Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Temmuz '12

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Yeni dünya düzen-siz-liği

Yeni dünya düzen-siz-liği
 

Bugün yine her gün olduğu gibi bilgisayarımı açtım ve yine, her gün karşıma çıkanların aynısıyla karşılaştım, yine…

Her gün sosyal medyayı açtığımızda karşımıza insanların yaşadıkları hayattan dolayı memnuniyetsizliklerini dile getirdikleri mesajlar ve serzenişlerle, daha güzel bir dünya yaratıp ve o güzel dünyada barış içinde, dostlukla, sevgiyle yaşamanın mümkün olduğuna işaret eden derin ve özlü sözlerle dolu yazılarla, “facebook-twitter-vs. status”leriyle karşılaşıyoruz. Herkes ünlü feylezoflardan deyişlerle, ulu bilgelerin yaşam görüşleri ve felsefeleriyle donatıyor “sanal alemini”! Sana tokat atana öbür yanağını dön’ler, sana bir vermeyene sen bin ver’ler, cömert ol, bağışlayıcı ol, sen büyük ol’lar…

Bunları gördükçe keşke diyorum içimden, ve de dışımdan, keşke insanlar feysbuk statüslerine yazdıklarının binde biri kadar erdemli ve “iyi insan” olabilselerdi dünya gerçekten yaşanabilir bir yer olurdu, diyorum.

Dünya’da ve memleketimizde best seller olan kitaplar “ferrarisini satan bilge”ler olurken, içi saçma sapan, yalan yanlış bilgilerle dolu eğitim kitaplarımız, geleceğimiz dediğimiz evlatlarımıza okutuluyor –kımen daha fazla olanağa sahip olanlar kısmen daha nitelikli eğitime de sahip olabiliyorlar, ki zaten onların kendilerini bekleyen hazır bir gelecekleri zaten mevcut- ve öte yandan küçücük çocuklarımıza “büyüyünce ne olacaksın?” sorusunu sorduğumuzda artık “doktor olucam”, “öğretmen olucam” ya da “itfaiyeci olup insanları yangından kurtarıcam” cevapları yerine “manken olucam”, “futbolcu olucam”,  “çok para kazanıcam, ben büyüyünce zengin olucam” cevaplarını duymaya da artık şaşırmıyoruz. Yani dünyanın dört bir yanında, ferrarisini satan bilge’yi okuyup, hayali ferrari ve lüks bir ev almak oluyor birçok insanın. Bir de ferrarisini satma hikâyesiyle 50 ferrarilik para kazanan yazar var tabii!

En çok izlenen filmler, hayatındaki, büyük şehirdeki karmakarışık hayatını bir sabah aniden anlamsız bularak, kendini ve dünyayı, hayatın anlamını keşfetmeye karar verip, bu uğurda her şeyi geride bırakıp yollara düşenlerin hikayeleri oluyor. Ya da yaşayacak son bir ay’ı olduğunu öğrenip mesela, bu anlamsızlığın ayırdına varanların yolculukları…Ve herkes onlara öykünüyor, iç çekerek, imrenerek, film bitiminde keşke’li, bir gün ben de’li cümleler kurarak izliyor.

Ama yine herkes her gün kendine maaş+sigorta+yol+yemek ve tercihen servisi olan işler ve güvenlikli hayatlar aramaya devam ediyor…

Tüm filmlerde tüm kadınlar “ruh eşleri” olan, dürüst, ahlâklı, onurlu, ve ama aynı zamanda yakışıklı, kültürlü ve zevk sahibi, onlara güzel küçük (!!!) sürprizler yapabilecek kadar parası olan, ama asla aldatmayan, yan gözle kimseye bakmayan, sağlıklı beslenen, fit ve bakımlı ve güzel ve kaliteli giyinen ve vicdanlı ve her güzel huya sahip erkeği, erkekler ise, hem güzel hem bakımlı hem seksi hem iyi huylu hem sadık hem dürüst hem mütevazi hem kültürlü hem şık hem iyi anne hem iyi eş hem iyi partner olacak kadını aramakta. Her biri dış güzellik önemli değil içi, huyu güzel olmalı, ben kalbine bakıyorum derken ve filmin bütün mesajı bunun üzerine kuruluyken, yine de bu özellikleri aramakta olan ve bu filmlerde dış güzelliğe önem vermeyen kadın ancelina coli olurken, iç güzelliğini arayan erkek de corç kuluuni olmakta! (Ve bu erkek ve kadın her daim en trend en çık en pahalı klüp ya da mekânlarda aranmakta oluyor ve bu insanları hiç çalışırken görmememize rağmen, her gün buralara gidebilmeyi ekonomik olarak sağlayabilmektedirler.)

Ve hayata resti çekip “kendini arama” yolculuğuna çıkan her kişinin cebinde aylarca dünyayı gezecek kadar para sıkıntısızca hazır bulunmaktadır her nasılsa. Ve genelde, sonunda Doğu’ya yönelen bu insanların gittikleri  Doğu’nun mistik meditasyon merkezlerinin, sizi “iç yolculuğunuza” çıkartmak; yani bir nevi “gerçeklere aydırmak” için, gerçek hayatta sizden dudak uçuklatan rakamlar istemesi gibi bir durum da yok bu filmlerde zaten!

Sonra, kendisine demokrat diyenlerin, sanatçıların “sanal ortam” paylaşımlarına bakıyoruz. Şeffafız ve herkes her şeyi görüyor ya! Bakıyoruz ki onlar, eleştirileri değil sadece övgüleri yayınlıyor, gerisine kulaklarını tıkayıp, cevap verme nezaketini dahi göstermiyorlar. Kendileri gibi düşünmeyenleri dinlemeye, anlamaya çalışmak bir yana, bir araya bile gelmiyorlar. Bilimsel, tarihsel gerçekler ya da tamamen subjektif sentezlerle mesnetlendirilen, kavga değil yapıcı, zihin açıcı, fikir ürettirici, beyin fırtınası yaptırtan tartışma ortamları bile oluşturulmadığı gibi, yine de demokrasiden ve demokrasi yandaşlığından bahsediliyor.

Doğal hayatı, çevreyi düşünüyorum diyenlerin doğaya, doğaya en çok zarar veren araç olan dev jiplerle gidip, doğayla iç içe bir hayat için ormanın ortasına kondurulmuş, korunaklı lüks villalarda oturması ve çevrecilikten bahsetmeleri.

Varoşlardan ve çarpık kentleşmeden bahsedip, kentsel dönüşüm adına sosyal bir duruş sergilemeyip, hiçbir şey yapmayıp, katkı sunmayıp ya da sunanların yanında durmayıp, sadece kentsel dönüşüm adı altında yıkılan, boşaltılan bölgelere yapılan nezih yeşil villa kentlerde yaşamaya başlamaları gibi... Mesela…

Sonra, herkes hükümet politikalarından ve sistemin çürümüşlüğünden bahsederken, işe girmek ya da işini hallettirmek için hükümetten ya da hükümete yakın birilerine yakınlaşarak torpillenmeye, ya da onlara yaklaşıp işlerinden nemalanmaya sakınca görmüyorlar. Mesela…

Değiştirmek-dönüştürmek için şikâyet etmekten ve sürekli vır vır konuşmaktan başka bir şey yapmamak da zaten alışılmış olan… Ne de olsa biz herkesin her şeyden şikâyet edip, kimsenin hiçbir şeyi değiştirmek için hiçbir şey yapmadığı bir toplumuz. Ha tabii bir de zararları değil, onlara yararları dokunursa zaten sorun hiç yoktur!

Herkes bu kadar iyilikten, güzellikten, barıştan, sevgi-saygıdan, sonsuz cömertlik ve bilgelikten yanayken neden tüm dünya yalanlar dolanlar, ispiyonaj, hırslar, kavgalar, savaşlar, kan tüccarlığı, tüketim çılgınlığı ve duygusal-ruhsal-etik çöküşün ve yapayalnızlık kıskacının altında ve sürekli arayışta?

Önce, aslında karşısında olduğun sistemin bir parçası olacak; onlar gibi oynayacak, onlar gibi davranacak, onlardan biri olacak; sen de kan içecek, semirecek, palazlanacak, güçleneceksin, ve ondan sonra o şu anki sömürücülerle aynı seviyeye gelmeyi başarıp, aynı masaya oturabildiğinde söz sahibi olacaksın ve dünyayı işte o zaman tabii  “HALA” değiştirmek istiyorsan değiştireceksin!!! Ama önce oraya varacaksın ki yok olma, yok edilme!!!

Bu dünya mı biraz (!!!) ikiyüzlü, yoksa bana mı öyle geliyor?

Devamı çok var, ama şimdilik bu kadar…

 
Toplam blog
: 7
: 146
Kayıt tarihi
: 18.07.12
 
 

Motosikletim. Yolculuklarım. Cazım. Defter & kalemlerim ve kitaplarım. Bir de ben ve kedim. m..