinde askıya alması, benim açımdan soru işaretlerini de beraberinde getiriyor. En başta gelen soru ise AKP'nin mukaddesatçı zihniyetine geri dönüp dönmediği.

Türkiye’nin kendi bölgesinde adaletten, barıştan, huzurdan ve refahtan yana taraf olması son derece önemli ve gerekli bir adım. Türkiye’nin gelişen ekonomisi, artan etkinliği ile kurduğu sıcak ikili ilişkilerle bölgesinde ön plana çıkması elbette sevinilecek bir durumdur. Ama bu ön plana çıkmayı, gerginlik arttırıcı, düşmanlıkları geliştirici yönde kullanması, bölge adına sadece “kral öldü yaşasın yeni kral” söyleminin gelişmesine neden olur. Ki ortadoğunun artık bu tarz bir politik süreçle barışa ulaşamayacağı son derece açık.

Elbette İsrail gibi bir sorunumuz var. Bölgenin barışının ve huzurunun önünde ne büyük engel durumunda. Ancak bu engelin, gerginliği tırmandırarak ve güç kullanarak aşılamayacağı da son derece açık. Bölgede İsrail dışında şiddet üreten Hamas ve Hizbullah gibi yapıları da sorun olarak görmeyen bir açısı, soruna hakem değil, taraf olabilir. Oysa bölgede Türkiye’nin fonksiyonu, bu olmamalıdır. Şu ana kadar Suriye ile İsrail arasında hakem olma girişiminde bulunan ve bu adımla yakın tarihin en ciddi çabasının sahibi olan Türkiye’nin yeni girdiği rota, ne yazık ki benim adıma umut verici değil.

Hiçbir olayda tek suçlu ya da hatalının bulunması gibi bir kaide yoktur. Olayda bir suçlunun ve bir kusurlunun bulunması, sorumluluğu eşit olarak paylaştırdığımız anlamına da gelmez. Son yaşanan gelişmeyi, AKP’nin bir macera denemesinin, psikopat bir devletin duvarına toslaması olarak değerlendiriyorum. Elbette kötü olan, suç işleyen, gaddar ve zalim olan İsrail. Ancak suçu kötüye yüklemek bu olayı yeterince anlamamıza ve değerlendirmemize engel oluyor. Bu çerçeve, acıdan, kayıptan ve oluşan yaradan öfke üretme ve iç politika malzemesi yaratmanın önünü açıyor.

Zaten toplum genelinde, İsrail’e karşı bir tepki kendiliğinden gelişse de, oluşan gerginliğin bir tedirginlik yarattığını gözlemlemek fazlası ile mümkün. Bu bile vatandaşlarının devletinden nasıl bir politika beklediğinin basit bir göstergesi.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..