Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Mart '14

 
Kategori
Öykü
 

Yıllar sonra

Yıllar sonra
 

YILLAR SONRA


Yıllar sonra onu karşımda görmek çok farklı bir duyguydu. Ne yapacağımı, söze nasıl başlayacağımı düşündüm. Ses tonumu kendimce orta karar bir seviyeye ayarlayarak:

’’ Merhaba Tarık…’’  dedim. Oysa çıkmadı sesim. O ise asabi bir ses tonu ve yüzündeki seğirmeyle  "Merhaba Seher! " dedi sertçe. Arabamın anahtarlarını ona uzattım. Elleri titriyordu. O da ne yapacağını bilemiyordu. Söze başlamış olmak için:

"Ne olmuş? " dedi. Aslında benim bildiğim kadarını o da biliyordu.

‘’ Çocuklar, kaza geçirmişler! ‘’ dedim.

" Nasıl olmuş? "

"Tam olarak bilemiyorum. Çocuklara tuttuğum ev eski, kapının camının macunları da zamanla kuruyup dökülmüş. Oda kapısı birden çarpınca cam olduğu gibi yere düşmüş. Çocuklar da kapının yanında oldukları için birinin eli, diğerinin ayağı kesilmiş! ‘’  dedim fısıldar gibi… Gözlerim dolmuştu. Bana anlatılanın dışında ne olduğunu ben de bilmiyordum ki!

Arabayı garajdan çıkardı. Kısa bir tereddütten sonra şoför koltuğunun yanındaki koltuğa oturdum. Göz ucuyla baktım. Kilo almıştı, saçları da epeyce seyrelmişti. Benim için bir yabancıdan farksızdı. Bir zamanlar bu adam benim kocamdı ha! Boşanmamızdan kısa bir süre önce bana üç bankadan kredi çektirip aldığı arabayı ne yapmıştı bilemiyorum. Bildiğim banka kredilerini öderken zorlandığım ve iki çocuğumun bütün sorumluluğunu taşırken hiçbir zaman yüksünmediğim idi. Emekli ikramiyemle aldığım arabam çok iyi marka idi ve son modeldi. “Ooo uçak gibiymiş. Çok da havalı…” dedi alaycı bir dille…

Bir an geçmişe döndüm. O zamanlar araba alıp almamakta kararsızdım. 1998 Adana depremi olduğunda herkes arabasına atlayıp kaçarken ben iki küçük kızımla apartmanın önünde kalakalmıştım. Benden başka çok hasta ve yaşlı kocası olan bir kadın ve küçük yaştaki oğlu; yalnız yaşayan dul bir bayan; birkaç yıl önce kendisi gibi öğretmen olan eşinden ayrılarak üç küçük oğluyla kalakalmış emekli tarih öğretmeni arkadaşım vardı. Kısaca dullar, yetimler, emekliler olarak her zaman boynu bükükleri temsil ediyorduk. O ana kadar çocuklarımın babası bir kez olsun aramamıştı. ‘’Depremden zarar gördünüz mü? ‘’ dememişti. Çocuklarını merak etmemişti hiç…

Boşanalı 10 yıl olmuştu. Eski eşim iyi ve kötü günlerimizde asla yanımızda olmamıştı. Ne çocuklarımızın yaş günlerini anımsamıştı: ne de bir bayramda çocuklarımızı aramıştı. Bense babalarının boşluğunu doldurmak için çok çabalamıştım. O günlerde farkında değildim ama ruhen ve bedenen çok yıpranmıştım.

İşte şoför koltuğunun yanındaki koltuğa oturmadan önce bunlar aklımdan geçiverdi. Ne olursa olsun arka koltukta oturmam doğru olmazdı. Ehliyetim vardı ama araba kullanmaktan korkuyordum. “Keşke kimseye minnet etmesem… ” dedim içimden!

Gecenin sessizliği içinde en suskun yolculuğumuz başladı. Şu yanımda oturan yabancı, bir zamanlar kocam mıydı? Kaç yıldır neden çocuklarını arayıp sormamıştı. Rahmetli annem : "Annesi olmayan çocuğun babası olmaz. ‘’ derdi. Doğruydu, çocuklara sahip çıkmak nedense hep annelerin boynunun borcuydu! Bu, ne zamandan beri böyleydi? Yoksa bilmediğimiz bir kanun maddesi miydi? Kimler tarafından oylanmıştı? Ne ile imzalanmıştı? Kadınların gözyaşları ile besbelli… Anaların ak sütüyle… Bebelerin tertemiz sevgileriyle belki… Kadersiz kadının yazgısı katranla mı yazılmıştı?

Sessizliği yine o bozdu. Sigarasını yaktı ve :" Nerede bu arabanın kül tablası? ’’ diye sordu. Arabadan anlamazdım. Bu da son model bir arabaydı. Nerede, nesi var bilmiyordum. Üstelik evde misafirler de dâhil olmak üzere hiç kimse benim yanımda sigara içmezdi. Tiryaki arkadaşlarım sigaralarını ya balkonda ya da mutfakta içerlerdi. Eskiden beri sigara içmezdim ama içene de engel olmazdım. Maalesef on yıldır astım hastasıydım. Ne zaman ilgilenmişti ki elbette haberi yoktu! Bana karşı zaten ilgisizdi de çocuklarına karşı ilgili miydi sanki?

Küçük kızım ilkokul 5. sınıfı bitirip 6. sınıfa geçmişti. Benden de sınıf geçme hediyesi olarak paten almamı istemişti. Zaten aylardır komşu çocuklarında görüp iç çekiyordu. Bazen rica minnet onlardan ödünç alıyordu. Amerikan pazarından parlak gri bir çift paten aldığımda dünyalar onun olmuştu.

Yaz tatili bitmiş, okullar açılmıştı. Sonbahar; hastalıklara gebe bir ay, havaların soğuması, nezle ve grip gibi hastalıkların kol gezdiği bir mevsim…  Üst solunum yolları iltihabım da ilerlemiş alt solunum yolları iltihabı başlamıştı. Astım hastası olduğum için de perişan bir haldeydim. Doktor yatak istirahati vermişti. Bir haftalık istirahat raporumun ilk günüydü. Yataktan kalkamayacak durumdaydım.

O gün de benim evde hasta yatıyor olmamı fırsat bilerek iki apartman arasındaki boşlukta paten kaymaya inmiş. Düşmüş, sağ el bileğinden sakatlanmış. Benden saklamaya çalışmış. Ama bileğindeki şişliği gördüm. Zaten acısı çoktu. Doktora götürmeliydik ama nasıl? Benim kalkacak halim yoktu. Aklıma çocukların babası geldi. Sonuçta bu çocuklar benim olduğu kadar onun da çocuklarıydı. " Babanızı arayın, o, doktora götürsün. Zaten sağlık karneniz var. Ücret ödemeyecek." dedim. Babalarını telefonla aradılar. Aldıkları cevap olumsuzdu. Başka çarem yoktu. Hasta yatağımdan zorlukla kalktım. Küçük kızımı duvarlara tutuna tutuna doktora götürdüm. Sıra alma kuyrukları… Beklemeler… Zorlukla ayakta duruyordum. Akşama kadar çocuğun koluyla uğraştım. İki yerden çatlamış bileği. Alçıya aldılar. Doktor bey hayret içindeydi. Kızıma: ‘’ Kırık olsa bundan iyi… İki yerden çatlak… Bunun acısına nasıl dayandın? ‘’ diye sordu.

Bir hafta sonra bayramdı. Ramazan Bayramı… Çocukların en çok sevdiği bu bayramdır belki de… Bol bol şeker, çikolata yiyecekleri ve harçlık alacakları bayram! Ne yazık ki küçük kızımın kolunun alçısı bayramdan sonra çıkarılacaktı. " Ne yapalım, beterin beteri var, çok şükür! " dedik. Gül, babasının aramasını bekledi hep. "Nasılsın? Nasıl oldun? " demesini… Aramadı, sormadı Tarık…

Babalarının eksikliğini kapatmak gene bana düşmüştü. İkisine de gücümün yettiğince şık ve güzel giysiler aldım. Birer kazak ve birer pantolon… Soket çoraplar, ayakkabılar… Büyük kızıma aldığım kırmızı kazağın önünde bir köpek başı aplikesi vardı. Yıldız, köpekleri çok severdi oldum olası... Küçük kızımın turkuaz kazağının önünde de yine güzel bir aplike bulunuyordu. Yıldız’a ve Gül’e bayramlıkları çok yakışmıştı. Tepeden tırnağa yeni ve havalı giysiler içindeydiler. Küçük kızım çok mutlu olmuştu. Bayramlıklar sanki çatlak kolunun acısını hafifletmişti.

Sessiz yolculuk sırasında aklımdan neler geçmedi ki! Yollar karanlıktı. Zihnimden geçenler de çok aydınlık değildi zaten… Siren sesleri duyduk. Bir ambulans karşımızdan geliyordu. Tarık: ‘‘Bizimkiler bunun içinde olmasın? ‘’  dedi. ‘’Hayır, bizimkiler olsa bize telefon ederlerdi. ‘’ dedim.

Hayatımın en uzun, en sıkıcı, en suskun yolculuğuydu. Bitmesi için dualar okuduğum ruhumun işkence çektiği bir yolculuk… Sonunda Adana’nın deniz kıyısında bulunan şirin ilçesi Karataş’a vardık. Hiç vakit kaybetmeden çocukların evine gittik. Birinin eli, diğerinin ayağı sargılıydı. İlçe hastanesinde gerekli müdahale yapılmıştı. Eli sağlam olan büyük kızım Yıldız, kahve pişirdi, ayağı sağlam olan küçük kızım Gül, kahveleri tek eliyle getirdi. Şaşkındım. Gül, finallerinin olduğunu, sınava çok iyi hazırlandığını ve şehre dönmek istemediğini söyledi. Yıldız ise şehre dönmeyi, tam teşekküllü bir hastanede film çektirmek ve sınava giremeyeceği için rapor almak istediğini söyledi. Bütün ısrarlarıma rağmen küçük kızım bizimle gelmedi. Eve döndüğümüzde vakit oldukça geçti, çocukların babası eski arabasına atlayarak evinin yolunu tuttu.

Ertesi gün ikinci evliliğinden olan oğlu Özdemir ile beraber geldi. Çocuk o kadar çelimsiz ve bakımsızdı ki içim acıdı. Rahmetli kayınvalidem olsaydı bu çocuğun bu durumuna asla katlanamazdı. Kendisi her zaman bakımlıydı, gelinlerinin ve torunlarının da daima bakımlı olmalarını isterdi. Neyse, hastaneye götürdük kızımızı. Ortopedi Uzman Doktor Cemil Bey, dernekten arkadaşımdı. Eşini de tanırdım. Çok değerli, insancıl kişilerdir. Film çekildi, neyse bir sorun çıkmadı. Önemli bir damar kesildiği için epeyce kan kaybetmişti. 10 günlük yatak istirahati verdiler. Yıldız, yürümekte zorlanıyordu. İyi bir bakımla düzeldi ama hala ayağındaki kesiklerin izi duruyor.

Gül, ertesi gün sınava girmişti ve çok yüksek bir not almıştı. Yıldız da daha sonra girdiği sınavında başarılı olmuştu. İki kızım da o yıl birlikte üniversiteden yüksek derecelerle mezun oldular.

Ben bu olayı hiç unutmadım, unutamadım. Şimdi Gül, evlendi. Bir kızı oldu. Her bayram babasının evine gider, onun elini öper. Geçmişteki yaşadıklarını hiç unutmadı ama babasına saygıda da asla kusur etmedi.

Yıldız, iki üniversite bitirdi. Şu aralar Çukurova Üniversitesi’nde mastır yapıyor. O da babasının sağ kolu gibi oldu. Tarık’ın her zorluğunda koşar, ona yardımcı olur. Bu çocuklar, helal süt emmiş, insani değerlere önem veren çocuklardır. Tıpkı kendilerini yetiştiren büyükleri gibi…

HARİKA UFUK

ADANA

EYLÜL 2006

 
Toplam blog
: 389
: 261
Kayıt tarihi
: 01.12.13
 
 

Adana'da doğdu. Öğrenim hayatına İstanbul'da Çengelköy İlkokulu'nda başladı. İstanbul Marmara Ünive..