Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Haziran '09

 
Kategori
Güncel
 

Yiğit Bulut ve evrim teorisi-2-

Yiğit Bulut ve evrim teorisi-2-
 

Eleştirildikçe güçleniyor.


Yiğit Bulut eleştirdiğimiz birinci yazısından sonra aynı konu hakkında ikinci ve üçüncü yazılarını da Vatan gazetesinde yayınladı. Ancak ilk yazısında yaptığı hataların farkına varmış ki diğer yazılarında bu hataları düzeltmek çabasına girmiş ancak daha da battığının farkında değil. Önce başlık konusunda (düzeltmeye çalışmış) yazdıklarına bakalım

Bugün izninizle sizden gelenlerden yola çıkarak hatta alıntılar ile paylaşarak, konuya devam edeceğim. Her şeyden önce “başlığı” çok doğru atmadığımı gördüm. İstediğimi net ifade edememiştim. Doğrusu “Evrim’in varlığına değil varoluşumuzun rastlantısal başladığı” şeklinde algılanan “evrim kavramına inananlar” olmalıydı. Evrimin varlığına “inanmamak” doğru bir tanımlama değil, en azından benim fikrim bu değil...(30.05.2009 tarihli Vatan)

Yiğit Bulut düzeltme çabasına girdiği attığı başlıktaki hatasını düzelteyim derken çelişkiler içersinde olduğu beyninin bir yansıması olarak daha da batıyor. İlk yazımız da şunu ısrarla belirttik bilime inanılmaz, bilim inanç sistemi değildir. Onu kutsallaştıramazsınız. Bilimi temel alan bir teoriyi doğru, eksik, hatalı diyebilir ona kabul edilebilir ya da kabul edilemez şeklinde yaklaşabiliriniz. Hatta yeterince bilimsel olmadığını ileri sürer o teoriye kin bile besleyebilirsiniz. Ama sanki kutsal bir kavrammış gibi inanıp inanmamak şeklinde bir yaklaşım sergileyemezsiniz. Aksi halde bilimsel olmakla ortaya çıkan bir teoriye bir din gibi kutsallık yükleyip eleştirmeye kalkarsanız ciddiyetten uzaklaşır Yiğit Bulut gibi gülünç olursunuz. Yazarımız ilk yazısında belirttiği görüşlerinden 180 derece çark ediyor Evrimi kabul edip Evrenin başlangıç noktasına takılı kalıyor ve sözlerini şu şekilde bitiriyor.

Sonuç: Evren, maddenin yapısı, hücre, organizma ve “bizim içinde bulunduğumuz” algılama ile “logaritmasını yazamadığımız” her olay, “üst algılama seviyeleri” için rahatlıkla görülebilecek mükemmel “matematik”, “sebep-sonuç” denklemlerine göre işler. Algılayamadığımız “bölümler” için herkes kendine göre “mekanizmalar” kurar! Kimi “kuantum” der kimi “Bundan sonrasına sadece inanılır sorgulanmaz” der! Algılama düzeyimiz arttıkça göreceğiz ve bileceğiz ki; evrenin özündeki “matematik gerçeklere dayanan sebep-sonuç” yasaları kesindir ve “elle tutulabilir, kağıda dökülebilir” hale gelebilir. Bir mühendis “statik hesabı” kağıda döker, bir çocuk oraya sadece “duvar” diye bakar!
Son söz: Evrim gerçektir, süreklidir ve “sistemi kuran” büyük zekanın sisteme kattığı “bileşenlerden” biridir! Sistemin “özü” veya “sistemi yaratan” kavram değil!(30.05.2009 Vatan)

Sistemi kuran yaratıcı zeka olgusunu kabul ettirme çabasına giren yazar bir sonraki yazısında şunları söylüyor.

Sevgili dostlar, evrimle ilgili iki yazım sonrası aldığım geri dönüşlerde özellikle bir karşı tezin soru şeklinde öne çıktığını gördüm; “sistem kurmak için neden yaratıcı zeka” kavramına ihtiyaç duyuyorsunuz? Ben de onlara şunu soruyorum; “bilimsel olmamakla” yargıladığınız “yaratıcı zeka” fikrinin yerine koyabileceğiniz başka bir “tez” var mı? Veya daha adil sorayım; Einstein’ın terimi ile “ilk itici güç” ile aynı olduğunu düşündüğüm “yaratıcı zeka” kavramı yerine koyduğumuz “big bang” kavramı bilimsel olarak “daha mı ispatlanabilir”?

Cevapları görüyorum; evrenin ortaya çıkışı için “big bang”, insanın bu hale gelişi için ise prokaryotik bakteriden ökaryota oradan “hücre” gelişimine ve bugüne net bir açılım yapabiliriz! Ve bu tez “bilimseldir” !

Sevgili dostlarımla anlaşamadığımız daha açıkçası benim düşüncem ne olursa olsun “ortak nokta yaratmak adına” başlattığım tartışma da bence bu noktada başlıyor; ben “yaratıcı zeka” diyorum, bakın hiçbir “dinsel motif” kullanmadan sadece “yaratıcı zekayı” sıfır noktası kabul ediyorum, karşı tezi savunanlar “big bang-büyük patlama” diyorlar!

Yazar onca laf ebeliğinin arkasından geldiği son noktayı işte bu cümlelerle anlatıyor.

Ben “yaratıcı zeka” diyorum, bakın hiçbir “dinsel motif” kullanmadan sadece “yaratıcı zekayı” sıfır noktası kabul ediyorum, karşı tezi savunanlar “big bang-büyük patlama” diyorlar!

Bu görüşler hiç de yabancı olmadığımız görüşler. Bugün artık din kitaplarında anlatılan evrenin oluşumu ile ilgili yaratıcı zeka kavramının eski efsanelerden alındığı ortaya çıkmış durumda. Bu konuda ki en eski efsane ise Altay Türklerine ait.Yazıyı fazla uzatmamak için kısaca değineceğim.

Yaratılış destanı, Türklerin Altay-Yakut zamanında çıkan bir destandır. Ayrıca ilk Türk destanlarından olma özelliğine de sahiptir. Asya kıtasının çeşitli bölgelerinde yaşayan Türk boyları ve Altay Türkleri arasında söylenmektedir. Türk destanları arasında en eskisidir. W. Radloff tarafından saptanıp yazıya geçirilmiştir.

Kahramanlarının olağanüstü eylemlerini coşkulu, törensel bir üslupla anlatan ve genellikle birkaç bölümden oluşan manzum yapıtlardır. Bilinen en eski edebiyat türlerinden biridir.

Altay Dağları'nda söylenen yaratılış ve türeyiş destanları, değil yalnız Türklerin; bütün Orta Asya ile Sibirya'nın bile, en gelişmiş ve üzerinde ilgi ile durulan mitoloji verileridir.

Altay türklerinin bu efsanede adı geçen Tanrıları Bay-Ülgen , yaratıcı bir Tanrı idi. Kendisi yerle gök arasında, yüce Tanrının bir elçisi olarak bulunuyordu. Bu sebeple dünyayı yaratmadan önce, Büyük Tanrının kutsal bir ilhamı, 'Bay-Ülgen' in bütün varlığını sarmıştı. Çünkü o, dünyayı yaratmak için, Tanrı tarafından yeryüzüne gönderilmişti. Sadece su vardı. Ne gök ne yer henüz yoktu, ülgenin uçtugu yer ise gök değil denizin üstüdür. Gökle kastedilen, bugün bizim anladığımızdan çok farklıdır. ....

Altay efsanelerinde, büyük bir okyanusun ve suyun esas olmasına rağmen, onlara göre insanoğlu, sudan yaratılmamıştı: İnsanoğlu aslı yine topraktı tanrı ülgen deniz üstünde gezerken yüzen bir kara parçası görür. yaklaştığında toprağın üstünde balçığı farkeder. Düşünür ki bu insan olsun o düşündükçe çamur insan suretine bürünür. Hikayenin devamında bu ilk insan olan erlik ülgene ihanet edecektir. bu noktada tespitime göre nur ile çamur arasındaki farka işaret vardır.

İran mitolojisinde de ilk insan, kil dediğimiz yapışkan topraktan yapılmıştı. Onun için İran'lılar ilk insana Kil Şah adını veriyorlardı. Türkler ise daha çok, balçık üzerinde durmuşlardı.

Yukarıda ki ifadeler ne kadar tanıdık geliyor değil mi? Adem ile Havva’nın yaratılış öyküsü ise Tanrı Ülgen’in ilk insanı yaratışına ne kadar benzerlikler içeriyor. Elbet bu konu iki kısa yazı ile anlatılacak kadar basit değil.

Yüzyıllardır insanlara ezberletilmeye çalışılan yanlışlıkların “Kendi güçlerinin vazgeçilmez ve yıkılmaz olduğu inancını yaratmak amacıyla” Evrim teorisine bu kadar acımasızca saldırılmasının başka bir mantığı olamaz diye düşünüyorum.

Saygılar.

Ali İhsan UĞUZ

 
Toplam blog
: 72
: 2174
Kayıt tarihi
: 11.04.08
 
 

3 Ocak 1958 doğumluyum. S.Muhasebeci Mali Müşavir olarak çalışmaktayım. Edebiyat ve sinema ilgim ..