Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Aralık '06

 
Kategori
Eğitim
 

Yetenek

Yetenek
 

Yetenek sözcüğünü duyunca bir eğitimci olarak içimde hep bir yanma hissi duyarım. Hep şu soruyu sorarım kendi kendime; bilgi mi, becerimi. Öğrencilerimize bilgiler mi vermeliyiz, beceriler mi kazandırmalıyız? Yeteneklerini geliştirirken bilgilenseler ya da bilgilerini yeteneklerini gösterirken kullansalar olmaz mı? Atalarımızın bir sözü vardır: “İşleyen demir ışıldar.” Peki yeteneklerimiz nasıl ışıldayacak? Tabi ki işlene işlene. Peki nasıl olacak ve nerede olacak bu? Elbetteki eğitimle olacak, okullarda olacak. Ülkenin eğitim yöntemi, okulların fiziki yapıları, yeteneklerimizi geliştirecek öğretmenlerimiz bu duruma uygun olursa.

İlköğretimde, lisede, üniversitede okuyan yüzlerce, binlerce, milyonlarca öğrencimiz var. Çocuklarımız yıllarını okullarda geçiriyorlar. Yüzlerce öğretmenimiz elinden geldiğince öğrencilerini yetiştirmeye çalışıyor. Bütün bu çabalar niçin? Günümüz eğitim sisteminde bir tek işe yarıyor. Ezberlediği bilgileri sınavda kullanarak başkasına göre öne geçmesi için. Bir sürü emek, bir yığın masraf, onca yıllar sadece başkasına göre öne geçmesi için. Geçipte ne oluyor, üniversite bittiği halde bile; işsiz, becerileri körelmiş, çocukluğunu, gençliğini yaşayamamış, mutsuz bir geçlik.
Bu olumsuz tabloyu yaratan, bugünkü ezbere dayalı bilgilendirme ve sınav amaçlı öğretim biçimimiz. Düşünebiliyor musunuz, iyi niyetle gecesini gündüzünü eğitime ayıran öğrencilerinin başarılı olması için çabalayan öğretmenlerimizin bile çabaları eğitim biçiminin yanlışlığı nedeniyle boşa gidiyor. Ya annelerin, babaların özverileri; sonuç aynı, neredeyse boş.

Otobanlarda çok rastlayabileceğimiz bir durum vardır. Yanlış bir yönlendirme veya yönelimle, bir yanlış yola girmeniz, kilometrelerce yol alarak; yakıt, zaman, emek harcamanıza rağmen boşa gitmiş, boşa dönmüş olursunuz. Eğer yollardaki yönlendirme levhaları görev yapmaz durumda ise yolculuk size pahalıya mal olur, üstelik de boşa gider. Bizim eğitim sistemimiz böyledir. Yönlendirme levhaları ya yoktur ya da görev yapamaz durumdadır. Eğitimin yönlendiricileri; yöneticiler ve rehber öğretmenlerdir. Bu iki alan yönlendirme görevini doğru yaparsa, öğretmenin, okulun, hizmetlinin, velinin emekleri boşa gitmez.

Öğretmenlik yıllarım boyunca yüzlerce eğitimci dostlarımın çabalarına tanık oldum. Bütün dertleri, bu yanlış, verimsiz yola rağmen çocuklarına az da olsa, zor da olsa bir şeyler kazandırmaktı. İllerde rehberlik merkezleri var. Okullarda rehber öğretmen dostlarımız var. Ama bunları harekete geçirecek eğitimdeki olumsuz yapıyı olumlu biçime dönüştürecek yönetimde bu anlayış yok.

İlköğretim okullarında yeni bir program başladı. Bu programın amacı eğitimdeki yanlış gidişi durdurmak, olumlu bir adım atmak içindi. Program, Avrupa Birliğince maddi olarak destekleniyor, uygulama konusunda gerekli bilgilendirme yapılıyordu. Programın ilkesi; özlediğimiz yetenek ve beceri geliştirmeye yönelik eğitim etkinliklerine, çoklu zekaya, proje tabanlı öğrenmeye, bilginin yaşamın içinden örneklendirmelerle verilmesine, yeteneklerin geliştirilmesi için araç olarak kullanmaya dayanıyordu. Dayanıyordu diyorum çünkü eğitime yön veren yöneticilerin yanlış davranışları ve ilgisizlikleri, çok güzel düşüncelerle başlayan programın yaşama geçmesini zayıflattı.

Program, ders kitaplarının gelişmiş bütün ülkelerde olduğu gibi; öğretmen rehber kitabı, öğrenci ders kitabı, öğrenci çalışma kitabı biçiminde hazırlanmasını öngörüyordu. Bu biçimin; zengin içerik, estetik güzellik ve bilimsel bakış açısıyla yayınevleri arasında bir yarışla başlatılması gerekmesine karşın, yayınevleri bir kenara itilip, Milli Eğitim Bakanlığı, acelece, bir sürü eksiklikler taşıyan kitaplar bastırdı. Üstelik bunları kendi dağıtarak, eğitimin hizmetinde olan ve yeni programın gereksinim duyacağı yüzlerce çeşit malzemesini okullara hazır edecek olan dağıtımcıların ve kitapçıların programın başarısına katkısını engelledi. Programın ana unsurlarından birisi olan öğrencilerin haftada bir kitap okuyarak okuma ve kendilerini geliştirme alışkanlıklarını kazanmaları için sınıf seviyelerine, işlenen tema ve konulara yakın yeni okuma kitapları isterken, bakanlık yüz temel eserle öğretmeni sınırlayarak ve yasaklayarak uygulamada çok önemli bir gelişim alanını engelledi. Asıl görevi olan öğretmenlerin uygulama hakkında sürekli bilgilendirilmesi, çıkan sorunların çözülmesi, okul ve sınıf ortamlarının yeni programın isteklerine göre düzenlenmesi işini bir kenara bıraktı. Sınıflar, öğrenci malzeme dolaplarıyla süslenmeli, okullarda çeşitli etkinliklerin yapılabileceği, çocuklarımızın yeteneklerinin gelişebileceği ortamlar hazırlanmalıydı.

Programın uygulanışındaki eksiklikler, bakanlık tarafından yapılan engellemeler sonucu, öğrencilerimizin yeteneklerini geliştirecekleri çalışmalar en az duruma inerken, önemle üzerinde durulan öğrencilerin etkinliklerinin ve geliştirdikleri yeteneklerinin belgelendiği bilgi dosyaları (Portfölyöler) kuru öğrenci bilgileriyle dolmak zorunda kaldı. İlköğretimdeki öğretmenlerimiz bütün bu eksiklik ve engellemelere karşın, kendi becerileri ile ellerinden geleni yapmaya çalışıyor ve program, onların özel gayretleriyle yürüyor.

Bütün bunları, Uğur Kariyer Merkezi Müdürü Banu Gürün’le konuşuyoruz. Banu Hanım, masasının tam karşısındaki duvarında asılı, ünlü bir ressamın resmini göstererek, çocukluk yıllarına dönüyor. Resmi çok ama çok seviyormuş. Ama bir türlü yapamıyormuş. Bir gün renkli kağıtlardan bir kolaj çalışması yaparak ilkokul öğretmenine götürmüş. Öğretmeni burun kıvırarak bakmış. O günden sonra resme karşı olan sevgisi sadece seyretmek ve hayran olmakla kalmış. Bu öykü yüzlerce çocuğumuz ve gencimizin yaşadığı bir öykü. Ya yöntem bozuk, ya ortam hazır değil ya da anlayış eksik. Eğer o sevgi işlense, yetenekler geliştirilse idi eminim ki bu ülke bir ressam kazanır, Banu Hanım da resim sevgisiyle dolu bir yaşam sürerdi.

Banu Hanım bu yaşam öyküsünü yazıişleri müdürü olduğu Ugur Kariyer Dergisi’ndeki bir yazısıyla süslüyor:
“Alis ile Kırmızı Kraliçe tabanları kaldırıp bir koşu kopardılar. El ele sürekli koşuyorlardı. Kraliçe öyle hızlı gidiyordu ki, Alis ona yetişmekte güçlük çekiyordu. Yine de kraliçe habire” Çabuk ! Çabuk!” diye bağırıyordu. Alis’in daha çabuk koşacak gücü kalmamıştı.... Ne de bunu söyleyecek soluğu.

Ancak çevrelerindeki ağaçlarla öteki şeyler, hiç yer değiştirmez gibiydi. Alis ile Kraliçe ne kadar hızlı koşarlarsa koşsunlar, hiçbir şeyi geride bırakamıyorlardı! “Alis acaba çevremizdeki her şey de bizimle birlikte mi koşuyor!” diye bu bilmeceyi çözmeye yeltendi. Kraliçe onun kafasından geçenleri okumuş gibiydi. Çünkü” Daha hızlı koşayım falan deme!” diye bağırdı. Alis’in soluğu kesilmişti. Kraliçe ise hala “Çabuk! Çabuk!” diye bağırıyordu. Sonunda Alis kesik kesik” Yaklaştık mı bari!” diye sormayı başardı. Kraliçe “daha hızlı!” dedi. Bir süre daha konuşmadan koştular. Öylesine hızlı koşuyorlardı ki bir süre sonra ayakları yerden kesilmiş gibi oldu. Sonunda Alis’in bitkin düştüğü bir anda aniden durdular. Kraliçe onun sırtını bir ağaca yaslayarak tatlı bir sesle,”Şimdi biraz dinlenmelisin !” dedi.
Alis çevresine bakınca şaşkınlıktan dilini yutacak gibi oldu. “Bu ağacın altından hiç kıpırdamamışız sanki! Her şey yerli yerinde duruyor.” “Elbette” dedi Kraliçe. “Nasıl istiyorsun san ki!”

Alis hala kesik kesik soluyarak, “Bizim ülkede insan, bizim gibi bunca zaman, bunca hızla koşarsa, çoğunlukla bir yerden kalkıp, başka bir yere varır da...”

Kraliçe,” Oysa bizim burada .... İnsanın yerli yerinde kalabilmesi için var gücüyle koşması gerekir. Bir yerden kalkıp başka bir yere gitmek istiyorsan bunun ancak iki katı koşmak zorundasın.”
Bilginin arkasında koşan değil, bilgiyi üreten kişilerin arasında olmanız dileğiyle.....”(1)

Çocuklarımızın yeteneklerini geliştirerek, bilgi üreten birileri olmaları mümkün. Acele etmeden. Sindire sindire. Yeteneklerini geliştirirken çocukluklarını, gençliklerini yaşayarak, yaşama hazır olarak yetişecekler. Bilgi, arkasından koşulan bir amaç değil, yeteneklerini geliştirirken ve kullanırken sadece bir araç olmalı onlar için.

Hasan Barışcan
hbariscan@milliyet.com.tr


1- Banu Gürün- Uğur Kariyer Dergisi - Aralık 2006-İstanbul

 
Toplam blog
: 52
: 4210
Kayıt tarihi
: 17.06.06
 
 

1952 yılında Sivas- Asarcık Köyünde doğdum. Yurdun çeşitli yerlerinde öğretmenlik yaptım. Kabataş Er..