Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Mart '08

 
Kategori
Güncel
 

''Kadına mı gidiyorsun, kırbacını unutma''

''Kadına mı gidiyorsun, kırbacını unutma''
 

''Kadına mı gidiyorsun, kırbacını unutma...'' Büyük düşünür F.Wilhelm Nietzsche böyle buyuruyordu... Ve devam ediyordu; ''...Soylu insan bir değerler yaratıcısıdır..'' Biz Türkler'de, ona ait olduğunu bilemeden(!) , gene büyük Alman düşünürü, A.Schopenhauer'un kadınla ilgili şu engin satırlarını genellikle tekrar etmekten büyük bir haz duyarız: ''...Kadın; saçı uzun, aklı kısa bir varlıktır...''


Firavunların Mısırın'da, eski Çin'de, Batılılar'ın sözümona uygarlığın beşiği dedikleri eski Yunan'da, Roma'da, Putperest Arabistan'da, Yahudilerin Kenan ılinde, kadının değeri yoktu; kadın köleydi, ya da erkeğin kölesiydi veya köleyle aynı değerdeydi... Yunan filozoflarından, Eflatun ve Aristo, kadının erkeğin aşağısında olduğunu beyan etmişler, erkeğin erkekle her zaman denk olacağını söyleyerek de, eşcinselliği etik olarak yüceltmişlerdi... Ve Hristiyan azizlerinin ( Aziz Augustin, Aziz Chrysostem, Aziz Hieronymus, Aziz Sustam, Tertullian ) gözünde kadın Adem'in cennetten kovulmasına neden olan, günah işleyen ve işleten bir varlıktı... Kötülüğü ve Şeytan'a uymayı simgeliyordu... Bu yüzden cinsel ilişki de , günah ve kirlenmeydi... Ve bundan ötürü İskenderiyeli Hristiyan ilahiyatçı Clement, ''... Kadın kadın olduğundan dolayı utanmalıdır, diyordu!...'' Yahudi erkekleri sabah dualarında; ''...Sonsuz ilahımız, evrenin kralı tanrımız; bizi kadın yaratmadığın için, sana şükürler olsun... derler!... Cahiliye döneminin Arabistan'ında kadın; değeri olmayan, utanç verici bir varlıktı... Osmanlı'da, saray dışı evliliklerde, padişah ve şehzade kızlarının erkek çocukları doğar doğmaz nasıl boğduruluyorsa, Araplar' da kız çocuklarını boğuyor ya da diri diri toprağa gömüyorlardı!.. Eski Roma'da da, kadın erkeğin her zaman aşağısında, sosyal bir yere sahipti...


Bu üç büyük din kıyaslandığında; İslam dininin göreceli olarak kadına diğer dinlere kıyasla, çok üstün sosyal ve hukuksal haklar vermiş olduğu görülür... Ancak bu değerlerin XXI.Yüzyıl'ın üretim ilişkilerinde, bu reel varlığını bir şekilde sürdürmeye çalışmasının; kendini çeşitli nedenlerden dolayı geliştirememiş İslam'ın, ilkel bir şekilde; günümüzde, geri kalmış bir felsefe olarak algılanmasından öte bir anlam taşıyamacağı da, bir gerçektir.


Modern dünyada, ilkel kabile yaşamını, feodal artığı düzeni, az gelişmiş yada gelişmekte olan ülkelerde yaşayan kadınlar olduğu gibi, modern sanayi toplumlarında yaşayan ve onun sarmalında farklı sorunlarıyla mücadele edip yaşayan milyarlarca da kadın var... Ve binlerce kadın hareketi... Ancak, her yapıda, her biçimde, kadınlar, çok büyük özgürlüklere kavuşsalar da, ''erkek egemen toplum yapısı '' henüz kırılamıyor!... Ancak dünya kadınlarının her düzeyde hak ve özgürlük, eşitlik savaşımı da yükselerek devam ediyor... Hegomonyasını sürdüren, kapitalist üretim biçimi ve kucakladığı türevleri, bu günde kadını ticari bir meta olarak kullanmaya devam ediyorlar... Dünyanın en eski mesleği'nin, organize şeklinin milyarlarca dolarlık bir getirisi var!...Kadın bedeni, moda dahil her düzeyde, büyük bir yatırım ve kar aracı olmaya devam ediyor... 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, 80'li yıllarda, bu ülkede sakıncalı olup ve polis denetiminde kutlanmaya çalışılırken; günümüzde ticari ve siyasi ranta dönüşebiliyor...AKP'nin değerli başkanı, 4.Kadın Şurası'nda, kadınlarımıza sesleniyor. Onları övüyor, ( yerel seçimlerde oylarını da bekliyor...) yalnız bu günü kutlamanın anlamsızlığını da araya sıkıştırıp, her gün kadınları anmanın erdeminden bahsederek, onlardan ''üç çocuk doğurmalarını''(Allah'ın hakkı üç...) rica ediyor!...


Kadın, doğurganlığıyla şüphesiz doğanınyapı taşı... Bizce yaratılan en güçlü cins... Ancak bu doğurganlığından, üretkenliğinden yaşamın her alanında yararlanmak, toplumların ve insanlığın ilerlemesinde, onun gizemli gücünü açığa çıkarıp yararlanmak da, insanlığın evriminde önemli bir aşama olabilse gerek... Erkek egemen bir dünyanın, insanlığı nereye getirdiğini müşahade edebiliyorsak; kadının da, sosyal, ekonomik ve politik yaşamda göreceli olarak, payının artmasından yana olmak ve bunun için politikalar oluşturmak, örneğin; ''aynı işe, aynı ücret politikasını benimseyip (eşit işe eşit ücret değil!...) yönetimsel her alanda, katılım yüzdelerini, erkeklerle aynı orana getirmeye çalışmak, toplumsal birçok sorunun çözümüne tarif edilemeyecek katkı sunacaktır... Çünkü onlar, genetik olarak doğurgandırlar, annedirler ve yaşamın koruyucularıdır...


Karşı cins olarak kadına gelince; varolan yapılar kadını (Sovyet ve sosyalist deneyler dışında...), hep üç şekilde öykülendirmiştir:
Pempe dizilerin, romantik aşkların kadını. Camda sevgilisini ya da kocasını bekleyen anne veya sevgili... Ferhat'ın Şirin'i, Mem'in Zin'i, Yusuf'un Züleyha'sı ya da Kerem'in Aslı'sı... İkincisi, erkekleşen kadın; kadınlığından vazgeçip, erkek ya da delikanlı yaşama geçip, kadınlığından vazgeçenler... Neriman Köksal ve Nebahat Çehre'nin sinemaya yansıttığı ya da Amerikan Sineması örneklerinde gördüğümüz, kovboy veya gangster kadın tipleri ya da Red Kit'ten anımsayacağınız Kalemiti Ceyn tipleri... Üçüncüsü, Arayışların kadını; ona sonsuz mutluluk getirecek erkeği, huzuru, heyacanı arayan kadın tipleri... Bütün sanatsal etkinliklerdeki kadın tiplemeleri bu üçlemenin üzerine yapılandırılır ve bunun dışında bir yapılanmaya izin verilmez... Çağdaş kadının bu kriterleri aşması, bir evrim geçirmesinin zamanı gelecek midir?... Örneğin, gelişmesi, evde koca bekleyenden, iş yerinde koca bekleyen bir kadın olarak mı sürecektir?... Bana her zaman, Alexandra Kollontai, sosyal bir heyecan vermiştir...


Kadının, içsel mutluluk ve huzuru kazanması, özgür birey kimliğini gerçek anlamda kazanıp, mutluluğunu evrende kendi ve karşı cinsleriyle özgürce paylaşabileceği ortamı yaratmasından geçiyor. Bu da bireysel çabalarla, varolan koşullarını zorlamasının yanında varolan üretim ilişkilerinin de değişiminden geçiyor. Bu da, bireyin çabalarının yanısıra, dünyadaki, ekonomik, sosyal ve siyasi yeni yapılanmaların kapısının aralanmasıyla olabiliyor...


Bu gün kadınları azıcık kızdırmak için, Şair Heinrich Heine'nin erkek egemen kelamıyla bağlıyalım sözü: ''..Kadınların bizi mutlu etmek için bir tür usulleri vardır, halbuki bizi mutsuz etmenin binbir türlü yolunu bilirler!...'' Cümlenin ilk bölümüne katılmadığım gibi, kadının misyonunun salt erkeği mutlu etmekle sınırlı olmadığını, öyle bir zorunluluk içinde de olmaması gerektiği düşüncesiyle hareket ederek, her iki cinsin birlikte; bilgiyi, iyiyi, kötüyü, güzelliği, sağlığı ve özgürlüğü paylaşıp ilerlemeleri gerektiğini düşünüyorum...


Ne diyor André Maurois : ''...Kadınları çok sevmiş olmanın cezası, onları daima sevmektir...''

 
Toplam blog
: 392
: 4592
Kayıt tarihi
: 12.03.07
 
 

İstanbul doğumluyum. Sağlıklı beslenme, yüzme, doğada yürüyüş ve çevre özel ilgi alanlarım. Şiiri ve..