Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ekim '08

 
Kategori
Siyaset
 

Yeryüzünün Lanetlileri (2)

Yeryüzünün Lanetlileri (2)
 

resimsakla.com


Evet!
Cezayir'deki görevli Fransızları öldürenler, yine Fransız özel harekat birliklerinin askerleriydi!
Cezayirliler bir yandan Fransızlara yapılan bu saldırılara bir anlam veremiyor, bir yandan da onların her isteğini yerine getirmeye çalışıyordu. Böylece, sözde sivil Fransızları korumak için gelen Fransız askerlerini korumak için de; yeni yeni askeri birlikler, tanklar, toplar getirilerek stratejik yerlere daha büyük karargahlar, kaleler kuruldu.

Koskoca Cezayir toprakları Fransız ordusunun kontrolündeydi artık!

Tabii ki bu arada sömürünün zamanı da gelmişti. Fransızlar, işbirlikçi yöneticilerden ülkenin bazı yörelerindeki maden ve endüstriyel hammadde yataklarını işletmek için gerekli imtiyazları çok ucuza satın aldılar. Bu zengin maden cevherlerinin bulunduğu arazilere iki büyük demiryolu inşa ettiler. Demiryolundan uzak bölgelere ise geniş yollar yaptılar. Artık kamyonlar ve trenler Cezayirin el değmemiş madenlerini limanlara, oradan da gemilerle Fransaya taşıyordu. Bundan sonra artık Fransa zenginleşip gelişirken yoksul Cezayirliler git gide daha da yoksullaşacaklardı.

Şimdi Cezayirde bunlar olurken Fransa'da neler mi oluyordu, ona bakalım...

Fransız devleti, vatandaşlarına; masallarda, öykülerde, fıkralarda, gazetelerde, okullarda Cezayirin Akdenizin ötesindeki bir Fransız toprağı olduğu, adının da ''Fransız Cezayiri'' olduğu öğretiliyor, dünya haritalarında da böyle gösteriyordu.

Bu konuda ordudan yargıya, üniversitelerden ilkokullara, devlet kurumlarından medyaya, yazarlardan öğretmenlere, iş adamlarına kadar herkes bu çirkin resmi ideolojiyi besleyip devam ettiriyor, yalan değirmenine her gün, her kesimden su taşınıyordu. Bununla da yetinilmiyor, bu büyük yalan diğer Avrupa devletleri tarafından da bilinçli bir şekilde destekleniyordu. Onların haritalarında da Cezayir topraklarının adı Fransız Cezayiri, Kongo'nun ismi Belçika Kongosu vs. idi.

Devlet ve Fransız sanayicileri bu uğurda hiçbir fedakarlıktan çekinmiyor, arada bir, bu iğrenç dümene itiraz eden bir aydın olursa soluğu Fransız Guayana'sındaki kürek cehenneminde alıyordu. Daha yarım yüzyıl geçmeden Fransızlar, hatta bütün dünya Cezayir adlı ülkenin Fransanın meşru toprağı olduğuna inandırılmıştı bile!

Artık bir çok Cezayirli birer Fransız işbirlikçisi olmuş, asimile olmayı özendirmek için hizmetinden memnun kalınanlara Fransız vatandaşlığı bile verilmişti. Asimile olup Fransızlaşan Cezayirli işbirlikçilere özel statüler, makamlar, unvanlar verilirken, asimile edilemeyenler vatandaş bile sayılmıyorlardı. Bunlar, hele Fransızca konuşamayanlar hiçbir hakka sahip değillerdi. Pazarlarda mallarını satamıyorlar, iş bulamıyorlar, insan yerine bile konmuyorlardı.

İşte tam bu sırada Fransanın gerçek niyetinin Cezayiri sömürgeleştirmek olduğunu anlayan bazı Cezayirliler askeri konvoylara, maden taşıyan kamyon ve trenlere sabotajlar yapmaya, saldırılar düzenlemeye başladılar. Fransızların tepkisi çok sert oldu. Suçlu suçsuz demeden yakalanan yüzlerce, binlerce insan çok önceden özel olarak inşa edilmiş zindanlarda, özel aletlerle korkunç işkencelerden geçirildi. Aylarca işkence yapılan bu insanların aileleri, akrabaları da zindanlara dolduruldu.

Ve kocaların gözleri önünde karılarına, babaların önünde çocuklarına, gençlerin önünde analarına, kızkardeşlerine tecavüz edildi. İşbirlikçi hakimlerin baktığı kukla mahkemelerde birer terörist ve cani gibi gösterilen bu yurtsever Cezayirlilerin çoğu idama mahkum ediliyor ve diğer Cezayirlilere ibret olsun diye meydanlarda guruplar halinde asılıyorlardı. Cesetleri hemen kaldırılmıyor, yerine yenileri gelinceye kadar günlerce darağaçlarında güneşin altında sallanmaya bırakılıyordu. İşkencelerde ölenlerin cesetleri ise çölde hayvanlara yem ediliyordu.

Bir kısmını ise, ibret olsun diye, gördükleri vahşeti başkalarına anlatmaları için salıveriyorlardı. Bundan amaç, hiç kimsenin bir daha Fransızlara karşı gelme cesaretini göstermemesini sağlamaktı. Bu vahşete, hergün dozunu biraz daha arttırarak devam ettiler. Zindanlara sığmayan insanları birer hayvan sürüsü gibi dikenli tellerle çevrili çöl sıcağı altındaki toplama kamplarına tıktılar.

Ama yine de konvoylara saldıran yurtsever Cezayirlileri engelleyemediler. Her saldırıdan sonra daha çok insan tutuklandı, daha korkunç işkencelerden geçirildiler. Artık Cezayir toprakları Fransızlar için güvenli bir yer değildi. Müslüman halk arasında Fransızlara karşı büyük bir nefret dalgası oluşuyor, bu dalga her geçen gün büyüyordu. Ancak vahşetle herşeyi yapabileceğini sanan Fransızlar da vahşetlerine vahşet katıyorlardı. Bu arada yapılanların yanlış olduğunu söylemek cesaretini gösteren bazı subaylar ve devlet görevlileri askeri mahkemelerde vatana ihanetle suçlanıyor, kürek cehennemine yollanıyordu.

İşte tam o günlerde, Cezayir limanına yanaşan bir gemiden genç bir doktor indi. Bir zaman sonra Cezayirin kaderini baştan aşağı değiştireceği; ne genç doktorun, ne de eşyalarını taşıyan Cezayirli hamalların aklından geçmiyordu. Doktorun adı Frantz Fanon'du. Bir başka Fransız sömürgesi olan Dominik'te doğmuş, bütün Dominiklilerin sarı saçlı, mavi gözlü Gal'lerin soyundan geldiğine inan/dırıl/mış, hatta Fransa için savaşa katılıp bir de madalya kazanmıştı.

Doktor Fanon'un görev yeri büyük bir askeri garnizondu. Fanon, çok geçmeden garnizonun bodrum katlarının birer zindan ve işkencehane olduğunu, hatta belli saatlerde avluda toplanan askeri bandonun asıl amacının müzik talimi değil, bodrumdaki işkencehanelerden gelen çığlıkları bastırmak olduğunu da öğrenecekti.

Birkaç ay sonra bir gece nöbetinde canı sıkılan doktor Fanon, bodrumdaki mahkumları görmek istedi. Nöbetçi subayla yarı karanlık taş merdivenlerden indiler. Dar koridorların iki yanında demir parmaklıklı koğuşlar sıralanıyordu. Koğuşlar; hepsi yara bere, kan revan içinde, kimbilir kaç kez işkenceden geçirilmiş insanlarla doluydu. Kiminin ağzı, gözleri parçalanmış, kiminin kolu bacağı kırılmıştı.

Dr. Fanon şaşırmıştı! Gaz lambalarının aydınlattığı, rutubet kokan yarı karanlık koridorun sonuna kadar ilerlediler. En dipdeki çok küçük ve dar hücrede tek bir mahkum vardı. O da yara bere içindeydi. Bir zamanlar beyaz olan elbiseleri kurumuş kan lekeleri ile kırmızıya boyanmıştı. Başı önüne eğik kendi dilinde bir dua okuyordu. Subay, bu adamın önde gelen direnişçi liderlerden biri olduğunu söyledi Fanon'a.

Gördüklerinden hem üzüntü duyan, hem de şaşkına dönen Fanon, farkında olmaksızın dua okuyan Cezayirliye sordu:

''Amacınız ne sizin? Böyle sabotajla, terörle ne yapmak istiyorsunuz?''

Hücredeki adam yavaşca başını kaldırdı, koridordaki fenerin soluk ışığında parıldayan kapkara gözlerini dr. Fanon'a dikti. Sakince ve çok düzgün bir Fransızca ile cevap verdi:

'' Çok basit. Topraklarımızdan defolup gitmenizi!.. ''

Şaşıran Fanon, hayretler içerisinde:

'' Topraklarınız mı? Ama burası Fransız toprağı. Nerden sizin toprağınız oluyor ki? '' dedi.

Ve mahkumdan tokat gibi bir cevap aldı:

'' Kaç Fransızın atası bu topraklarda doğdu ki, Fransız toprağı oluyor bu topraklar? ''

Fanon verecek bir cevap bulamamanın acizliği ile sustu. Odasına döndü. Sabaha kadar başı ellerinin arasında, gördüklerini ve genç gerilla liderinin dediklerini düşündü. İnandığı gerçeklerle burada gördüğü gerçeklerin arasındaki korkunç farkın nereden kaynaklandığını bulmaya çalışıyordu.

Taner Yılmaz, 10.10.2008

(Devam edecek)

 
Toplam blog
: 36
: 7030
Kayıt tarihi
: 12.12.07
 
 

Elazığ'ın, şimdiki adı Alacakaya olan, ama eskiden küçük bir madenci kasabasında; Güleman'da doğd..