Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Aralık '10

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

"Aşk olsun..."

"Aşk olsun..."
 

Yüreğe düşen ilk kar...


Konya Mevlânâ Gezisi…………………………11.12.2010

İlçemiz Belediyesi’nin Kültür Etkinlikleri çerçevesinde bugün Konya’ya “Şeb-i Aruz” törenlerini izlemeye gittik. Bir otobüs, gönül yolcusu olmakla yanan yediden yetmiş yediye her yaştan insanla doluydu. Bizse 24 Kasım Öğretmenler Günü'nde, kendi kendine gününü kutlayan “Yorgun Savaşçı”lar (24 Kasım’ı ilçe çapında kutlama görevi bizim okulumuza verilmişti ve Sayın Belediye Başkanımızın biz öğretmenlere bir jestiydi bu gezi) sekiz öğretmen arkadaştık. Bizim okulun öğretmenleri dışında, bazı öğretmen arkadaşların eşleri, çocukları, anneleri, babaları ya da ağabeyleri, ablaları bile vardı aramızda. Öğretmenler ailesi kategorisi dışında da İlçe Milli Eğitim’den ve İlçe Belediyesi’nden temsilcilerle onların aile üyeleri de bizlerle birlikteydi…

Anlaşıldığı üzere, tam manası ile, Mevlânâ’nın “Gel, ne olursan ol, yine gel!” çağrısına uygun bir topluluktuk…

Yola çıktığımız bu günün bir özelliği daha vardı; Türkiye’nin hemen tamamına aylardan beri sabırsızlıkla beklenen “ilk kar” bugün yağmıştı… Ama biz yolumuzdan dönmedik; "Çağıran, Ulu Kişi idi!" nasıl olsa…

Uzun zaman aralıklarında “ev- okul” hattı üzerinde hiç soluksuz çalışmayı ibadet sayan ve üç beş aylık periyotlar içinde “işte, bugün benim günüm” diye yola düşmeyi adet edinen bense-kararlıydım- bu geziye katılacaktım. Çocukların dershaneleri ve sosyal etkinlik kursları en az altı aydır devam ediyordu; benimse hafta sonlarını evde yalnız geçirdiğimi anlamam yalnızca son bir ay içinde olmuştu…

Anladım; “bu sabah ilk kar yağmıştı…” Bu, demek oluyordu ki; ben bugün yola çıkmalıydım.(Böylesi maceralarım çoktur: Evden çıkmam çıkmam da, çıkınca da ya sel olur ya dolu…)

Öylesine kesin bir karar vermiştim ki geziye katılmaya; geceden ev halkına yemek hazırlama sevdasına saplanınca, uyumak için mutfaktan ayrıldığımda saat gecenin ikisini bulmuştu. Saati, sabah beşe kurdum. Saat yedide Belediye’nin önünde olmalıydım. Belediye Binası, normal şartlarda evime yürüyerek yirmi dakika mesafede… Nerede? Ben, gece geç yattığım için geç kalktım, tabii ki… Uyandığımda saat altı elli beşti; otobüsün hareket etmesine beş dakika vardı. Önce, tam da bana uygun bir tepkiyle, çok telaşlandım; geç kalmıştım işte. İlk panikle “tamam, bitti; gidemeyeceğim” dedim. Sonra, pencereyi açtım; sevinçle karışık hayret naraları yükseldi benden… Her taraf bembeyaz karla örtülmüştü: ”İşte o muhteşem manzara: İlk kar…” İnanın, çocuklar gibi sevindim. İlk karı her zaman sevmişimdir; ilk kar da beni her zaman sevindirmiştir… Bu sevinçle aklım başına geldi birden… İnanılmaz bir şeydi bu! Öncelikle, böylesine karla kaplı yollar üstünde herkes, yolculuk yapacağımız arabaya geç kalacaktı. Sonra, ikinci bir düşünce hamlesi ile, bir arkadaşımı aradım: ”Beni bekleyin, geliyorum!” dedim… ”Merak etme, ben de yoldayım zaten, bekleriz” demez mi arkadaşım… Bu, “ilk kar” ve “Gel çağrısı” bakalım bana daha ne mucizeler, göstereceklerdi?

Çağrı sesinin sevinciyle evden çıktım; yedi otuz beşte otobüsteydim. Otobüse girdim bir alkış koptu!.. “Tamam tamam; o kadar da abartmayın canım!” Benim yolumu gözleyen arkadaşlarımın, beni ikili koltukta yalnız bırakışlarına bir anlam veremezken, bir çığlık daha koptu benden: ”Aaaa, gecenin bir yarısında pişirdiğim “elmalı pay”ımı evde unutmuştum! ”Haydii, bir daha alkış!..." Yok canım ne alkışı; kimseye sırımı söylemedim ki! İçimden çığlık atmıştım zaten…

Neyse! Ne de olsa, “ilk kar”la kaplı yolumda, “Gel, ne olursan ol, gel” diyene gidiyordum. Kalbim, sıcaklıkla doluverdi birden…

Bir taraftan, belediyenin ikramı kahvaltılık sandviçimi yedim -o an’da kendimi, bir aşevinin kapısındaymışım gibi hissettim…- bir taraftan da dua kitabımı okumaya başladım.

En son otobüse bindiğim için yalnız oturmaya mahkum edilmiştim. Ya da diğerleri beni mahkum ettiklerini sanıyorlardı. Birçok insanın kızacağı ya da sıkılacağı bu halimi ben avantaja çevirdim bir çırpıda. Önce kitap okudum, sonra da not defterimi çıkarıp - şu an harfiyen yazmakta olduğum- notlarımı yazmaya başladım.

Bir buçuk iki saat kadar sonra geziden sorumlu bayan öğretmen arkadaşım yanıma geldi. “Bir müddet sonra, otobüste geziye katılanlara bir sunum yapacağım.’Mevlânâ’nın temel felsefesi ne?’ ve ‘Şeb-i Aruz nedir?’” diye sormaz mı bana…

“Allah Allah! Gerçekten otobüste miyim şimdi ben? Yoksa, otobüse koşarak yetişeyim derken karların üzerinde düştüm de hayaller mi görüyorum” demeye kalmadı; camdan dışarı baktım.Cama bakarken, önce camda kendi suretimi gördüm sonra da bembeyaz karın canındaki sıcaklığını buldum canımda.Neyse ki, bir anlık şaşkınlığı çabuk atlattım da hemencecik rahatladım yine…”Önümde bembeyaz ve tertemiz ilk kar göz alabildiğine uçsuz bucaksız ovada sere serpe yatıyor…”

İçimden “bunları anlatmak bana düşmez mi” diye içerlerken bir ilke daha imza atarak, Biyoloji öğretmeni arkadaşımı kırmadım; bir otobüs içinde ayaküstü yapılacak bir tanıtım konuşmasında “az ve öz” –ya da ne derler, “ezcümle”- ”uçsuz bucaksız Mevlâna nasıl anlatılır” diye düşünmeye başladım… En sonunda, Kalb’in göz alabildiğince beyazlığı ve cana hoş gelen tatlı meltemi içinde, çözümü buldum…

“Ben Mevlânâ’yı ve düğün gecesini kesik kesik anlatamam; önemli pasajları hızlıca anlatayım sana; sen bazı yerleri özetle” deyiverdim arkadaşıma… Biliyordum; arkadaşıma yaptığım bu teklif, “kalp gemisine deryadan çay kaşığı ile su taşımak”tan farksızdı… Birkaç cümle yazdı, benden yakalayabildiği “öz” ile “mini dizüstü bilgisayar”ına… -Ve ben ilk defa, birçok arkadaşımdan duysam bile- “geziye bilgisayar gelir”i candan duyarak, idrak ettim, o an’da… Arkadaşım, Mevlana düşüncesi ve Aşk’ı ile “Şeb-i Aruz”un sırrını benden damla damla biriktirip yazıya döndürmeye uğraştı bir süre… Fark ettim; işin içinden çıkamıyordu… Birkaç zaman geçti; “Şöyle yapalım” dedi:

“Ben, Konya’yı ve gezilecek yerlerin kısa notlarını anlatayım… Sen de Mevlânâ’yı…”

“İyi de, "Aşk Olsun!.." Burası sınıf değil ki… Hem Leb-i Derya O! Bembeyaz ve sonsuzluğa uzanan sayfa ‘pat diye’ anlatılmaz ki…” sözleriyle ver yansına başlamıştım ki arkadaşıma…

Birden… Yola başlarken yazılan, “Ben ilk karla beraber Konya yolundayım. Dua et, bana!” mesajımı duydum kalbimden…

Sustum birden… Arkadaşım önde ve ben arkada otobüsün önüne gittik… Hostes koltuğuna oturdum… Ve yine hayatımda bir ilk… Bir otobüsteyim… Dışarıda ilk kar… Arkamda Duacı'm… Önümde “Gel diyen, Tek Ses…”

Az sonra, Yürek konuşacak! “Ney’i anlatır ki, bu Yürek?”

Yegâh Elif Mirzâde

 
Toplam blog
: 191
: 769
Kayıt tarihi
: 21.07.09
 
 

“Yazı yazmak” bir Yürek Yolculuğudur. Okumak ve yazmak bana Edebiyat alanının kapılarını açtı… Ed..